12 Kasım 2014 Çarşamba

Görünüşe önem veren insan;



İmanı olmayandır!

İsrafın Allah tarafından haram kılınmasının esas maksadı, şeytanı temsil eden benliğin böbürlenmesini, kibirlenmesini, gururlanmasını ve nefsini üstün görmesini tetikleyen görselliğin debdebe için kullanılması ve fani dünya için süslenilip ahiretin önemsizleştirilmesidir.  
    
Uygarlığın doğuşu olarak nitelendirilen Helenistik dönem, görünüş ve aldatmaların ilk merkezidir. İnsanın temel oluşumunda, ruhunda, fıtratında, karşılaştığı musibetlerde, rızkında, ölümünde, kaderinde ve yaşam sürecinde ilerleme kaydedemeyen krallar, debdebeye önem vererek; insanların gözlerini boyamak, etkilemek ve güçlerini pekiştirebilmek için, öncelikle mimarlık alanında yenilikler yaptılar. Bu şekilde büyük binalar yapılmaya başlandı ve şehirciliğe önem verilerek nefisler etkilenip benlikler okşandı. Ululuk ve egemenlik duygusu uyandırabilmek amacıyla süslemeye aşırı önem verildi.

Gösteriş, lüks ve konfor merakıyla mekânlar değiştirildi; mozaikler, mermer sütunlar, süslü mobilyalar ve biblo gibi eşyalar kullanılmaya başlandı. Ancak her şey; tıpkı bakımlı, nadide ve şehvetsel vücutların leşe dönüşmesi misali çeşitli felaketlerle yerle bir oldu ve tanrısal gösterişler kısa sürdü.

Krallar, mutlak bir güçte olduklarını kanıtlayabilmek adına ihtişama, azamete ve gösterişe olağanüstü önem verip insanları etkilemeye çalıştılar. Bu gösterişin namı ve gücü, o gün nasıl bir uygarlık idiyse, bugün de aynıdır. Değişen sadece aksesuar, süs, materyal ve makyajın cinsi, tasarımı ve teknolojik boyasıdır. İşte güç, ilerleme ve çağdaş olarak övünülen ve insanların etkilenmesine çalışılan olgu, gerçekte kalıcılığı olmayan illüzyonlardır. Maddeyi işlersin ama yoktan varedemezsen mutlak olamazsın.

Mümkün olan bir şey, başlı başına bir şeyi yoktan var edemez. Çünkü o, kendinin malik olmadığı bir şeyi kendi dışındaki şeylere verme imkânına sahip değildir. Nasıl ki, sıfırdan pozitif bir sayı türetmek mümkün değilse,  mümkün olmayan bir şeyden de yeni bir şey meydana getirmek mümkün değildir. Bunun için muhakkak harici bir sebebe ihtiyaç vardır ve ancak o sebeple etlenip varlık kazanabilir. Bu harici sebep kendiliğinden mevcut değilse, elbette bir başkasına ihtiyaç duyacaktır. Ve bu sebepler zinciri neticede bütün sebeplerin ana sebebi durumunda olan bir sebebin varlığını zaruri kılacaktır. Dolayısıyla aracı sebepleri etkin ve yaratıcı bir güç olarak addetmek, insanoğlunun düştüğü en korkunç yanlış ve tuzaktır.     

Makedonya kralı İskender, çıktığı seferden geri dönerken yolu üzerinde bir kasabadan geçiyordu. Halk, İskender ve ordusunu ihtişamla karşılayıp övgü dolu sözlerle tazimde bulunuyorlardı. Bu sırada İskender’in gözü, üstü başı yırtık bir pejmürdeye takıldı ve o, ne İskender’i ne de ordusunu umursamıyor, alaylı ve acınası ifadelerle izliyordu. Bunun üzerine İskender, atını duvarın dibine çömelmiş olan pejmürdeye sürdü ve dedi ki; “sen kimsin ki, dünyanın kralı bana ve orduma saygı göstermiyor ve yokmuşuz gibi bir tavır sergiliyorsun?”  Pejmürde, istifini bozmadan başını kaldırarak İskender’e doğru; “Ya İskender! Senin gibi burada bir kral ve benim gibi de herkesin itip kaktığı ve artıklarla beslenen bir pejmürde vardı. Zaman geldi ikisi de öldü. Kralın cenaze töreni, yaşamındaki gibi günlerce süren muhteşem törenlerle altından yapılmış bir mezara gömülürken, benim gibi sefil pejmürdede hayvanmış gibi bir çukura atılmak suretiyle üstü kapatıldı. Merakımı yenemeyerek bir gece ikisinin de mezarını açıp, mezardaki hallerini öğrenmek istedim. Mezarlarını açtığımda hangisinin kral hangisinin pejmürde olduğunu tanıyamadım.”

Çok süs ve debdebe, gerçeği gizlemek amaçlıdır. Oysa insana şah damarından daha yakın olan, ne düşündüğünü, hissettiğini, yaptığını ve kalbinde sakladıklarını bilip gören Allah’tan gerçeği saklayabilmek mümkün değil ise, hilkatteki eşinden gerçeği saklaman ya da açığa vurman ne fayda yahut zarar temin eder? Sonuçta faydayı da zararı da sağlayan yaratıcı Allah olduğuna göre; hakkındaki takdir edilmişi, önem verdiğin süs ve debdebeyle aşabilecek misin?

Dolayısıyla kul, kendini başka bir kula beğendirebilmek ve övgüsünü kazanabilmek için servetler harcamak suretiyle kula kulluk yapmaya çalışır ama yaratıcısı ALLAH’ın kendisini beğenip beğenmemesini umursamaz.

(Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” Tevbe 55

“Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.” Al-i İmran 117

Hiç yorum yok: