8 Nisan 2016 Cuma

Her düşünce, anayasa ve düzen bir dindir…

Egemenlik hakkı Allah’ın elinde olan düşünce ve düzenlere din; egemenlik hakkı beşerin elinde olan düşünce ve düzenlere de akıl veya rasyonalizm denmiştir.

Akıl ve irade güdümlü seküler düşünce ve düzenler toplumları Allah’tan uzaklaştırabilmek için din, bilim ve siyaseti farklı kuvvetlermiş gibi çelik duvarlarla ayırmış; “Allah ya yoktur ya da gökyüzüne yerleşip yeryüzünün idaresi insanların iradesindedir” anlayışlarına ilgi ve itibar kazandırarak, yeryüzü ile gökyüzü tanrıları doğurmak suretiyle riyakârsı bir inanç ve düzen karmaşasına neden olmuşlardır

Oysa her şey, yaratıcının Mutlak İrade’si doğrultusunda yaratılmış, üretilmiş, bilgilendirilmiş ve biçimlenerek düşünce ve eyleme dönüşmüştür.  

İlahiyatçıların dahi rasyonalizm felsefesinin etkisinde kalarak sekülerizmi, laisizmi ve demokrasiyi meşrulaştıran dini yorumları iman sahibi toplumları ikileme sevk etmiş, gerçek ya bilinçli yahut bilinçsiz bir saptırmayla eğilip bükülerek temel yapı yani öz tahrip edilmiştir.   

Öncelikle “Din nedir?” Din, kavram itibariyle itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, düşünce ve iradesine kayıtsız teslim olmak, ilkelere ve prensiplere koşulsuz bağlılık, kanun, ceza ve millettir. Din; her ne kadar ilahsal, vahiysel, kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi manipüle edilip, siyasi ve sosyal hayattan ve devletten uzak tutulmak istense de, gerçekte sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri yasaların bütünü; bilimin, düşünce ve iradelerin tamamıdır. Bilimsel, siyasal, hukuksal ve idaresel her anlayış ve rejim; kendine göre dini bir düzenektir. Söz konusu dinsel yapıya göre kanunlar yapılarak egemenlik hakkı amaçlanır; insanların itaat ve hizmeti şart koşularak üstün addedilen hâkim gücün emri altında ve onun hükümleri çerçevesinde tek güç olunduğu tasdik edilir. Bu sebeple düzenin kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi; otomatikman ilahsal bir egemenlik hakkına da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, idare edildiği düzene göre egemen kabul ettiği gücü veya güçleri dolaylı yoldan tanrılaştırarak tapınabilmektedir.

Düşüncenin, rejimin ve düzenin adı ve tanımı her ne olursa olsun o mutlaka bir dindir. Dolayısıyla ateizmde kural ve kaideleriyle bir dindir…

Tüm çaba insanların kul olma yaratılmışlıklarını aşacak benliğin yüceltmesiyle Yaratıcı’ya karşı güçlü ve irade sahibi bir egemenlik gütmek, Allah’ın koyduğu kuralları ve mutlak iradesine karşı zafer kazanabilecek üstünlüğü rasyonalist temelli argümanlarla adı laisizm, sosyalizm, liberalizm, demokrasim, ateizm ve Kemalizm gibi doktrinlerin yasa belirleyici etkileriyle dinleştirilmeleri akabinde insan tanrılaştırılmaktadır. Ancak teorilerindeki düşünceleri pratikte gerçekleştirememeleri her ne kadar toplumları uyandırmasa da kader hükümlü akış, mecrasında sürmektedir. 

Yaratıcının vahiysel dinini yani anayasasını sözde kutsallaştırıp siyasetten, devletten, kamudan ve sosyal hayattan arındırarak kendi dinlerini hâkim kılanlar, oyun içinde sayısız dalavereler tertipleyerek inananları şeytanca aldatmışlar ve aldatmaya devam etmektedirler. Çünkü vahyi reddeden düşünce ve sistemler, mega yalanlar zemininde inşa edilmiş abartılardır.

Toplumların yaratıcıya karşı olan duyarlılığını dikkate alarak öylesi hilelere girişmişler ki, dinin sadece kişiye özel ilahsal ve ibadetsel bir ritüel yani ayin olduğunu işleyerek saygı altında Yaratıcı’yı dokunulmaz kılıp, hapsedercesine yeryüzünden dışlamak suretiyle tüm yetkiyi kendilerinde toplamış; insanların nefislerini okşayan seçme, seçilme, özgürlük veya hâkimiyet adı altında suni payeler vererek, tanrısal gücün otoritesine kavuşabileceklerini sanmışlardır. Sırf Yaratıcının düzenini kabul etmemek ve egemenliği altına girmemek adına birbirlerinin hükümranlığına razı olmuş ve boyun eğmeyi ayrıcalıklı bir aydınlık, ilericilik, onur, eşitlik, hak ve adalet vesilesi saymışlardır.

Lâik, sosyalist, kapitalist veya demokratik düşünce temelinde yapılaşan seküler devletlerin din ile siyaseti düşman kılıp birbirinden ayırarak insanı tanrılaştıran hukuklarıyla ayakta kalabilme çabaları, doğrudan semavi dine mensup politikacı, düşünür ve ilahiyatçıların desteklerindendir. Halkı etkileyerek yanlışı meşrulaştıran bu çıkarcı mihraklar; doğrunun, hakkın ve adaletin hâkim olmasına mani olmakta, dolayısıyla Allah dini ve devlet dini gibi korkunç bir ikilem oluşturarak, dolaylıda olsa çok tanrılı bir düzeni savunmaktadırlar. Ancak toplumlar, böylesi şeytani bir manipülasyonu derinden sorgulamamalarından gerçeği kavrayamamış, böylece çok tanrılı ve dinli inanışları özümseyebilmişlerdir.

Öyle riyakârsı ve münafıksı bir paradoksu meşrulaştırmışlar ki, Allah’ın dini ile devlet dininin sınırlarını çizmiş ve alansal müdahaleleri savaş nedeni sayarak kıyasıya mücadele etmişlerdir. Çağlar boyu süregelen çatışmalar ve bölünmeler ırktan çok dinsel zeminde baş göstermiş, Allah ile insanın egemenlik haklarından ötürü savaş hiç durmamıştır. Bir tarafta vahiysel anayasayı reddederek lâik zeminli demokratik dinle kendini tanrılaştıran insan, diğer tarafta Yaratıcı olma hasebiyle sadece hukukuna uyulmasını emreden Allah.

Bu durumda Allah’ın dinine iman etmiş bir Müslüman kime itaat etmeli ve hangi tarafın dini bağlılığıyla huzuru, güveni, adaleti, mükâfat ve cezasını ciddiye almalıdır? Ya Yaratıcı Allah’ı ya da kendi gibi yaratık olan insanı!

Türkiye Halkının dini, bağlı olduğu laik ve Atatürkçü anayasadır. İslam dini ve Allah’a olan inançları bir ritüel niteliğinde olup, tamamen ruhsal bir mastürbasyondur.

Aslında sözü uzatmak yerine şu soruları cevaplayan her insan; gerçekte tanrısının kim ve hangi dine mensup olduğunu ortaya koymaktadır.

1-    Allah’ın dinine mi, devletin dinine mi itaat edilmelidir?
2-    Yaşamında devlet dinin kurallarına mı, Allah dinin kurallarına mı boyun eğilmelidir?
3-    Kimin üstünlüğünü kabul edilip düşünce ve iradesine kayıtsız teslim olunmalıdır?
4-    Allah dinine mi, devlet dinine mi hizmet edilmelidir?
5-    Kimin ilkeleri ve prensiplerine koşulsuz bağlılık gösterip yaşamda uygulanmalıdır?
6-    Allah’ın indirdiği hükümler mi, devletin koyduğu hükümler mi bağlayıcı olmalıdır?
7-    İnsanın yaptığı anayasa mı, Allah’ın indirdiği anayasa mı zorunlu olmalıdır?
8-    Devletin milleti mi, Allah’ın milleti mi olmak esastır?
9-    İnsan, çıkardığı kanunlara uyulmasını şart koşarken; Allah da hükümlerine uyulmasını şart koşuyorsa kime uyulmalıdır?    
10- Her iki dini bir arada yaşamak mümkün müdür?
11- Yasa yapıcı devlet mi, Allah mıdır?
12- Allah dinini reddeden laik bir devlete bağlılık, itaat ve hizmet; Allah’a isyan değil midir? Ya da Allah’a itaat, Allah’a itaati reddeden laik devlete karşı isyan değil midir?
13- İnsanların kaderlerine devlet değil de Allah hükmediyorsa; devlet dinine itaati nasıl bir düşünce, mantık, akıl, inanç ve duyguyla kabul edilebilir?
14- Sözü ve takdiri Yaratıcı belirliyorsa; Allah’ı dışlayan devlet kimdir, yaptırımı ve gücü nedir?
15- Tek güç Allah mıdır, devlet midir?

Yeryüzünde ve siyasette ayrı bir tanrı; gökyüzünde, doğada ve ölümde ayrı bir Tanrı’ya inanç!

“İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. Bakara 165

“Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. Al-i İmran 85

“De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, (bilin ki) ben Allah'ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu." Yunus 104

“(Resulüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.” Yunus 109


“De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Hucurat 16

Hiç yorum yok: