20 Mart 2014 Perşembe

Ben de Erdoğan ve Ak Parti karşıtıyım!

Neden?

Yaratıcım Allah’ın indirdiği anayasaya ile yönetmeyip seküler rejime bağlı bulunmasından! Dolayısıyla Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kabul eden yasalarla iktidarlığı yürüten bir meclisi ve hükümeti destekleyebilmem söz konusu değildir.

Nasıl ki kimi Kemalist, kimi solcu, kimi laik, kimi milli görüşçü, kimi Türk yahut Kürt milliyetçisi, kimi gülenist, kimi Zerdüşt, kimi PKK’lı, kimi Marksist, kimi İsrail yanlısı, kimi LBGT’ci olmasından Ak Partiye karşılar ise, ben de şeriatçı olmamdan karşıyım.

Tamamı hümanist maskesiyle dolaşan politikacılar ve sesi çıkanlar ne derler; aman kutuplaşmayalım, saflara ayrılarak bölücülük yapmayalım! Böylesine köklü bir farklılığın yaşandığı bir düşünce ve inanç düzeyinde tek yürek olabilmek mümkün müdür? Allah, Kur’an’da insanları saflara ayırmış; mümin, kafir, münafık ve fasık yaftalarıyla birbirlerine düşman kılmıştır. Öyleyse geriye ne kalıyor, herkesin içinde yaşadığı Türkiye!

Eğer öncelik, her kesimin yaşadığı Türkiye ise, vatanın yitirilmemesi ve ülkeye hiçbir açıdan halel gelmemesi adına Türkiye için fedakarlıkta bulunmaktır. İşte bu sebeple Başbakan Erdoğan ve Ak Partiyi desteklemekle yükümlüyüm!

Her ne kadar diğerleri gibi çıkarsı bir nefis arayışı gütmeyip tamamen Allah’ın hükümlerinden yana bir talebim var ise de, sırf ülkemin istikrarı, sosyal, siyasi ve ekonomik krizleri yaşayıp haçlı-siyonist avcıların iştahlarını kabartmamak adına Başbakan Erdoğan diyorum!

Haydi, Başbakan Erdoğan değil de Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Kamalak veya Öcalan diyeyim.
Türkiye ve içindeki 75 milyonun refahı, huzur ve güveni; umut bekleyen din kardeşlerimiz; soydaşlarımız ve zulüm altında inleyen insanların durumu ne olacak? Acaba haksızlıkların karşısında Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Kamalak veya Öcalan’ın sesleri çıkıp hiçbir nefsi çıkar gözetmeksizin hakkı ve adaleti savunabilecekler mi? Uluslararası siyasi ve ekonomik arenada söz sahibi olabilecekler mi? İstikrarı sağlayıp düzeni muhafaza edebilecekler mi? Ekonomik kalkınmayı ve yatırımları devam ettirebilecek, krizlerle baş edebilecek ve devleti işletebilecekler mi? Yatırımcılara ve sağlanan kaynaklara güvence verebilecekler mi? Milletin tamamını kucaklayabilecek ve ayırım yapmaksızın hizmet götürebilecekler mi? En önemlisi dik durabilecekler mi?

Milletin tamamını kucaklayabilecekler mi diye sormuştum; aslında seçim mitingleriyle kanıtlıdır. Başbakan Erdoğan dışında illerin tamamına gidebilen bir lider var mı? Oysa Türkiye’de iktidarlığa aday bir liderin milletin tamamına sarılması gerekmez mi? Gitmekten sakınan bir lider, Türkiye’yi yönetebilir mi? Dolayısıyla yolsuzluk ve hırsızlıkla suçlanan bir lider meydanlara çıkıp yüzbinlerce insan tarafından karşılanmaz ve namusluyum diyenlerde birkaç yerde yaptıkları mitinglere mahkûm kalmazlardı!

Türkiye’yi dünya güçleri arasına sokarak milletine onur kazandıran, cumhuriyet tarihi boyunca hayali bile kabil olmayan kalkınma ve ilerlemelerle Türkiye’yi gündeme oturtup hayran bıraktıran, dünya ekonomik krizle boğuşurken halkına yansıttırmayan, duraksama yapmadan yatırımlara devam eden, ezilenin yanında durarak hem ecdadını sevindiren hem de insanlığı yücelten,  atılan her adımda eserlerinden yürünen ve faydalanılan, ekonomik kalkınma için girmediği tek bir yer bırakmayan, halkının refah yaşayabilmesi ve onurlu bir kimliğe sahip olabilmesi için dur durak bilmeden çalışan, devlet ve milleti adına şantaj ve tehditlere göğüs geren, dahili ve harici hiçbir sömürücüyü hükümetine ortak kılmayan, ülkenin birlik ve beraberliği için iktidarlığını riske atan, harici ve dâhili düşmanlara karşı dik duran, hain emellere taviz vermeyen, nefsi adına hainsi pazarlıklara ve işbirliklerine yeltenmeyen Başbakan Erdoğan’ı yolsuzluk ve hırsızlık yapmakla suçlamak; en hafifinden nankörlük, alçaklık ve ihanettir.

Ki, aslında suçlanan sadece hükümet değil, hükümeti iktidar yapan milletin yarısıdır, hatta tamamıdır. Çünkü Başbakan, Türkiye’nin temsilcisi ve şerefidir!

Kendilerinin olası bir iktidarlığında yolsuzluk ve hırsızlık yapmayacaklarına dair teminatları nedir? Nefis taşıyan bir insanın hatadan ve yanlıştan münezzeh olabilmesi mümkün müdür? Her biri geçmiş yıllarda iktidar olmuş ve ülkeyi Ak Parti dönemindeki gibi ne kalkındırabilmişler, ne dünya piyasalarına güvence verebilmişler, ne yatırımcıları teşvik edebilmişler, ne de uluslar arası zeminde söz sahibi yapabilmişlerdi. Madem namusluydular, yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık gibi ahlaksız suçlara bulaşmamışlardı; neden ülkeyi kalkındıramamışlar ve Ak Partinin kazandırdığı eserlerin onda birini dahi başaramayıp, bir de milletin hazinesine on milyarlarca dolar borç bırakmışlardı?

Muhalefetin durumu; ömründe ciddi bir para veya iktidar ve vamp bir kadın görmemiş birinin “dürüstüm ve namusluyum” demesine benzer.  

İşin en ilginç olanı da, Ak Parti 12 yıldır iktidarda olmasına rağmen, sadece Reza Zarrab adlı bir işadamıyla konumlandırılarak yolsuzluk ve rüşvetle suçlanmasıdır. Oysa yolsuzluk ve rüşvete bulaşmış bir iktidar, sadece bir kişiyle mi yetinir? Ayrıca Reza Zarrab ile ilişkisi olduğu iddia edilen bakanların, devleti zarara uğrattıklarına dair kanıtlar ortaya konmalıdır. Sadece hediye, para alış verişi suçlaması yeterli değildir. Devlet zarar görmüş mü görmemiş mi asıl üzerinde durulması gereken konudur. Bilmeyenlere diyeceğim odur ki, hiçbir siyasi kimliğim ve devlet görevim olmadığı halde iş hayatım sırasında ipek halılar hediye etmiş, yüz binlerce dolar değerinde saat dahil hediyeler almış, özel uçaklarla alınarak söz konusu ülkelere girmiş, kral dairelerinde ağırlanmış ve itibar görmüşümdür. İlişkilerin samimiyetini ve cömertliğini bilmeyenlerin ulumaları, sokaklardaki köpekten farksızdır!

780.000 kilometre kareyi yatırımlarla donatmış bir iktidarın yolsuzluk yapabilmesi ve kursağından haram lokma geçirebilmesi kesinlikle mümkün değildir. Çünkü haram yani yolsuzluk, uyuşturucudan daha kuvvetli bir alışkanlıktır; azan nefsi doyurabilmek ve sınır vurabilmek imkânsızdır. Dolayısıyla ortaya çıkan eserlerin hiçbiri yapılamaz ve geçmiş hükümetlerde olduğu gibi hazinede tek kuruş bırakmazdı!

Ancak şu olmuş olabilir; şayet herhangi bir yatırımcı ve işadamının kazancından ki, o kazançta hükümet üyelerinin hiçbir kayırımı mevzubahis değil ise, hizmet adına cüz’i bir pay alınmış olmaları ve nefisleri için harcanmadıkları müddetçe meşrudur ve helaldir. Öyle olmasaydı para toplayan tüm hizmet kuruluşlarını hırsızlıkla suçlamak gerekmez mi? Örneğin F.Gülen’in yoksul talebelere eğitim vermek amacıyla zekât, sadaka ve kurban adına topladığı paralarla kiliseleri tadilat ettirmesi, papaz okullarına yardım yapması, hükümetleri devirebilmek, şantajda bulunmak, siyasi nüfuz elde edebilmek için kurduğu istihbarat örgütü ve hakkında olumlu haberler çıkartabilmek için savurduğu paralar sorgulandığında, yeryüzünün en büyük hırsızı, yolsuzu ve rüşvetçisi olduğu ortaya çıkacaktır.   

Sadece Saadet Partisine bir sorum var! Arkadaş, siz de seküler rejimin bir partisi değil misiniz? Öyleyse dinen Ak Partiden ne ayrıcalığınız ya da üstünlüğünüz var ki, Müslümanlar sizi tercih etsin? İktidarlığınız ancak 1 yıl sürmedi mi; iktidarda kaldığınız sürece müspet ne yaptınız; dik durabildiniz mi; haksızlıklar karşısında dilsiz şeytana dönüşmediniz mi? Detaya girmeyecek ve Ak Partiden üstün olduğunuzu kanıtlayan tek bir neden gösterin, size oy vereceğim. Aksi takdirde içinde bulunduğumuz hayati seçimlerde hırsınıza, hasedinize ve nefsinize soluk verin ki, ihanet edenlerden olmayınız!

Türkiye için her vatandaşın yapması gereken, dik duranı ve çalışanı desteklemesidir. Eğer düşünce ve ideoloji açısından tercihe kalkarsak, bataklıktan çıkabilmemiz ve dalaşmaktan sıyrılabilmemiz söz konusu değildir. Çalışan dururken neden başkasını tercih edelim? Unutmayınız ki nankörlük ve ihanet, izzetli Müslüman milletimize yaraşmaz!


Nankörlük ya da ihanet etme ki, ne nankörlükle ne de ihanetle karşılaşasın!

Hiç yorum yok: