3 Mayıs 2009 Pazar

Döndüm, ama…

Müslüman olmayanların girmesinin haram emredildiği kutsal Mekke ve Medine’deki gözlemlemelerim, neden Müslüman toplumların hor ve hakir bir yaşama ve siyasi bir müstemlekeye mahkum edildiklerini tartışılmaz bir gerçekle müşahede etmeme neden olmuştur.

Sözde ibadet amacıyla toplanan yığınların samimiyetsiz itikatları, saygısız ve şirksel davranışları; taptıkları yaratıcı Allah’larına dosdoğru iman edememelerinin bir sonucudur. Materyalizmin maneviyatsal mutasyonu akıl almaz paradoksları doğurmuş, dolayısıyla Allah’ın ve vahyin ruhsal önemi, maddeye indirgenerek bambaşka inançların ve gizli tanrıların oluşmasına yol açmıştır. Farklı inanç yorumları ve görüşleri her ne kadar İslâm’dan türemiş olsa da, kayıtsız-şartsız imanı bir teslimiyet taşımadıklarından Allah’la bütünleşememekte, kendilerince dini bir mastürbasyon yaparak tatmin olmakta, böylece Allah’ın vahyettiği kulluğa erişememektedirler.

25 yıl önceki o duygusal yoğunluğu ve rahmeti tadamamış, başta ceberut Suudi askerleri olmak üzere farklı milletlerdeki insanların yanlışlarına müdahale etmekten, maalesef gerekli hazzı alamamış olmanın üzüntüsüyle ziyaretimi tamamlamış bulunmaktayım. Kâbe ve Mescidi Nebevi’yi hapseden o modern ve ürkütücü yüksek binalar, kendini tanrılaştıran barbar Suudi yönetimi; materyalist kapitalizmin ve totalitarizmin tüm çirkinlik ve benliğini sergilemektedir.

İlk İslam devletinin kurulduğu yer olan ve peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) halifelik yaptığı Medine, artık merhametin, hakkın, adaletin, eşitliğin ve hoşgörünün olmadığı oligarşi derebeycilerce idare edilmektedir. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali devrinde asla görülmemiş bir diktotarya, Suudi emirlerince uygulanmakta, emir’in geçtiği yollar kapatılmakta, inananlarla aralarına aşılamaz duvarlar örülerek, hoyrat emirlere tanrısal hüviyet kazandırılmıştır. Kölelerine sevgi ve saygı göstererek her şeylerini paylaşan, imani kardeşi açken kendi tok olmayan, halkının barınağı olmadan kendine barınak yapmayan, toplumunda en alt seviyede yaşayanları kendilerine düstur edinen, Müslümanlar güven içinde olmadan kendilerini emniyette hissetmeyen, zaruri geçimlerinin dışında bir harçlık, hatta bir elbise ve bir tas fazla yemeği dahi kendilerine haram sayan, devlet gelirini halkına eşit paylaştırıp ayırım, gösteriş ve israftan ısrarla kaçınan, inançları her ne olursa olsun zulme uğrayan her kesime ekonomik ve askeri yardım eden, tamamen eşit şart ve koşullarda yaşayan asrı saadet bir devrin kapanıp, sömürgeci bir alçak düzenin egemen olması, kutsal Medine’nin ehemmiyet ve ayrıcalığını bitirmiş, tüm İslâm dünyası etkilenerek, zillete mahkum olmuşlardır.

Kâbe’nin 128.4 metrekare alan üzerine kurulu ve yaklaşık 13 metre olan yüksekliğine hoyratça meydan okuyan Suudi Krallığı, tam yanı başına yüzlerce metre yüksekliğinde korkunç binalar yaparak, güya Allah ile yarışmakta, ama ne ABD, ne de İsrail’e karşı aynı cesareti gösteremeyerek, Müslüman toplumların aleyhine işbirliğine girişip, geçmişte Osmanlı’ya yaptığı gibi hainliğini sürdürmektedir.

Materyalist ve kapitalist Suudi Krallığının Kâbe’ye olan saygısızlığı, Kral Halid’in Kâbe’nin yanı başına yaptırdığı saray ile başlamış ve günümüzde 500 metreyi aşan yükseklikteki otel ve binalarla doruk noktaya ulaşmıştır. Oysa Osmanlı Devleti, yüce Allah’ın müminlere hediye ettiği mabet olan Kâbe’ye öylesine saygı göstermişti ki, Kâbe’nin etrafını çeviren kubbeli yapıları (revaklar), Kâbe yüksekliğini aşmayacak şekilde inşa edilmiş, planları da Mimar Sinan tarafından hazırlanmıştı.

İslâm düşmanı haçlıların taşeronu münafık Suudi Kralı Abdullah, Allah’a secde eden Müslümanların kıblesi Kâbe’nin eteklerine boyun eğmektense, kendine 595 metre yüksekliğindeki yedi yıldızlı Al Baid kulesinin tepesinde saray yaptırarak, Kâbe’ye, Müslümanlara ve dolaylı olarak Allah’a meydan okumakta, dolayısıyla şeytandan farksız bir azametle benliğini yüceltip, Kabe’ye hükmeden sarayını kıble, kendine de secde ettirmek istemektedir. Çünkü o, şeytandan da daha alçalmış bir benlikle kendini tanrı görmekte ve zannınca yerleşeceği gökyüzünden ahkam kesebileceğini düşünmektedir.

Müslümanlara ait olan kutsal Mekke ve Medine’nin Suudi Krallığının yönetiminden kurtarılması, umulur ki İslâm’ın dünyadaki egemenliğinin yeniden tesisine yol açacak bir tetiklemeyi yapacaktır.

Müslümanların bütünlüğü, rahmet ve bereketi, ancak Mekke ve Medine’nin işgalden kurtuluşuyla mümkündür. Doyumsuz bir aşk ve tazimle gelen Müslümanları aşağılayan, darp eden, hırpalayan ve horlayan Suudi yönetimi, mutlaka hakkettiği karşılığı görmeli ve işgal ettiği topraklardan püskürtülmedikçe, Müslüman dünyasının bağımsızlığa kavuşabilmesi ve layık olduğu düzeye ulaşabilmesi mümkün olamayacaktır.

Mekke ve Medine ağlıyor... Destek veren yahut sessiz kalan tüm Müslümanlara (kimliklere) lanet yağdırıyor…

Fiziki varlıklarını sürdürmesi asla yanıltmamalı, ilâhî maneviyatı çökerten Suudi yönetiminin turistik maddi çıkarları, iktidarıyla birlikte mutlaka kökten lağvedilmelidir…

Mekke ve Medine birer haram şehridirler, kâfirlerin girmesi nasıl yasak ise, münafıkların girmesi de yasaktır. Suudi Krallığı; Allah’a, İslâm’a ve Müslümanlara ihanet etmelerinden dolayı münafıktırlar, dolayısıyla Mekke ve Medine’ye girmeleri yasaklanmalıdır. Aksi takdirde o lanet, daha da artarak tüm insanlığı yerle bir edecek, huzur, barış ve iyi olan ne varsa yok olacaktır.

Emperyalist barbar ABD ve İsrail’in Müslüman toprakları işgal etmeleri gibi, kadim dostları Suudi Krallığı da, Müslümanların kutsal şehirleri Mekke ve Medine’yi işgal etmiştir. Dünyadaki barışın ve adaletin yolu, ancak Mekke ve Medine’nin hain Suudi Krallığından kurtulmasından geçer…

Zorba ve azgın Suudi Krallığı; 2001 yılının Ramazan ayında, Kabe imamlarından Şeyh Muhammed El Musini’nin Müslümanları katleden ABD ve İsrail karşıtı bedduasından ötürü gözaltına almış ve tutuklamıştır. Sözde Müslüman olan Suudi halkı, ne acıdır ki haksızlık karşısında susarak dilsiz şeytan olabilmişlerdir. Zaten bu halk, barbar münafık Krallığı devam ettiren sefil halk değil midir?

O dua…

Ey şan şeref ve izzet sahibi Allah’ım...
Ey alemlerin en büyüğü, en mükemmeli, en yükseği, en yücesi Allah’ım!
Senden izzet ve kuvvet istiyoruz.
Yolunda savaşan mücahidlere yardım et.
Allah’ım onların her daim yanındasın ve onlar da Sen’inle,
Onlara zafer ver, onları güçlendir.
Allah’ım onların görüşlerini birleştir,
Onların silahlarını aynı hedefte birleştir,
Kelimelerini birleştir ve Allah’ım onların kalplerini ıslah et,
Allah’ım o mücahideri kendi elinle düşmanlarından koru.
Allah’ım düşmanların birliklerini yerle bir et,
Ve onların birliklerini mahfet,
Ve onların gücünü zayıflat,
Ve onların gönüllerine korku yerleştir.
Allah’ım bizim kaderimiz senin elindedir,
Ve bizim işlerimizin tümü, Sana döner,
Ve bizim durumumuzdan habersiz değilsin,
Biz ızdırabımızı Sana bildiririz,
Üzüntümüzü ve şikayetimizi de Sana bildiririz,
Zalimlerin adaletsizliğini yalnız Sana şikayet ediyoruz,
Ve facirlerin zulmünü,
Ve ihanet eden suçluların cezasını,
Sanadır Allah’ım, Hristiyanların tüm kinini nefretini, adaletsizliğini Sana şikayet ediyoruz,
Allah’ım karanlığı (kötü hükümdarlık) zalimler gerçekten uzattılar,
Dinsizlerin kinleri derine uzanmış,
Ve yöneticiler suçlular...
Allah’ım onları üzerine doğruluk eli gönder,
Kötülüğü onunla kaldır,
Ve bizim izzetimizi geri döndür,
Ve onunla düşmanımızı yok et,
Allah’ım, onların zulüm ve adaletsizliklerini Sana bildiriyoruz...
Allah’ım, küfrün ve fesadın merkezi olan Amerika’nın kuvvetini başlarına geçir,
Allah’ım onların tümü Senin farkında, onlar senin arzında fesadı yayıyorlar,
Ve onlar senin kullarını öldürdü ve onlar Senin dinini aşağıladılar,
Allah’ım Sen hepsinden haberdarsın ve hepsinden güçlüsün,
Allah’ım onlara gücünle karşılık ver,
Allah’ım onlara Ad kavmine gönderdiğin fırtınayı gönder,
Ve onlara Semud’un çığlığını, Nuh kavminin tufanını gönder,
Allah’ım gökyüzünü onların başlarına geçir,
Ve yeryüzünden dağıt,
Allah’ım onların devletlerini parçala,
Allah’ım onların ülkelerini böl ve şiddetle parçala,
Hay ve Kayyum Allah’ım,
Kullarını güçlü yumruklar kıl,
Allah’ım mücahidlere direnişli kalmayı bahşet,

AMİNAMİNAMİNAMİNAMİNAMİNAMİNAMİN


“Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah’a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah sana yeter.” Ahzab.48

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yaratabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.”
İsra.37

“Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez.” Nahl. 23

Hiç yorum yok: