1 Ağustos 2009 Cumartesi

CHP, acımasız bir bölücüdür…

Laiklik ve Atatürkçülük adına milletimizi kamplara bölerek birbirine düşman kılan CHP; kendi gibi Kemalist dine mensup Genelkurmay, yargı, üniversite ve medya gücüyle bölücü propagandalar, fasit yasalar ve psikolojik baskılarla yıkımın alt yapısını öyle hazırlamışlardır ki, farklı düşünce ve inanç taşıyan toplumumuzu kin ve nefretle doldurmuş, hak din İslam’a cephe almışlardır.

CHP’nin değiştirilemez, hatta değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilkeleriyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, apaçık bir CHP diktatörlüğü olup, Müslüman halkına ve farklı etnik taşıyan toplumuna amansız bir hasım olmayı sürdürerek, tabanda da aynı düşmanlığın ve kırılmanın artarak devam etmesine neden olmuşlardır.

Özellikle Müslüman kadının örtüsünü bir bez parçası, bir irtica ve bir ilkellik gören laik ve Kemalist anlayış, vahye karşı olan habis duruşunu öyle şiddetlendirmiş ki, Müslümanların görsel ve göksel yaşamlarını sınırlandırarak ve dışlayarak kamudan, iş hayatından ve eğitimden uzaklaştırmış; vatanları uğruna canlarını veren şehitlerin geriye bıraktıkları dul ve yetimlerini esarete mahkûm ederek, asla bağışlanamaz ihanetiyle temel hak ve hürriyetlere zincir vurabilmişlerdir.

Hatta geçmişte; kendini var edebilmek adına canlarını veren şehitlerin geriye bıraktıkları kadınların geçimlerini sağlamayarak ve namuslarına sahip çıkmayarak, “Manukyan” adlı Ermeni bir genelev patroniçesine sermayedar yapabilen devlet, yıllarca şehitlerin namuslarını satan bir patroniçeyi vergi ödülleriyle onurlandırabilmişti.

Taktıkları türbanlardan dolayı sokakta aşağılanan, hakarete uğrayan ve bulundukları yerden kovulan birçok türbanlı okuyucumun feryatlarına, özel bir sektörde çalışmak isteyen türbanlı üniversite mezunu bir kızımızın da medyaya akseden aşağılanması, Türkiye’nin nasıl bir felakete sürüklendiğine en somut delildir.

Sırf türbanlı olduğu gerekçesiyle işe alınmayan kızımıza firma yetkilisinin gönderdiği resmi mail, yeni bir Kurtuluş Savaşını zaruri kılabilecek haklılıktadır.

“Şeyma Hanım;
Başvurunuzu inceledik. Üzgünüz. Laik Atatürk Türkiye'sinde yaşayan, cumhuriyet çocukları ve muhafızlarından oluşan bir kurum olarak sizin gibi başörtüsü, türban, tesettür şeklindeki bez parçalarını dini inançlar ile hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen bu şekilde gösteren, tamamen siyasi amaç güden, din üzerinden ticaret, din üzerinden siyaset yaparak din sömürüsü yapan insanları bünyemizde barındırmıyoruz.
Unutmayınız; Demokrasi gericiliğin önünü açmak değildir.
İş arayışınızda başarılar.
Fatih bölgesini denemenizi şiddetle tavsiye ederiz.

İyi Çalışmalar.. Emir Onur Çilek Çilek Grup Gönderme tarihi: 22 Temmuz 2009 Çarşamba”

Bunun gibi ve bundan çok daha beter nice örnekler…

Türbanlı ana-kızın sabah koşusu yaptığı Suadiye sahilinde yanlarına yaklaşan bir kaç bayanın “burası sizin yürüyebileceğiniz yer değil, Fatih’e gidin” ya da lüks bir alış-veriş merkezinin mağazasını gezen türbanlı bir bayanı gören yaşlı bir çiftin “buranın havası değişti, hemen dışarı çıkalım” gibi binlerce aşağılayıcı tacizlerin sorumlusu o sefiller değil, onları kışkırtıp nifak sokan “bölücü laik devletin” ta kendisidir.

Laik ve Kemalist jakoben medyaşörler, yaşanılan gerçekleri örtbas edebilmek ve saptırabilmek amacıyla güya türbanlıların diğerlerine baskı uyguladıkları yalanıyla ürettikleri “Mahalle baskısı” gibi bir kavramla haklı çıkabilme yaygaraları, şüphesiz yaşanılan aşağılayıcı esareti gizlemeye yetmemektedir. Yaratık, bir tanrı mı ki açık ve kapalı konusunda herhangi bir yaptırımı kendinde görebilmekte ve kıstaslar getirebilmektedir?

Beş yılda bir yazılan, ana ilkeleri ve tehlike odakları asla değiştirilmeyen devletin gizli anayasası “Kırmızı Kitap”, MGK’ca hazırlanan bir Siyaset Belgesidir. Sözde Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit eden olayların yer aldığı siyaset belgesinde; Genelkurmay, iç siyasetin komutasında hareket etmekte, birinci sıradaki tehlike “İrtica”, ikinci sıradaki tehlike ise “Kürtçülük” olup, bu sıralama hiç değişmemektedir. Devleti var edip koruyup gözeten milletin Müslüman ve Kürt kesimi, tehlikeli birer düşman olmakla hedef gösterilmekte, dolayısıyla toplumumuzda bu paranoyadan fevkalade etkilenerek, birbirine düşman kesilmektedir.

Devletin “gizli anayasası” olan MGK Siyaset Belgesi, yani “Kırmızı Kitap” eski Genelkurmay Başkanı ve DYP milletvekili Doğan Güreş’e göre; “bütün politikaların tanrısıdır, anayasasıdır.”

Resmi anayasal açıdan hiçbir meşruiyeti olmayan MGK’nın Meclisi, hükümeti, milleti ve devleti güden despotizmine karşı konamaması ve lağvedilememesi, şüphesiz yıkıcı sorunları daha da derinleştirmiş, ülkeyi parçalanmaya götürmüştür.

Dış güvenlik ile ilgi hiçbir tasa taşımayıp, sürekli iç güvenliği bahane ederek, milletin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden Genelkurmay diktasındaki MGK, Türkiye’nin milli menfaatleri ve milli hedeflerini acze uğratarak, bütünsel gücüne büyük zararlar vermektedir.

Oysa TSK komutasını yürüten Genelkurmay’ın anayasaca belirtilen görevi, ülkeyi dışarıya karşı savunmaktır. Meclise, siyasete, hükümete ve millete müdahale etmek, düşünce ve inançlarına savaş açmak değildir.

Sözde seçilmiş milletvekillerini, meclisi ve hükümeti hegemonyası altına alarak, “gizli anayasa”sını uygulattıran MGK, mutlak surette yaşatılmamalıdır. Milletin söz hakkı olamadığı bir ülkede seçimler manipülasyondan öte hiçbir değer taşımamakta, bundan dolayıdır ki “oy” kullanarak onlara meşruiyet tanınmamasını öğütleyerek, her ne etnik, düşünce ve dinden olursa olsun, herkesin birbirine tahammül edip, hoşgörüyle birarada yaşamasının üzerinde durmuştum. Tıpkı Hz. Muhammed, halifeler ve Osmanlı devrinde olduğu gibi…

Ancak kim kime saldırır, sindirmeye kalkar, düşünce, inanç ve ırkına hakaret ederse, bilinmelidir ki karşı tarafında bilmukabele de bulunma hakkı Allah’ın emridir. Sert olana karşı sert, nazik olana karşı nazik olabilen bir insandır.

“Laik olmayan insan, insan bile değildir. Onların kanından şüphe ederim”, “Atatürk milliyetçisi değilseniz, vatan hainisiniz”, “Eğer eşlerinizi sizi dinlemiyorlar da dini inancımız falan diyorlarsa, onları boşayın” gibi alçak ve bölücü ifadeler, unutulmamalıdır ki MGK eski genel sekreteri ve Ergenekon Terör Örgütü üyesi Tuncer Kılınç ve eski Anayasa Mahkemesi başkanı Yekta Güngör Özden’e aitti.

Sürekli Müslüman Türkiye milletini aşağılayan ve ağza alınmayacak sözlerle tehdit eden Kemalistler, vahye iman etmiş Müslümanları nasıl düşman bellemişler ise, Müslümanlar da onlara hiçbir taviz vermeden karşı koymalıdırlar. Aksi takdirde aşağılık bir köle olmaktan kurtulamazlar. Onların sizlerden razı olmasına, övmesine, itibar göstermesine asla önem vermeyiniz. Onların sizleri nasıl gördüklerinin hiçbir önemi olmamalıdır. Çünkü en büyük güç, itibar ve şeref, Allah ve Resulünün yanında olmaktır.

Hiçbir din, siyasetten, yani devlet yönetiminden ayrı tutulamaz. Aksi takdirde o din olmaktan çıkar ve basit bir kültüre dönüşür. Kemalizm de tanrısı ve ilkeleri olan bir dindir ve Türkiye’deki siyaseti yönlendirmektedir.

Önce dinin ve siyasetin ne anlam ifade ettiğini, kavramsal açılımını öğrenin ki, yaratıcınız Allah’ın koyduğu kuralların siyasi mi yoksa kültürel mi olduğunu kavrayın. Vahiy düşmanı Kemalistlerin bir yaratığı tanrı edinerek ilke ve inkılâplarını kutsallaştırıp siyasallaştırmalarının asıl amacını tahlil edin, neden ısrarla irtica adına vahye savaş açtıklarını anlamaya çalışın.

Çünkü onlar öyle sinsi ve korkaktırlar ki, hedeflerinin doğrudan vahiy olduğunu itiraf etmekten kaçınır ve irtica gibi muğlâk ve yabancı bir kelimenin ardına sığınarak, tıpkı laikliğin Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklı tanrı gören anlayışını gizlemeleri misali, Müslüman olduklarını vurgulayan haçlı ajanları gibi, alttan alta asimilasyon amaçlarını sürdürmektedirler.

Artık o güvendiğiniz ilahiyatçılar, hocalar ve politikacılarınızın hırssal çıkarlarına alet olmayınız ki, güç, itibar ve şeref bahşeden dininize, kitabınıza ve Müslümanlığınıza fiyat etiketi biçmeyiniz. Çünkü kabul edilmiş bir yanlışlık, kazanılmış bir zehirdir. Gascoigne.

“Bilmiyorlar, bilseydiler yapmazlardı.Hz. Muhammed (S.A.V)

Unutmayınız ki, bir toplumu mahvetmenin yolu akılları karıştırmaktır. Einstein, dinsiz bir bilimin topal olduğunu ve inanmamanın imkânsızlığını tespit ettiği halde; devletsiz, siyasetsiz bir din olabilir mi?

Dinsiz bir bilim, nasıl ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüşüyor ise, dinsiz bir devlette; siyasetin, hakkın, adaletin ve vicdanın olmadığı acımasız bir diktatörlüğe dönüşmekte, hürriyetler gasp edilmektedir.

Başkalarının süslü ve yaldızlı abartılarını izleyerek, onları “bilge-tanrı” yapacağınıza; neden dinledikleriniz ve öğrendiklerinizi araştırarak ve sorgulayarak, “bilge-kul” olmuyorsunuz?

“Politikacılar ve din adamları tıpkı hırsızlar gibidirler. Hırsız para ve eşya çalar, onlar inançları, umutları, bağımsızlığı, erdemliği, gücü, imanı ve namusları çalarlar.”

Hiç yorum yok: