12 Mayıs 2013 Pazar

Gerek Atatürk gerekse başka bir beşer sadece araçlardır…


Tıpkı denizde boğulurken bir tahta parçasının kurtarıcı araç olması misali!

Müslüman Türk Milleti’nin inanç gücünü en derinlerinde işleyerek düşmanın fiziki sayı, silah ve kuvvetini nasıl paçavraya çevirip zaferlere dönüştürdüğü savaşlar beşerin değil Allah’ın bir kudretiydi. Lakin ya inkârlarından yahut yaratıcıları Allah’ı idrak edemediklerinden zaferleri beşere atfetmeleri, Allah’a olan inancın kulaktan geçip kalplere inmemesindendir.
İnsanı tutsağında bulunduran nefis, iradesince kavuştuğunu sandığı herhangi bir başarıda öyle şımarır ve kendini Kaf dağında hisseder ki, kendisini yaratıcısı Allah’ın dahi üstünde görür. Sözle itiraf etmese de nefsi tasdik etmekle kalmaz, ardına takılanlarda kendisine tevekkül ederler. Atatürk veya diğer dini ve siyasi liderlerde olduğu gibi!
Devlet otoritesinin yitirilerek şahsi despotizmle idare edilen her toplum, bitkisel yaşam süren yatalak hastalardan farksızdırlar.
İslam Halifesi Hz. Ömer (r.a), ömrü savaş meydanlarında zaferlerle geçen başkomutan Halid Bin Velid’in halkça yüceltilmesinden fevkalade imani rahatsızlık duyarak görevden almasının nedeni, Müslümanların farkında olmadan şirke girecek olmalarındandı. "Ben, Halid’i bir öfkesinden, hatasından ya da ihanetinden dolayı azletmedim. Fakat insanlar onu o kadar büyüttüler ki, Allah’ı bırakıp ona tevekkül edeceklerinden korktum. Ben onlara, bütün başarıların ve zaferlerin Allah’tan geldiğini bilmelerini istediğim için, böyle hareket ettim."

Özellikle Allah’a iman ettiklerini iddia eden insanlar, idol belledikleri liderlerine öylesine tevekkül edip yüceltiyorlar ki, hidayet, başarı ve zaferlerin iradelerince elde edildiği bir anlayışla tanrısallaştırıyorlar. “Sen ne yapıyorsun” diye çıkışıldığında ise, “o benim sadece liderim; şu şu hizmetleri yaptı; şu kadar insanı kurtardı; ülkeyi düşmanların işgalinden temizledi; zenginleştirdi; huzur, sağlık, refah ve güven sağladı; insanları doğru yola iletti; v,s” gibi gerekçelerle Allah’ın yaptıklarını onlara mal ediyor ama Allah da başka diyebiliyor. Her şeyi liderleri yaptıysa (haşa) Allah ne işe yarıyor?

Türkiye, ölümünün ardından yıllar geçmesine rağmen hala Atatürk’ün despotizmi altındadır. Atatürk Devleti, Atatürk Cumhuriyeti, Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk Askerleri, Atatürk Vatanı, Atatürk Meclisi, Atatürk Anayasası, Atatürk Andı, Atatürk ilke ve inkılâpları! Dünyada böylesi bir zillete mahkûm başka bir millet mevcut mudur?

Milli marşımız olan İstiklal Marşının hiçbir mısralarıyla özdeşleşmeyen milletimiz, ne İslam’ın mutlakıyetini ne de rehberliğini önder kabul etmeyip ölü bir insanın vesayetindedir. Milli marşımızda söz edilen iman dolu göğüslere çıkarsı bir materyalizm ve Atatürk’ün hükmettiği; yurdu saran Atatürkçülerin kol gezdiği; kanla sulanmış vatanda zincirlere vurulmuş ve ecdadını gericilikle aşağılayıp inkâr etmiş laik ve putperest bir milletin doğduğu; mabedimizin göğsüne namahrem eli değmesiyle yurdumuzun üstüne Atatürkçü putperestlerin inlediği; şanlı hilalimiz yerine putların dalgalandığı; aslı hür kendisi müstemleke bir devşirmeyle Hakk’a değil Atatürk’e tapan maneviyatsız yaratıklara dönüşen bir millet olduğumuz inkâr edilemez.

Düşmanlara aman vermeyerek ömrü savaş meydanlarında geçip vücudunun herhangi bir yeri kalmaksızın ok, kılıç, top ve mermi yaraları almış onca yiğitler dahi kahramanlık ve kurtarıcılık payelerini haddi aşmak gerekçesiyle kabul etmezlerken, egoları galebe çalanların kahramanlık ve kurtarıcılıklarını sürdürebilen bir millet, insan olma muhakemelerini yitirmiş olmalılardır ki, idrak edememektedirler.
Allah ve dinleri İslam’ın egemenliği için ecdatlarının döktükleri kanlara ihanet eden Atatürkçlüler; hâkimiyeti Allah da değil de Atatürk yahut başka bir beşerde olduğu düşüncesiyle şeytanın tutsağı olmuşlardır. Yaratıcıları Allah’ın değil Atatürk’ün ilkelerini rehber edinmeleri kör, sağır ve mühürlü olmalarındandır. İnsanlıklarına fiyat etiketi koymalarından medeniyet denilen tek dişli canavarın midesine yerleşmenin gururuyla kıvanç duyabilmektedirler. Oysa ecdadın Atatürkçülere asla helal etmeyeceği bu topraklar, çelik zırhlı duvarlarla sarılıyken İstiklale kavuşturulmuştu.      
Artık içimizde iman kalmadığından gövdelerimizi siper edemiyor, hayâsız politikaları durduramayarak Hakk’ın vaat ettiği aydınlığa ulaşamıyoruz. Altında binlerce kefensiz yatan şehidi inciterek bastığımız yerleri sıradan toprak sanıp şeytanla bütünleşmiş benliğimize peşkeş çekebiliyor, ruhumuzu, kalbimizi ve şanlı geçmişimizi satarak Yaratıcımıza ve ecdatlarımıza ihanet edebiliyoruz.         
Tıpkı denizde boğulurken bir tahta parçasının kurtarıcı araç olması misali!
Müslüman Türk Milleti’nin inanç gücünü en derinlerinde işleyerek düşmanın fiziki sayı, silah ve kuvvetini nasıl paçavraya çevirip zaferlere dönüştürdüğü savaşlar beşerin değil Allah’ın bir kudretiydi. Lakin ya inkârlarından yahut yaratıcıları Allah’ı idrak edemediklerinden zaferleri beşere atfetmeleri, Allah’a olan inancın kulaktan geçip kalplere inmemesindendir.
İnsanı tutsağında bulunduran nefis, iradesince kavuştuğunu sandığı herhangi bir başarıda öyle şımarır ve kendini Kaf dağında hisseder ki, kendisini yaratıcısı Allah’ın dahi üstünde görür. Sözle itiraf etmese de nefsi tasdik etmekle kalmaz, ardına takılanlarda kendisine tevekkül ederler. Atatürk veya diğer dini ve siyasi liderlerde olduğu gibi!
Devlet otoritesinin yitirilerek şahsi despotizmle idare edilen her toplum, bitkisel yaşam süren yatalak hastalardan farksızdırlar.
İslam Halifesi Hz. Ömer (r.a), ömrü savaş meydanlarında zaferlerle geçen başkomutan Halid Bin Velid’in halkça yüceltilmesinden fevkalade imani rahatsızlık duyarak görevden almasının nedeni, Müslümanların farkında olmadan şirke girecek olmalarındandı. "Ben, Halid’i bir öfkesinden, hatasından ya da ihanetinden dolayı azletmedim. Fakat insanlar onu o kadar büyüttüler ki, Allah’ı bırakıp ona tevekkül edeceklerinden korktum. Ben onlara, bütün başarıların ve zaferlerin Allah’tan geldiğini bilmelerini istediğim için, böyle hareket ettim."

Özellikle Allah’a iman ettiklerini iddia eden insanlar, idol belledikleri liderlerine öylesine tevekkül edip yüceltiyorlar ki, hidayet, başarı ve zaferlerin iradelerince elde edildiği bir anlayışla tanrısallaştırıyorlar. “Sen ne yapıyorsun” diye çıkışıldığında ise, “o benim sadece liderim; şu şu hizmetleri yaptı; şu kadar insanı kurtardı; ülkeyi düşmanların işgalinden temizledi; zenginleştirdi; huzur, sağlık, refah ve güven sağladı; insanları doğru yola iletti; v,s” gibi gerekçelerle Allah’ın yaptıklarını onlara mal ediyor ama Allah da başka diyebiliyor. Her şeyi liderleri yaptıysa (haşa) Allah ne işe yarıyor?

Türkiye, ölümünün ardından yıllar geçmesine rağmen hala Atatürk’ün despotizmi altındadır. Atatürk Devleti, Atatürk Cumhuriyeti, Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk Askerleri, Atatürk Vatanı, Atatürk Meclisi, Atatürk Anayasası, Atatürk Andı, Atatürk ilke ve inkılâpları! Dünyada böylesi bir zillete mahkûm başka bir millet mevcut mudur?

Milli marşımız olan İstiklal Marşının hiçbir mısralarıyla özdeşleşmeyen milletimiz, ne İslam’ın mutlakıyetini ne de rehberliğini önder kabul etmeyip ölü bir insanın vesayetindedir. Milli marşımızda söz edilen iman dolu göğüslere çıkarsı bir materyalizm ve Atatürk’ün hükmettiği; yurdu saran Atatürkçülerin kol gezdiği; kanla sulanmış vatanda zincirlere vurulmuş ve ecdadını gericilikle aşağılayıp inkâr etmiş laik ve putperest bir milletin doğduğu; mabedimizin göğsüne namahrem eli değmesiyle yurdumuzun üstüne Atatürkçü putperestlerin inlediği; şanlı hilalimiz yerine putların dalgalandığı; aslı hür kendisi müstemleke bir devşirmeyle Hakk’a değil Atatürk’e tapan maneviyatsız yaratıklara dönüşen bir millet olduğumuz inkâr edilemez.

Düşmanlara aman vermeyerek ömrü savaş meydanlarında geçip vücudunun herhangi bir yeri kalmaksızın ok, kılıç, top ve mermi yaraları almış onca yiğitler dahi kahramanlık ve kurtarıcılık payelerini haddi aşmak gerekçesiyle kabul etmezlerken, egoları galebe çalanların kahramanlık ve kurtarıcılıklarını sürdürebilen bir millet, insan olma muhakemelerini yitirmiş olmalılardır ki, idrak edememektedirler.
Allah ve dinleri İslam’ın egemenliği için ecdatlarının döktükleri kanlara ihanet eden Atatürkçlüler; hâkimiyeti Allah da değil de Atatürk yahut başka bir beşerde olduğu düşüncesiyle şeytanın tutsağı olmuşlardır. Yaratıcıları Allah’ın değil Atatürk’ün ilkelerini rehber edinmeleri kör, sağır ve mühürlü olmalarındandır. İnsanlıklarına fiyat etiketi koymalarından medeniyet denilen tek dişli canavarın midesine yerleşmenin gururuyla kıvanç duyabilmektedirler. Oysa ecdadın Atatürkçülere asla helal etmeyeceği bu topraklar, çelik zırhlı duvarlarla sarılıyken İstiklale kavuşturulmuştu.      
Artık içimizde iman kalmadığından gövdelerimizi siper edemiyor, hayâsız politikaları durduramayarak Hakk’ın vaat ettiği aydınlığa ulaşamıyoruz. Altında binlerce kefensiz yatan şehidi inciterek bastığımız yerleri sıradan toprak sanıp şeytanla bütünleşmiş benliğimize peşkeş çekebiliyor, ruhumuzu, kalbimizi ve şanlı geçmişimizi satarak Yaratıcımıza ve ecdatlarımıza ihanet edebiliyoruz.         
Onuru, şerefi, istiklali ve dinini batıla tahvil edip kadersi düşmanlarına diz çökmüş bir millet, zillete ve kahrolmaya müstahaktır.
İşte böyle bir milletin marşı İstiklal değil ancak ruhsuz bir 10.yıl marşı olmalıdır…
Bir muhakeme edin bakalım hangisini kendinize yakıştırıyorsunuz?
İSTİKLAL MARŞI 
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
10. YIL MARŞI
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört baştan.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.
Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk’üz bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.
Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını,
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını.
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını.
Bütün dünya öğrendi, Türklüğü saymasını.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.
Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz;
Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülkeye biz;
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.
Uğruna yaşadığın şey, ancak uğruna öleceğin şeydir!
Mücadeleden ve savaştan kaçıp korkanlar, ancak hümanist söylemlerle teslimiyetlerine
Bir bakalım Allah ne diyor…
(Resulüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.” Al-i İmran 64
 “De ki: Ne dersiniz; size Allah'ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse size, Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)!” Enam 40
“Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” Yunus 15

İşte böyle bir milletin marşı İstiklal değil ancak ruhsuz bir 10.yıl marşı olmalıdır…
Bir muhakeme edin bakalım hangisini kendinize yakıştırıyorsunuz?
İSTİKLAL MARŞI 
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
10. YIL MARŞI
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört baştan.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.
Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk’üz bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.
Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını,
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını.
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını.
Bütün dünya öğrendi, Türklüğü saymasını.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.
Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz;
Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülkeye biz;
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.
Uğruna yaşadığın şey, ancak uğruna öleceğin şeydir!
Bir bakalım Allah ne diyor…
(Resulüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.” Al-i İmran 64
 “De ki: Ne dersiniz; size Allah'ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse size, Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)!” Enam 40
“Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” Yunus 15

Hiç yorum yok: