27 Aralık 2010 Pazartesi

Asıl vahiy düşmanı ilahiyatçılardır…

Uzlaşabilmesi mümkün olmayan birbirine hasım laisizmle İslam’ı bütünleştirerek Müslüman halkı ikna etmek suretiyle vahiyden koparan ilahiyatçılar; batı güdümlü modernliği ve batıllığı Allah ve Resulünün buyruklarından üstün ve vazgeçilmez tutarak bir hayat düzeni kılmak suretiyle kendilerini Hıristiyan ve Yahudi ilahiyatçılardan farksız hem Allah hem de peygamberin hüküm veren elçileri olarak Kur’an’ı; İncil ve Tevrat’tan daha beter ve çelişkili hale getirmişlerdir. Özde değiştirememişler ise de yorumlarıyla bambaşka bir dine dönüştürerek karmaşaya neden olmuş, son derece açık ve seçik ayetleri istifham oluşturarak tekeline almışlardır. İman etmiş insanların yüce kitaplarını okuma yerine münafıklardan dinlemeyi seçmeleri, hazırlanan tuzağa düşmelerine en ürkütücü etkendir.

Allah ve Resulünün hükümlerini laik ideolojiye peşkeş çekerek İslam’ı teolojileştiren; din ile devlet ve siyaset arasına hatlar çekerek yaşam modelinden soyutlaştıran ilahiyatçılar; vahyi, laiklik ve Kemalizm’e karşı bir tehdit olmaktan çıkaran misyonlarıyla dindışı rejimin koruyuculuğunu üstlenmişlerdir. Dolayısıyla Müslüman Türkiye’de laikliğin ve putperest Atatürkçülüğün egemen olmasının müsebbip taşeronları ilahiyatçılardan başkası değillerdir. “Artık laiklik oturdu.” Ali Bardakoğlu – Eski Diyanet İşleri Başkanı

Atatürk’ün Cumhuriyet vaadiyle CHP Diktatörlüğünü kurma arifesinde “Kanuni nizam Kur’an’ı azimüşşandır” deyip, laikliğe geçiş sürecinde Kur’an’ın tefsirini yaptırması gibi Müslüman halkın sempatisini kazandığı bazı girişimleri, amacındaki hedefe sorunsuz ulaşmasını sağlamış, böylece kalben inanmayıp itaat etmedikleri halde Allah, peygamber ve Kur’an istismarı yapan politikacılar da aynı yolu izleyerek halkın desteğini alabilmişlerdir.

Allah’ın arşa yükseltip tüm dünyanın diz çöktürdüğü milletin şımararak azması iktidarlarını kaybetmesine sebep olmuş, böylece Allah, Atatürk’e cesaret ve kararlılık bahşedip 600 yıllık bir imparatorluğu tamamen yıktırarak Müslüman halkı laikliğe ve esarete mahkûm ettirmiş, süreci izleyen ve 87 yıldır Atatürk’ün ölüsüne kıyamda bulunup ilkelerine boyun eğmeye devam edenlerin ne Atatürk aleyhine ne de İslam’ın lehine tek bir söz etme hakları bulunmaktadır. Bilgisiz ve temel dayanaktan yoksun yığınların sorgulamak yerine nefislerini okşayan dünyevi yalanlara meyletmeleri, şüphesiz bir lanetin sonucudur.

Sözde Allah’a, peygambere ve Kur’an’a iman ettiğini iddia edenlerin para ve makamı amaç edinerek bedel biçilmez inançlarına fiyat etiketi koymak suretiyle Allah ve Atatürk takiyelikleri; ahrette Allah, dünyada Atatürk itikatlarını meşrulaştırmıştır.

Müslüman bir Türk olan Mustafa Kemal ile İslam karşıtı İngiliz Atatürk muamması her ne kadar gizemini sürdürse de, Atatürk’ün ”Bizim devlet idaresindeki ana programımız CHP programıdır” açıklaması, Türkiye anayasasının bir cumhuriyetle değil CHP diktatörlüğüyle tanzim edilip yönetilmekte olduğuna açık bir itiraftır.

Laikliğe bağlı diyanet ve ilahiyatçıların İslam’ı temsil etmeyip vahiy kriterlerinde bir Müslüman olmadıkları ayet ve hadislerle ortada ise de, rejime gözdağı vermeyip zarar getirmeyecek hükümleri vaaz etmeleri damarsı bir etkiyi sağladığından İslam sözcüleri olarak kabul görmektedirler.

CHP’nin değişmez genleri seçim dönemlerinde başkalaşabilmekte; sekülerizmden ödün vermeyen kökten duruşu, halkın desteğini kazanabilmek maksadıyla geçicide olsa asla sindiremediği İslam’i argüman ve kişiliklere mecbur bırakmaktadır. Daha açık ifade etmek gerekirse tamamen bir din sömürüsü yapmakta, İslam referanslı müftü, imam ve ilahiyatçıları vitrinine koyarak riyakâr bir manipülasyonla sahibi olduğu devletin başına geçebilmek için her türlü maskeyi mubah saymaktadır. Öyle ki yasaklayıp tehdit görerek yok edilmeleri için kellelerini uçurduğu tarikat ve cemaatlere bile kucak açabilmektedir.

Necmeddin Erbakan’ın başbakanlığı döneminde tarikat şeyhlerine iftar yemeği vermesini rejimin yıkılması adına düzenlenmiş bir tertip provokasyonuyla cuntacıları göreve çağırıp 28 Şubat darbesini yaptırtan CHP, bugün bir tarikat şeyhinin ilahiyatçı torununu parti meclisine alabilme, ezeli düşman olduğu Gülen cemaatine sıcak mesajlar gönderebilme, Cübbeli Ahmet ve diğerleriyle yakın işbirliğine girebilme oportünizmini hazmedebilmektedir.

Oysa prensiplerini gökten indiği sanılan kitapların doğmaları yani vahiyle bir tutulmaması gerekliliğini, ilhamlarını Allah’tan değil hayattan aldıklarını vurguladıkları halde dine ve Müslümanlara muhtaç kalarak ilkelerine bedel biçmeleri; ne kadar içtensiz, güvensiz, yalancı, sinsi ve pespaye olduklarını kanıtlamaktadır.

Nakşibendi Şeyhi Halit Hoca adlı bir zatın üzerinden rant sağlayabilmek amacıyla ilahiyatçı torununu parti meclisine almakta ne kadar zorlansalar da, tıpkı Yaşar Nuri Öztürk gibi seçim akabinde dışlayacaklarına şüphe bulunmamaktadır. O ilahiyatçı torun da Yaşar Nuri Öztürk gibi Allah ve Resulüne kayıtsız-şartsız bağlı bir İslam olmamasına rağmen dini kimliği CHP’de barınmasını imkânsız kılmaktadır.

Peygamberimizin yüce adını taşımaya layık olmamasından ismini zikretmek istemediğim o torun öyle hırslı ki, önce Ak Parti’ye aday adayı olmak istemiş ancak arkadaşı bir milletvekilinden seçilmeyeceği istihbaratını aldıktan sonra aday olmaktan vazgeçmiş, ardından Mehmet Ağar’ın danışmanlığına kapak atarak meclise girebileceğini düşünmüş, DYP’nin lağvedilmesi ve iddiasını kaybetmesi sonrasında hiçbir Müslüman’ın asla kabul edemeyeceği CHP ilkelerini sindirerek partide görev almıştır. CHP olmasaydı BDP ya da İşçi Parti’de ısrarcı olacağına şüphe yoktur!
Söz konusu torun, şeytan misali bilgisiyle ikna edici bir üslup taşısa da İslam’i düzen yerine laik bir modern düzeni savunması, dindışı bir ilahiyatçı olduğunu kanıtlamaktadır. “CHP’yi çok önemsiyorum çünkü Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran ve Türk toplumunu modernleştiren partidir. Modernleşme, Türk milletinin binlerce yıllık tarihindeki en önemli kırılma noktasıdır. Bu sayede Kanuni döneminden daha güçlüyüz bugün” ifadeleri, hiçbir yoruma mahal bırakmayacak münafıklık ve inkârcılığını ortaya koymaktadır. Dikkat ettiyseniz üç kıtada adaletle hükmeden ve dünyaya egemen olan Kanuni Sultan Süleyman’ı dahi küçümseyerek, CHP ile daha güçlü olduğumuz söyleyebilecek kadar haddi aşabilecek bir yalakadır.

İslam maskeli laik ve modern torun, CHP’nin tanrısal söylem geliştirmesi yönünde Kılıçdaroğlu’nu etkilemesi “Ben Kemal’im, ol dedim mi o şey olur” haykırışına yol açmış, dolayısıyla kendini tanrı zanneden söyleminden dolayı bir deli imajı doğurtarak hem CHP’yi hem de memur Kemal’i trajikomediye dönüştürmüştür.

Laik bir ilahiyatçı olmasına bakmaksızın Türkiye’deki Müslüman işadamlarını eleştirerek, ‘muhafazakârlar zenginleştikçe laikleşiyorlar’ yaklaşımı ve Maun Süresine atıfta bulunarak namaz kılanları dolaylı bir tenkitle hak yemekle suçlaması ardından Allah’ın ayetlerini yalan sayıp alay eden, namaz kılmayı gericilik addeden CHP’lileri zarif ve derin bir ince dindarlıkla çizgisinde olduklarını övmesi, neden CHP’ce kabul görüldüğüne açık bir delildir. Acaba yüce peygamberimiz, halife ve sahabeler; CHP’liler gibi zarif ve derin bir ince dindarlık çizgisinde değiller miydiler? CHP’liler gibi modern bir dini yaşamıyorlar mıydı? Müslümanlar fakir olduklarından mı kadercilik olan Mutlak İrade’ye teslim oldular? Öyleyse benim gibi birçok zengin, neden kadercidirler?

Nisa 74 ve En’am 32 gibi birçok ayette dünyayı ahiret için satanlara cenneti müjdeleyen Allah’ın buyrukları apaçık ortadayken; İslam’ın en büyük emirlerinden birinin toplumların ekonomik refahını geliştirme sorumluluğu olduğunu belirten laik torun; hangi ayet ve hadiste ekonomik refah için mücadele edilmesiyle ilgili bir hüküm kanıtlayabilir? Böyle bir iradenin Allah’ın inisiyatifinden başkasında mevcut olabildiğini ispatlayabilir mi? Rızkı verip zengin ve yoksulu belirleyen Allah olduğuna göre; iddia ettiği nasıl bir irade yoksulluğu yenebilir ve dilediğini zengin edebilir? Allah’ın iradesi ve takdirini aşabilecek bir iradeye mi sahipler ki yoksulluğu yok edip ekonomik refahı muktedir kılabilecekler? Sağlıklı ve kaliteli bir dindarlık ne demektir? Rehber edinilmesi gereken Kur’an ve Peygamber mi, yoksa CHP mi? Neden dini grup ve cemaatlerin gücünden çekiniyorlar?

Birçok çelişki ve saplantılarda bulunan şeyh torunu, geçici bir makam sevdası uğruna ayetleri az bedel karşılığı satması, şöhretiyle sivrildiği dedesine ihanet etmesi kâfirliğini ve hainliğini tescillemiştir. Oysa Hz. İbrahim’in babası, Hz. Nuh ve Hz. Lut’un oğulları, Hz. Peygamberimizin amcası ve birçok akrabası iman etmeyen kâfirler olmasından, kimin neyi olduğunun bir önemi var mıdır?

O torunun ifade ettiği gibi; eğer Türkiye’de okumayan ve sorgulamayan bir dindarlık olmasaydı, şeytanın taşlanması misali taşlanmaktan kurtulamayacağı, şeyh torunu olmakla bir ayrıcalığa ulaşamayacağı bilinirdi.

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36

“O azabın sebebi, Allah’ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.” Bakara 176

“Bizim ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” A’raf 40

Hiç yorum yok: