15 Ocak 2016 Cuma

Millet, devletin tehdidi altında!

Devletin tanıdığı düşünce ve ifade özgürlüğü hainleri öyle cesaretlendirmiş ki, silahlı eylemcilerden çok daha etkin bir düşmanlıkla meydan okuyan fikri teröristler, uğruna binlerce şehit verilip ardına dul ve yetimlerin bırakıldığı mücadeleyi katliamlıkla suçlayabilmekte; öldürülen bebek-kadın-hasta-yaşlı halkı ve yıkılan kentleri de güvenlik güçlerine fatura edebilmektedirler.

Aslında terörle değil eline silah alanlarla yapılan mücadele, terörün neden bitirilemeyip daha da körükleştiğine apaçık bir kanıttır. Oysa fikri teröristin silahlı teröristten daha tehditkâr, tehlikeli ve azmettirici bir vahamette olduğu aşikâr ise de, fikir hürriyeti denen fitnesel zehir, yüzlerce atom bombasının vereceği yıkımdan farksız ruhi bir tahribat yapmaktadır.

Bu sebeple bir ülkeyi mahvedebilmek için nükleer silahlar değil, düşünce ve ifade özgürlüğü verilmiş hainler yeterlidir.

Tarihinde en azılı ve güçlü düşmanlarına kök söktürerek savaş meydanlarında galebe çalmış Müslüman Türk Milleti, hainlerin kalleşliklerinden öyle hasar almıştır ki, elindeki vatan topraklarını yitirmekle kalmamış, gücü kırılmasından ötürü manda altında yaşamaya mahkûm olmuş ve hala bağımsızlığına kavuşamaması için uğraşılmaktadır.

Haçlı Batı’ya hükmeden Müslüman Türk Milletinin haçlı batıca hükmedilen duruma düşmesi, işte günümüzdeki yazar-çizer hainlerine gösterilen müsamahalardan dolayıdır.

Dünyada Türkiye gibi hain çıkaran başka bir ülkeye rastlayabilmek mümkün değildir. Üstelik hainlerin sokaktan değil de siyasetten, üniversiteden, medyadan, sanat âleminden çıkabilmesi kaderin lanetinden başka bir şey değildir. 
      
Siyasetçi ülkesine düşman olabilir mi; akademisyeni ülkesine hainlik yapabilir mi; gazetecisi ülkesinin kuyusunu kazabilmek için provokasyona kalkışabilir mi; sanatçısı ülkesinin düşmanına kendisini satabilir mi? Ülke Türkiye ise mümkündür! Çünkü Türkiye, hainlere karşı caydırıcı bir yaptırım uygulamamasından sürekli hain üretmektedir. Düşünce ve ifade özgürlüğünde eleştiri meşrudur ancak ihanet asla!

Heva ve heveslerini tanrı edinmiş gerek politikacı gerek akademisyen gerek gazeteci gerekse sanatçı yığınları öyle bozulmuş insanlardır ki, bozulan insandan daha korkunç yaratıklar olmadığını düşünce, ifade ve davranışlarıyla ortaya koymaktadırlar. Bilgi ve unvanlarıyla doğruyu, iyiyi, sadakati bilmeleri ve halka örnek olmaları gerekirken, kötülükte ve ihanette sınır tanımayarak yaşadıkları ülkeye düşman kesilebilmeleri akıl kurallarını bertaraf etmektedir. 
  
Yıllardır ülkede yapmadıkları terör bırakmayan PKK/HDP gibi iblis güruhunu masum sayıp da devleti “katliam” yapmakla suçlayabilecek kadar haddi aşmış insan görünümündeki konuşan hayvanlar, birde gerekçe olarak barışı kullanabilmeleri, barışın insanlar arası bir uzlaşma değil hayvanlar arası bir talep olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Anlaşılan eğitimli hayvanlar, söz konusu akademisyenler, politikacılar, gazeteciler ve sanatçılar olsa gerek!

Hâlbuki milletin ve vatanın korunabilmesi için azgın hayvanlar ya uyutularak ya da demir kafeslere konularak zapt edilebilmelidir. Ancak devlet o kadar hoşgörülü ki, hayvanların insan görünümünde olmalarından serbestçe ulumalarına fırsat tanımakta, dolayısıyla millet, terör tehdidi ve tehlikesiyle birlikte yaşamaktadır. 
   
Cumhurbaşkanı Erdoğan; "Terör örgütü adına elinize silah alıp kurşun sıkmanızla onun propagandasını yapmanız arasında hiçbir fark yoktur. Bunun düşünce ve ifade özgürlüğüyle bir ilgisi kesinlikle bulunmuyor" açıklaması her ne kadar tartışmasız doğru bir tespit ise de uluyanlara sessiz kalınabilmesi otorite acziyetidir. Sokaktaki insana gösterilmeyen tolerans; neden politikacı, akademisyen, gazeteci ve sanatçıya duyulabiliyor?  Sesi zararsız deyip geçen bilmelidir ki, tüm felaketlerin gelişi sesle başlar; silah dahi hedefine ulaşmadan ses çıkartarak varış yerine erişir.
  
Ya hain akademisyenlerden cesaret alan sinemacılara ne demeli? “İnadına hendek, inadına terör” bildirisi yayınlayan 400 sinemacı hain de Türkiye düşmanlığından geri kalırlar mı? Halkın % 25 oyuna almış anamuhalefet CHP bile meslek edindiği hainliği sürdürerek devleti katliamla suçlayan ihanet belgesine sahip çıkabilmektedir. Zaten hainler ya HDP ya da CHP’nin saflarından çıkmaktadır. En ağır müeyyideye çarptırılması mutlak olan hainlere karşı sürdürülen anlayış, terörün basıncını arttırmakta ve lavlar misali geniş alanlara yaydırmaktadır.

Düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırsız kullanıldığı tek ülke Türkiye olsa gerek ki, ne kadar hain var ise beslendikleri, korundukları, imkân ve tabiiyet kazandıkları ülkeleri aleyhine fütursuzca propaganda yapabilecek cesareti kazanabilmektedirler. Politikacının, akademisyenin, gazetecinin ve sanatçının terörist sayılmayıp eline silah alanın terörist benimsenmesi öylesine yaman bir çelişkidir ki,  sözün silahtan daha beter olduğu idraki taşınamamasından hem devlet hem de millet kendini imha etmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sadece bu sözde akademisyenlerin değil kimi siyasetçilerin de benzer tavırlar içinde olduklarını üzüntüyle görüyoruz. Terör örgütü güdümündeki siyasetçiler benim gözümde artık siyasetçi değil, terör örgütün bir maşasıdır” isabetli açıklamasına karşılık sanki sokaktaki insan misali yetkisiz ve iktidarsızmışçasına haine hak ettiği cezayı verecek bir devleti oluşturmaması, takdir edilir ki düşüncesiyle fiiliyatındaki paradoksu ortaya koymaktadır. Ayrıca üzülmek, şeytanın telkinidir! Onun için üzülme Sayın Erdoğan, layık olana hak ettiğini verecek bir devlet inşa et.

Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.Al- i İmran 139 

Duruşuyla safı belirli bir insan için “acaba” yoktur. İstiklal aleyhine gösterilen her tolerans öyle bir hezimet doğurur ki, elinde ne güç ne vatan ne de düzen kalır.

Gözle görülmeyen bir virüs, organizmada toksin saçarak bedeni nasıl zayıf bırakıp çökertmesiyle ölümü gerçekleştirebiliyorsa, virüsten farksız hainlerde aynıdır. Tıpkı bedeni saran virüsün operasyonla bedenden çıkartılıp sağlık kazandırılması gibi ülkeyi saran hainlerde mutlaka virüs misali vatan topraklarından çıkarılmalıdırlar.  
 
Ya öldürülmeli ya da sürülmelidirler! Her ikisini de yapmaya cesareti olmayan bir devlet, muhakkak yıkılacaktır. Dolayısıyla ceza vermeye karşı hafif olanlar, bedelini ağır ödemeye mahkûmdurlar.

“Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız? Casiye 23


Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır. Maide 33

Hiç yorum yok: