9 Şubat 2009 Pazartesi

Menfur bir meslek; “politika”…

Siyasetin olmadığı öyle ahlâksız bir dünya inşa edildi ki; sözde popülerlisi ve saygınlığı olduğu varsayımıyla onur ve erdemden uzak yığınların koştukları bir politika üretilmiş, insanı egemen yapan ideolojilerin hüküm sürmesiyle devletler ve toplumlar siyasetle değil, politikalarla yönetilerek; hainlikler, barbarlıklar, haksız ve adaletsizlikler meşrulaştırılmış, insani ve vicdani tüm değerler yok edilmiştir.

Siyaset; insanlar arasında hak ve adaleti, huzur ve güveni, birlik ve beraberliği sağlayan, etnik ve dini, ekonomik ve sosyal yapısı ne olursa olsun hiç kimseyi kayırmayıp adaletle hükmeden, toplumun ve düzenin bekası için suçluya hak ettiği cezayı, iyiye de mükâfatı veren, idaresi altındaki insanların her biri için aş, iş ve barınak sağlamakla sorumlu olan,
halkı tok, huzur ve güvende olmadan kendini doyurmayıp emniyette hissetmeyen, düşmanına karşı dik ve onurlu, halkına ve dostuna karşı alçakgönüllü ve hoşgörülü, ülkesini yaratıksal hiçbir gücün hegemonyası altına sokmayıp; devletini, halkını, dinini, kültürünü ve bağımsızlığını pazarlama konusu yapmayarak fiyatlandırmayan, maddi ve manevi gücünü acze uğratabilecek her türlü tartışmadan uzak tutan, resmi veya gayri resmi herhangi bir silahlı gücün sultalaşmasına izin vermeyen, karşısındaki her kim olursa olsun haksızlık karşısında susmayıp adalet adına karşı koyan, hak ve adalet adına; gerektiğinde dünyanın bir ucundaki zalimlere bile müdahale ederek zulme uğrayan insanlara yardım ederek kötüye karşı mücadele eden kutsal bir yönetimdir.

Siyaset, kısaca yaşamın bütünü, suyu, nefesi ve ruhudur. Siyasetin olmadığı bir toplumda ne düzen, ne birlik, ne güç, ne adalet, ne de dirlik olur.

Ancak günümüz dünyasında erdemliği ve dengeyi tanımlayan bir siyaset olmayıp, politika hüküm sürdüğünden barbarlar söz sahibi olabilmekte, dolayısıyla zayıfların mal, can ve vatanları savunulmayarak, katliamları öngörülüp barış adına esaretleri sağlanmakta, böylece haksızlık ve zulümler mükafatlandırılarak, zalimliklere son verilmemektedir.

Yıllardır İsrail vahşetiyle yaşayan halkını haksız bularak, işgalci İsrail’i destekleyebilen Filistin’in gayrimeşru hain cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’ı davet edebilen Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde de barbarların sözcülüğünü yapmış, Livni ve Rice’in emir erliğini üstlenerek, dünyaya hükmetmiş Müslüman Türk milletini rezil rüsva etmişti. Dünkü politikası bugün de devam etmekte; korkaklığın, çekimserliğin, esaretin ve ezilmişliğini sürdürmektedir. Cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede; hâlâ eşine bir meşruiyet kazandıramayan bir devlet adamından, başka nasıl bir tavır beklenebilir?

İşte böylesi basiretsiz idareciler ve politikacılardan dolayı Türkiye’nin Ortadoğu’daki barış çabaları, İstiklal mücadelesi veren kardeşlerinin lehine değil, müstemlekesi oldukları katillerin direktifi doğrultusunda sürmektedir.

Davos’taki cesur çıkışıyla umutları yeşerten Başbakan Erdoğan’ın, halkını İsrail gibi bir canavara peşkeş çekebilen Mahmud Abbas ile görüşmesini ve sözde kalıcı bir ateşkesin sağlanabilmesi konusunda atılabilecek kölesel adımları müzakere edebilmesini fevkalade yanlış buluyor, o tarihi duruşunu gölgelendirdiğini ve samimiyetini sorgulattırdığını bilmesini isteyerek, konumunu yeniden gözden geçirmesini, politikacı değil, ataları gibi siyaset adamı olmaya gayret etmesini öneriyorum.

Hain Mahmud Abbas’ın Türkiye’ye gelmeden önce İsrail’e açık destek veren ve hunhar işgalini haklı gören Fransa, İngiltere ve Avrupa Parlamentosunda ki görüşmeleri, kendileri gibi Hamas’ın da boyun eğmesini sağlayabilme amacı taşıdığı ve bu temelde sunulan desteğin gereği gibi halkını ikna etme konusunda her türlü girişimde bulunması üzerinde ittifak sağladığı malûmdur. Barbar yandaşı naylon Arap iktidarlarını da arkasına alan Mahmud Abbas, Filistin’in gözyaşı ve kanla yapılmış anahtarını İsrail’e teslim edebilmek için, var gücüyle çaba sarf ettiği tartışılmaz bir gerçektir.

Kötülük olmadan iyilik olmayacağı gibi, savaş olmadan barış da var olamaz. Barış, ancak ödenen bedeller ile mümkün olabilir. Ancak bedel ödemekten korkan insan kisvesi yaratık politikacılar yüzünden toplumlar bağımsızlıklarını ve onurlarını yitirmekte, dolayısıyla kan akıtıcı ve insan parçalayıcı acımasız caniler meydan okuyarak, hedefledikleri toplumları tahakkümleri altına alabilmektedirler. Onlar yok edilmedikçe ya da dize getirilmedikçe; ne barış, ne adalet, ne de güven sağlanamaz.

Savaşın, barış için kaçınılmaz bir yol olduğu akıl ve duygulara nakşolunmadıkça, insani fıtrat ve tarihi gerçekler göz ardı edildikçe, kalıcı bir barışın ve uzlaşmanın elde edilebilmesi asla mümkün değildir. Fırsatlar, ancak eşit şartlar altında değerlendirilmeli, güçlerini barbarca kullananlara bir ayrıcalık ve üstünlük sağlanarak, mal ve can istismarına müsaade edilmemelidir.

İsrail’in esir bir askerine karşılık bin kadar masum Filistinliyi serbest bırakma vaadi, bir yahudinin bin Müslüman’a bedel olduğu anlayışını doğuruyor ki, bu asla kabul edilebilir bir hakaret olmamalıdır. Cani bir askerin masum bin insana bedel tutulması, düzenin nasıl vahşi bir anlayış içinde olduğunu yeterince kanıtlamaktadır.

Cumhurbaşkanı Gül’ün, “Birinci öncelik Filistin uzlaşı hükümetinin kurulması. Filistin davası ancak böyle tekrar güçlü hale gelir" sözleri, İsrail cumhurbaşkanı Perez’in açıklamalarının aynısı olup, apaçık bir teslimiyeti işaret etmekte, böylece esarete mahkûm edilen Filistin’inde konuşulabilecek bir davası olamayacağını, direncinin kırılmasından ötürü de eski gücüne kavuşamayacağını belgelemektedir.

Şeytani politik manipülasyonlarla Filistinlilerin veya diğer toplumların tam bağımsızlık direnişlerini yıkmaya çalışan taşeronlar; öylesine alçaksı bir davranış içendedirler ki, riyakar tavırlarıyla mazlumların yanında görülseler de barbarların dileği doğrultusunda tutum sergilemekte; teslimi barış, onursuzluğu şeref, yenilgiyi zafer addederek, topyekun diz çökmektedirler.

Saltanat sürdükleri iktidarlarını tehlikeye atmamak, kaybetmemek ve tekrar kazanabilmek adına halklarını ezen ve ezdiren politikacılar, yeryüzünün en lanetli fiziki iblisleridir. Onun için hiçbir politikacıya değil oy, arttırabilirler endişesiyle günahımı dahi emanet etmem.

Sadece uluslar arası arenada mı, içeride dahi ne çirkinlik ve ikiyüzlülüklere şahit olabilmekte, sırf iktidara gelebilmek ve seçim kazanabilmek uğruna dine, yaşamaya çalışan Müslümanlara ve peygamberine söven CHP’nin, var olduğundan bugüne kadar düşman belleyip savaştığı müminlere nasıl zulmettiği ve haklarını ellerinden aldığına hiç aldırış etmeden, dalga geçercesine türban ve çarşafı bağrına basıp, Kur’an Kursu açma vaatleri, şüphesiz siyonistçi bir aldatmaca ve iğrenç bir politikadır. Terörist İsrail devletini, ABD'den sonra 2. tanıyanın CHP iktidarı olduğu ve beslediği de unutulmamlıdır. Dün İsrail'i, bugün de Ergenekon Terör Örgütünü tanıyan CHP'nin tarihi incelendiğinde, gerçekler daha net anlaşılabilecektir.

Siyasetin olmadığı bir ülkede politikaya verilen değer, o ülkenin bittiğine ve pespaye olduğuna açık bir delil, bataklıkların üremesine somut bir nedendir.

Politikanın yerini siyaset almadığı müddetçe; onursal bir savaş, esaretsel bir barışa tercih edilmedikçe; hiçbir insan ve toplum; bağımsızlık, hak ve adalet hakketmemelidir.

Bu sebeple; fitne mutlak yok edilmeli, bozguncular lağvedilmelidir.

(Yeryüzünde) fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer son verirlerse (onları bırakın). Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını çok iyi görendir.” Enfal. 39

Hiç yorum yok: