3 Ocak 2016 Pazar

“Ehli Sünnet Velcemaat Fıkrası” bir fitnedir!

İnandıkları halde kalplerindeki şüphe ve tereddütten dolayı iman edemeyen Müslüman kimlikler, Allah ve Resulünün önüne geçmek suretiyle çıkardıkları fitnelerle İslam’ı vahiy olmaktan çıkartıp beşerin hükmüne odaklatmışlardır.

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” Hucurat 1

İslam’ın tek kaynağı olarak Kur’an’a itaati yanlış bulup, hatta Kur’an Müslümanlığının sapkınlık olduğu hezeyanında bulunabilecek kadar vahye savaş açmış “Ehli Sünnet Velcemaat Fıkrası”, nifakın ta kendisidir.

Ehli Sünnet Velcemaat itikadı, doğrudan mezheplere tabi ve bütün fikirlerin hayat ölçülerini mezhep imamlarından almaktadır. Her ne kadar imam görüşlerinin ayet ve hadis dışına çıkmadığı sanılsa da, aralarında ittifak bulunmayıp aykırı hükümler ihtiva etmeleri yorumlarının bir sonucudur. Güya ayetlere, hadis adı altında rivayetlere dayalı tefsir getirmelerinden ötürü açık ve seçik ayetlerde dahi ihtilaf oluşturabilmekte, Kur’an’da yer almayan birçok konuda ”Peygamber yapmıştır” hezeyansı fetvalarından Allah ile Peygamberi karşı karşıya getirebilmişlerdir. Ki, hadis nakledicilerde bile uzlaşma bulunmamaktadır.  

Oysa Peygamber, Allah’ın indirdiği vahyi tebliğ eden bir elçi olması hasebiyle hiçbir hükme zerre kadar lehte yahut aleyhte katkı sunma inisiyatifine sahip değildir. Sadece fiziki ibadetleri uygulatma istisna! Ki, onda dahi mezhepler arasında aykırılıklar mevcuttur hatta mezhebinden farklı bir imamın arkasından cemaatle namaz kılarlarken, aynı namazı kendi mezhep itikadına göre tekrarlamaları, Ehli Sünnet Velcemaat itikatlarındaki çelişkiyi ve güvensizliği ortaya koymaktadır.

İslam olabilmek için Kur’an’ın yeterli olmadığı, Peygamberin sünneti yani sözleri, fillileri ve takriratı; icmail ümmet yani bir asır ulemasının, müçtehit âlimlerinin bir meselede ittifak etmeleri; kıyası fukuhat, yani hem Kur’an’da hem sünnette yer almasıyla İslam olunurmuş. Sadece Kur’an esas alınıp Peygamberin sünnet ve hadislerinin itibara alınmaması ve ulemanın fetvaları önemsenmemesi inkârmış.

Peygamberi hayattan çıkarmak, dinden soyutlamak, tevhit dışı bırakmak, peygambersiz bir din çizmek asla mümkün değildir ve apaçık bir kâfirliktir.
  
Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;  İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.“ Nisa 150-151  

Şüphesiz indirilen vahiy, her ne kadar Allah tarafından geldiğine iman edilmiş ise de, fiziki olarak Peygamber Efendimiz tarafından tebliğ edilmiş olması hadis çerçevesindedir. Öyleyse ayet ile hadis arasında koparılan fırtınanın ve küfre varan ithamların sebebi nedir? Peygamber, Kur’an’a muhalif bir söz söylemiş, hüküm vermiş ve inisiyatif mi kullanmıştır? Ya da Allah’ın anlaşılır bir açıklıkta ayetleri indirmediği düşüncesiyle yorumlar mı getirmiştir? Veya “Allah bilmez ben mi bilirim” demiştir? Yahut her ne kadar ümmi bir elçi isem de, Allah’ın indirdiğine değil benim söylediklerime mi uyun demiştir? Yoksa vahiyle gelen ayetler gizli ve anlaşılmaz ancak benim izahıma mı ihtiyaç var demiştir?
         
İşte böylece biz o Kur'an'ı açık seçik ayetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah dilediği kimseyi doğru yola sevkeder.” Hac 16 

Allah, herhangi bir fitneye mahal vermemek için ümmi bir kulunu elçi seçmesine rağmen müçtehid âlimleri, sadece Rabbinin hükümlerini duyurmakla yükümlü Hz. Muhammed (s.a.v)’i Allah’ın önüne koyarak tahtına öyle yerleştirmişlerdir ki, hıristiyanlar, yahudiler ve putperestlerden geri kalmamışlardır. 
  
Allah’ın korumasında olan Kur’an’ı Kerim’deki ayetlere müdahale edememişler ise de, Peygamberimizin sünneti ve öğretilerinde dahi ittifak sağlayamayıp farklı yorumlara sapmaları sonucu mezhepler ve bağlı tarikatlar doğmuş, böylece İslam’ın anlam ve hedefinin tahrip ve Müslüman bütünlüğünün tarumar edilmesine yol açmışlardır.

Ayetlerle bildirilmeyip tamamen Peygamber efendimizin uygulamasına bırakılan fiziki ibadetler de bile ittifak sağlayamayarak mezhepsel aykırılıkların baş göstermesi; Allah muhafazasında olan Kur’an’ı Kerim’i dahi İncil ve Tevrat misali tevhiden bozduklarını ortaya koymaktadır.

İslam Peygamberi, olabilecek fitneleri kestirdiğinden ve ayetlerin eğdirilip bükülerek çarptırılmasını engelleyebilmek için zatına isnat edilecek sözlerin doğruluğunu; “Bana nispet olan hadisi Kur’an ile karşılaştırınız. Kur’an’a muvafık ise benimdir, ben söylemişimdir” buyurarak, müminleri uyarmış ama maalesef fayda etmemiştir.

Peygambere itaat, Allah’a itaattir; peygamberin hükmü Allah’ın hükmüdür ama fitneciler, Peygamberi Allah’tan ayrı tutmaya kalkışarak Peygambere itaati istismar etmede öyle ileri gitmişlerdir ki; hidayete ulaştırıcı, fayda yahut zarar verici, doğru yola getirici, tefsirci, dilekleri karşılayıcı, af edici, bağışlayıcı, dilediğine şefaat edici, rahmet dağıtıcı, bereket sağlayıcı gibi ulûhiyet sahibi kılmışlardır. Oysa ulûhiyet hakkı yalnız ve yalnız Allah’a aittir!

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek İlah olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6

(Resulüm!) De ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve O'na kimseyi ortak koşmam. De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah'a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam. (Benim yaptığım) ancak Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, bilsin ki ona, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.” Cin 20-21-22-23
(Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir. Kasas 56

Allah’tan başkasına kulluk etmek yahut ortak koşmak ne demektir biliyor musunuz; Allah’ın emirleri yerine, O’na aykırı da olsa bir insanın, kuruluşun veya devletin nefsi ya da seküler iradesine tâbi olmaktır. Diğer bir ifadeyle ALLAH’ın iradesine değil beşerin irade­sine tâbi olarak hareket etmektir.  Dolayısıyla vahye bağlı olmayan ve vahyi hükümlerle örtüşmeyen bir beşere imanın bedeli çok çetindir.
 
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36

Ayetlerin karşılığı son derece açık, seçik ve kolayca anlaşılabilir bir izah ve delillerle sabit olup, ne içtihada ne de yoruma ihtiyaç vardır. Ancak istismarcılar, güya Allah ve Resulünün anlatamadığı dini, anlaşılır hale getirme cüretinde bulunma hoyratlığıyla hak yol üzerine olan Kur’an’ı nefislere peşkeş çekerek batıllaştırabilmişlerdir. Şüphesiz insanoğlunca bilinemeyen terimler ve konular mevcut olup, peygamberlerin dahi ahkâm kesemeyeceği Allah tarafından bildirilmiş ise de, haddi aşan ulema güruhu, o konularda da hüküm verebilmişlerdir.

“İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysaki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.” Al-i İmran 66

Muhkem ayetlerin gereğini yapmayanların müteşabih ayetlere yorumlar getirerek Peygamber üstü bir konuma kalkışmaları, asıl maksatlarının bir göstergesidir. Zaten müteşabih ayetler Allah’ın ilminde saklı olup, çok az bilgi verilen insanoğlunun bilemeyeceği konulardır.

Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Hâlbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” Al-i İmran 7

Allah, birçok ayetinde Kur’an’ı açık seçik ayetler halinde indirdiğini ve itaatle ilgili anlaşılmaz hiçbir şey bırakmadığını vurgulamasına rağmen; müçtehid âlimler, kendilerini Allah ve Resulünün önüne koyarak, Kur’an’ı anlaşılır hale getirdikleri iddiasıyla verdikleri fetvalarla kendilerini aydınlatıcı ve dolaylı olarak kurtarıcı konuma yükseltmişlerdir. Oysa Allah, Kur’an’ı her ne kadar açık seçik ayetlerle indirdiğini buyurduysa da, Kur’an’ın anlaşılmasındaki hidayet ve doğru yola iletmedeki iradenin doğrudan kendisinde olduğunu belirterek, ancak doğru yola ilettiği kullarına kavramada yardımcı olduğunu buyurmuştur. Daha açık bir ifadeyle, kişinin ayetleri okuduğu halde anlayamayıp teslim olamamasındaki sebep Kur’an’ın anlaşılır olmadığından değil, Allah dilemediği içindir.

“Andolsun biz (bilmediklerinizi size) açık seçik bildiren ayetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” Nur 46

Allah’ın açık seçik bildirdiği ayetlerin anlaşılmadığı gerekçesiyle mezheb imamları ve şürekâsının tefsiri ve takdirine bırakmak ve fetvalarına uymak, açıkça Allah’ı yalancıkla itham etmektir! Dolayısıyla Allah’ın izahta başaramadığını ulema mı başarmış oluyor? Öyleyse neden ümmi bir elçi yerine bilgin bir elçi göndermediğini hiç düşündünüz mü?

Kur’an’da herkesin her şeyi içinde görememesi, şüphesiz Allah’ın hidayetiyle orantılıdır. İlimden yoksun dağdaki bir çobanın gördüğü ve ulaştığı dereceyi, sözde ilmi ve alametleriyle insanları ardına düşüren bir âlimin görememesi; ilimden mi, yoksa hidayetten midir?

Allah’ın sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmış bulunduğundan, değiştirmeye yahut ilaveye çalışanların çabaları beyhudedir! Ancak kendileri gibi sapmışları ikna etmeleri istisna!

“Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” En’am 115

Ne Peygamber Efendimiz ne de halifeler döneminde Ehli Sünnet Velcemaat Fıkrası ve itikadı diye bir yol yoktu ve hiçbir ihtilaf mevzubahis değildi. Allah’tan geleni tebliğle görevli peygamberlerin Allah’ın elçileri olma ayrıcalıklarına rağmen sapkınları doğru yola getirememiş hatta eşleri, çocukları, babaları, hısım ve akrabalarına dahi hidayette etkili olamamışlardı. Dolayısıyla Allah ve Resulü adına ahkam kesenin şöhreti ve ilmi ne olursa olsun sözlerini mutlaka Kur’an ile teyid ediniz ki, imandan sonra küfür bataklığına saplanmamış olasınız.

Peygamber Efendimiz ve gelen diğer peygamberlerin Allah’ın emrettiği hükümler dışında ne hükümleri ne hadisleri ne fiiliyatları ne de takriratları yani ağızlarından çıkan farklı sözleri vardır.  Ki, dinde düşülen ayrılıklar, bölünmeler ve düşmanlıkları sorguladığınız da, karşınızda “Ehli Sünnet Velcemaat Fıkrasını bulacaksınız.

(Resulüm!) Sağırlara sen mi işittireceksin; yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi ileteceksin?” Zuhruf 40

“Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkiyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir.” Maide 109
 
“De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır.” Nur 54


“Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” En’am 159

Hiç yorum yok: