5 Mayıs 2009 Salı

Bir gazeteci Ruhat Mengi…



“En iyi nasihat, iyi örnek olmaktır.” Malcom X.



Eşi Ahmet Eşref Biliktan’dan kirli bir pazarlık sonucu boşanıp, gazeteci Güngör Mengi ile evlenerek şöhreti yakalayan Ruhat Mengi’nin vatan, devlet ve millet edebiyatı, apaçık bir aldatmaca ve acımasız bir sömürüdür.

Geçmişte ilişki içinde olduğum insanların gerçek yüzlerini deşifre etmeyi pek etik bulmamış, hatta “Akıl mı Kader mi” adlı kitabımda bahsi mevzu olan kişilerin isimlerini, dini gerekçeyle açıklamaktan kaçınmıştım.

Ancak riyakarlıkları ayyuka çıkan münafıkların üzerine gitmeyi nefsim adına değil, aldatılan halk ve adalet adına uygun görerek, akıl ve duygu oyunlarıyla fitne çıkarıp hilekarlık yapan sinsilere karşı insanları uyarmayı kaçınılmaz bir görev addettim.

Kendilerini dürüstlükle yüceltenlerin sözde millet ve mazlum lehine hak arama feryatları, gizledikleri pis çıkar ilişkilerinden başka bir şey değildir. Özellikle cinsellik adına çağdaşlığı ve vatan sevgisi adına Atatürkçülüğü savunan laik gazeteciler, kitleleri çıkarları doğrultusunda kışkırtıp manipüle ederek öylesine insanlık onur ve şerefini doğramaktadırlar ki, gerçeklerden bihaber yığınlarda onlara inanabilmekte, dolayısıyla ülkede olması gereken birlik, bütünlük, barış ve dürüstlük yok edilerek; kimin doğru yahut yanlış, neyin iyi veya kötü olduğu bilinmemektedir.

Önce aynaya baksınlar, sonra konuşsunlar…

Türk devletine ve milletine güvenmeyen Ruhat Mengi, geleceğinden korktuğu ikinci kızının doğumunu İngiltere’de yapmış, masrafı ile ilgili giderleri de, kocası vasıtasıyla benden almıştı. Sanırım aynı gerekçelerle büyük kızını da yurt dışında doğurmuştu.

1986 ve 1987 yıllarında tanıştığım Ahmet-Ruhat Biliktan çifti ve kız kardeşi Vuslat Ünaldı, ortak oldukları tekstil işinden iflas etmiş ve piyasaya büyük borçlar takarak, hiç kimseye kredileri kalmamıştı. Ruhat Hanımın doğum günü yaklaşmış, ancak masraflarını karşılayacak parayı bulmak bir yana, uçak biletini dahi temin edemiyorlardı. Sürekli beni ağırladıkları Fenerbahçe’deki evlerinde kendisine neden Türkiye’de değil de, İngiltere’de doğum yapmak istediğini sorduğumda; “Türkiye’ye güvenmiyorum, çocuğumun geleceğini garanti altına almak istiyorum” demişti. Bunun üzerine kendilerine talep ettikleri parayı vermiş ve İngiltere’ye giderek doğumunu gerçekleştirmişti. Konumuzu ilgilendirmediğinden daha fazla detaylara girmeyi ahlaki bulmuyorum.

Ancak; Ruhat’ın arzu ve isteklerine para yetiştirmekte zorlanan Ahmet, İngiltere’de spot bulduğu tekstil ürünlerini Nijerya’ya satacağını iddia ederek, Umman Prensi Talal Bin Tarık Al Said’i 400.000 USD. dolandırarak, Ruhat’ı memnun etmeye çalışmış, böylece kendini bitirip tüketmiş, neticede çocuklarına verdiği soyadı dahi devam ettirememişti. Şimdi hangi yüzle ahlâktan, yolsuzluktan ve dolandırıcılıktan söz ederek, başkalarını suçlayabiliyor? Acaba prensin ve mağdur ettiğii insanların paralarını ödedi mi? Kendisini o kadar seven, sayan ve her fedakarlığı yaparak adına dolandırıcılık yapan kocasını neden boşadı ve vicdansızca kızlarının dahi soyadlarını değiştirebildi?

Türkiye’ye güvenmeyerek gelecek garantisini İngiltere’de arayan Ruhat Mengi, bugün gazete ve televizyonlarda ahkam kesebilmekte, utanmadan Türk halkını sömürebilmekte, çetelerin ve darbecilerin sözcülüğünü yaparak, halkın seçtiği hükümete ve Müslüman Türkiye milletine kin kusup gericilikle aşağılamakla kalmayıp, namus ve dürüstlükten dem vurabilmektedir.

Neden o çok güvendiği İngiltere’ye yerleşemedi, asıl mesleği olan kimya mühendisliğini, kitap çevirmenliğini, tekstil işini ya da gazeteciliğini yapamadı? Acaba Türkiye’den gözü gibi sakındığı kızları nerede yaşıyor? Kendini şöhrete kavuşturan, kalkındıran ve besleyen 70 milyonluk Türk milletinin İngiltere vatandaşlığı gibi sözde bir garantisi bulunmazken, hangi yüzle vatan ve millet sevgisinden bahsedebiliyor? Parası biten eşine tekme vurana, bu asil ve vefakâr millet geçit vermez…

Türkiye milleti; politikacıları, gazetecileri ve sözüm ona sanatçıları ile sömürülmekte ve gaddarca istismar edilmektedir. Birkaç gün önce 20 bin lira borcundan dolayı intihar eden bir oyuncunun cenaze merasimindeki vicdansız ve sahtekar şöhretlerin hükümeti suçlayan sözleri, riyakarlığın ta kendisiydi. Devlet sanatçılarına sahip çıkmıyor ve acı içinde yaşamalarına ve intiharlarına neden oluyormuş. Oysa aralarında bir yemek parasına mukabil dayanışma göstererek, arkadaşlarına yardım edemezler miydi? Hangi yüzle cenazeye gelebiliyor, konuşabiliyor ve hedef şaşırtarak, 70 milyonun haklarını kendilerine peşkeş çekilmesini talep edebiliyorlar? Kimdir onlar? Yoksa şehitlerden de mi üstündürler?

İman ve inancın olmadığı benliksi bir akıl ve kalpten; doğruluk, adalet, merhamet, paylaşım, yardım ve vicdan beklenemez.

Nerede vicdansız bir politikacı, gazeteci, oyuncu veya şarkıcı görürseniz onları bağrınıza basarak alkışlamayınız, suratlarına tükürünüz ki, ananızın ak sütü gibi helal olan haklarınızı daha fazla sömürmesinler ve üzerinizden yükselmesinler. Unutmayınız ki onları şımartan ve layık olmadıkları düzeye çıkartan sizlersiniz…

“Bozulduğu zaman, insandan daha korkunç yaratık yoktur.” Sophokles


Hiç yorum yok: