6 Ağustos 2009 Perşembe

Yaratıktan korkup Yaratıcı’yı satıyorlar…

Allah, Maide Süresi 44. ayette: “İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığı satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmez ise işte onlar kafirlerin ta kendileridirler.” diye buyurarak; Yaratıcı Allah’ı yasa ve düzen yapıcı olarak tanımayan; bireyle birey, bireyle toplum, toplum ile devlet arası ilişkileri ve hukuk düzenleyicisi egemen tek varlık olduğunu kabul etmeyen, vahyin ifadesiyle kafirdir.

Yaratıcı’yı değil de yaratığı tanrı edinircesine anayasa kurucusu bellemek, hiçbir aklın ve muhakemenin razı olmaması gereken bir hezeyandır. Sözde düşünen akılların böylesi bir yanlışta ısrar etmeleri, mutlaka müdahasel bir saptırmanın neticesidir. Bu sebeple yaşanılan dinsel ve bilimsel gerçekler hiçbir fayda temin etmemekte, “o kitap” ta yazılan kadersel süreç uyandıramamakta, dolayısıyla şeytanın dostları olmaktan kurtulunamamaktadır.

Böylece Allah’ın hükümlerini ve siyasal hukuk sistemini gericilik gerekçesiyle reddedip, çağdaşlık adına şeytanın adımlarını takip eden bireyden topluma kadar her insan ve devlet, gizli satanist ve satanizmdir. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması toplumsal bir cinayet ve felakettir. Allah, Enbiya Süresi, 95. ayette: “Kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Halbuki hepsi bize döneceklerdir.”

Salt bir mantıkla; neyin doğru veya yanlış, neyin iyi veya kötü, kimin egemen veya tutsak olduğunu kavrayabilmek son derece basittir. Eğer bireyi veya toplumu insan yaratmış ise, onun yasa yapma hakkı, Yaratıcı Allah yaratmış ise, O’nun yönetme ve düzen kurma hakkı meşrudur. “İnsan, Allah için yaratılmışsa Allah’ a karşı direnmenin anlamı nedir?” Pascal

İnsan fıtratı, aklı, duygusu ve kaderini yaratamayan, denetleyemeyen ve geleceği bilemeyen, dualiteyi yok edip kötülüğün ve musibetlerin önüne geçemeyen bir iradenin, yasa yapabilmesi, mutlak ve egemen olabilmesi mümkün müdür?

Eğer laik devlet; Allah’a, yani kadere meydan okuyarak, yönettiği halkının mal ve can güvenliğini garanti altına aldığını taahhüt etmiş ise, o takdirde gereğini yapmalı ve hiçbir ferdini hüsrana ve hezimete uğratmamalıdır. Aslında sorumlular doğrudan suçlular değil, vaatlerini tutamayan laik devletlerin ta kendileridirler.

Toplumların her açıdan karşı karşıya oldukları sıkıntı, korku ve kederlerine çare bulamayan laik iktidarlar, çeşitli çıkarlarla hegemonyaları altına aldıkları sözde din adamlarıyla gerçekleri saptırtmakta, böylece başarısız ve aciz varlıklarını sürdürebilmektedirler.

Oysa din adamları; güya iman ettikleri Allah, Resulü ve kitapları adına adaletle şahitlik etmeli, bedeli her ne olursa olsun biçare insan veya iktidarlardan korkmayarak ya da işbirliğine kalkışmayarak, sürekli dile getirdikleri ahiret, cennet ve cehennemin gereği gibi davranmak zorundadırlar. Ancak onlar gerçekte iman etmemiş, sırf lüks bir geçim, saygınlık ve şöhret sağlayabilmek adına, bir çıkar bilinciyle hareket etmekteler, hurafesel ezberleriyle inananları veya iman etmek isteyenleri büsbütün yoldan çıkarmaktadırlar.

Vayhi siyasetten, devletten, yani iktidardan uzaklaştırıp, kutsal bir kültür ve bireysel bir ibadete dönüştürerek tanrı ile kul arasına sıkıştırmalarından, hem umutla bekleyen toplumlara, hem de Allah’a ihanet etmektedirler.

Ballandırarak anlattıkları hurafeleri bıraksınlar da, vahyin ışığında nasıl bir yönetimin olması gerekliliğini; Yaratıcıya olan iman ve inancı reddeden ateist dogmalı laik düşünceyle karanlıktan aydınlığa çıkılamayacağını ve vahyi dışlayan böylesi bir idare altında yapılan ibadetlerin ve yakarışların hiçbir değer taşımadığını kanıtsal ayetlerle ifade edip, Allah ve Resulünün emrettiği doğrultuda doğru ve dürüst davransınlar. Bilgilerini satsalar da, Allah’larını satmasalar.

Kur’an’a muvaffık olmayan, hatta tamamen aykırı rivayetler ve peygamberimize attıkları iftiralarla kendilerine din kurarak bölük bölük ayrılan münafıklarla Müslümanların bir işi olmamalı, taşıdıkları Müslüman kimliklerinden şeref ve izzet duyarak, şeytanın çağdaş oyununa gelmemeli ve hiçbir komplekse kapılmamalıdırlar. Her din adamının kendi cemaatiyle esip gürlediği öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, vahiy yerine hurafeler ve uydurma rivayetler referans alındığından, Kur’an lanet yağdırmaktadır.
Allah, Rum Süresi 32. ayette: “Dinlerini parçalayan, bölük bölük olan her fırka, kendi yanında olanla sevinir.”
En’am Süresi 159 ayette ise: “Dinlerini parça parça edenler, bölük bölük olanlar yok mu; senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra O, ne yaptıklarını kendilerine haber verecektir.”

Acaba dünya malı ve makamının gözleri kör, kulakları sağır ve kalpleri kararttığı bir alçaklıktan aydınlık bir üstünlüğe dönebilmeleri mümkün mü ki, cesur ve imanlı adımlar atabilsinler?

“İslam devletinin olmadığı bir yerde, İslam’i müesseler kurmak, ölünün kırık kolunu tedavi etmek gibidir” sözü; diyanet, ilahiyat veya vakıf gibi dini müesseselerin ve din adamlarının içinde bulundukları ihaneti özetlemektedir.

Berat gecesi sebebiyle İslam düşmanı medyanın satın aldığı hocalar, yine hurafelerle insanları kandırmış, kaş ve gözlerini oynatarak, bir artist edasıyla şovsal dualar yapmışlardır. Özellikle Aydın Doğan’ı cennete götüreceği düşünülen ve hurafeliğin bayraktarı olan Nihat Hatipoğlu adlı hocanın samimityetsizliği yüz ifadelerinden aşikar olup, kalbindeki şüphe ve tereddütlerle görevini ifa ettiği dikkatlerden kaçmadığı kanısındayım. Onun gibi para karşılığı vaaz eden laik devletin ve vahiy düşmanı kurumların taşeron din hatipleri, vahyi paçavraya çevirerek, o söz konusu mihraklara peşkeş çekmekte, dolayısıyla vahyi yok edebileceklerini düşünmektedirler. Ancak hiçbir çıkar düşünmeyen ve Allah’tan başkasından korkmayyıp adaletle şahitlik eden kimseler hidayete ermişlerdir ki, sadece onları dinleyip itibar ediniz. Allah, Yasin Süresi 21. ayette: “Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tabi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir.” buyurmaktadır.

Berat gecesi ile ilgili söyledikleri ise tamamen gerçek dışıdır. Berat gecesinde yeni hiçbir şey yazılmamakta ve tayin edilmemekte olup, ruhların yaratılıp “O KİTAP” ta takdir edilen lehte veya aleyhteki kaderleri, o gece sadece güncelleşmektedir. O gün yakararak af dileyen veya isyan etmeye devam edenler de, yine haklarında yazılan kaderlerinin kaçınılmaz bir
sonucudur.

İnsanlara İslam’ı sevdirmek, hidayete erdirmek veya imana götürmek maksadıyla Allah’ın hükümlerini savsaklamaya cesaret edenler, bilmelidirler ki böylesi sapıkça bir yetkiye ve toleransa haiz değiller ve peygamberler de bu tür davranışlardan kaçınarak, iman etmeyen babaları, kardeşleri, akrabaları, eşleri veya çocuklarına karşı bir kayırmaya yeltenmeyerek, hidayete erdirememişler, gerektiğinde ise uyarılmışlardır.

Peygamberimize atfedilen “Dini zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız” yaklaşımı, Allah’ın asla tartışılmaz hükümlerine bir müdahale olur ki, tamamen yalandır. Allah ne emretmiş ise, peygamberler dahi her kul ona itaat etmek, kayıtsız ve şartsız teslim olmak zorundadır. İster uyar, ister uymaz, isterse onlar gibi eğip bükersin. Ya sonra...

Kur’an dışında sözde hangi hadis, rivayet ve hurafeyle karşılaşırsanız, mutlaka Kur’an’da karşılığını sorunuz... Siz doğruluğa devam edin ve o bilmezlerin yolundan gitmeyin.

Her Müslüman’ın yapması gereken dua:

“Ve bizi rahmetinle o kafirler topluluğundan kurtar.” Yunus. 86

Hiç yorum yok: