24 Şubat 2014 Pazartesi

Kader mahkûmu insanoğlu bir hiçtir ama…

Nefsi, öyle bir özgürlüğe koşturuyor ki, başına gelen belaları dahi muhakeme ettirmeyip pozitivistsi gerekçeleri mazeret kılarak ders çıkarmasını engellese de ancak ölümle durulabilmeleri, savunulan seküler temelli düşüncelerin yalanını ortaya çıkarıyor.  

Neredeyse herkesin irili ufaklı tanrılığı oynadığı yaşam sürecinde tanrının yalnızca Allah ve kader çizen tek kudret olduğu aşikârken yine de inat ve ısrarda bulunabilmeleri ne akıllarının ne de iradelerinin hür olmadığına apaçık bir kanıttır.

Aslında bizzat edinilen tecrübe, düşünebilenler için sarih bir ayna olmasına rağmen nefisleri o gerçeği kavramalarına izin vermemektedir. Dolayısıyla ya kendilerini ya da kuvvet sahibi sandıkları beşeri Allah’tan daha çok anarak ve yaptırım güçleri olduklarına güvenerek iplerine sarılmaları; nasıl kör, sağır ve idrakten yoksun olduklarını ortaya koymaktadır.

İnsanı, insanlıktan çıkarıp gerçeği kavramada düşünce ve duygularına zincir vuran nefis, görünüşte galebe çalsa da özde bir kuldur ve hakkında yazılmış olanı aşarak dileği doğrultusunda kaderini yaratabilmesi mümkün değildir. 

Hem özgür iradeyi savunup hem de tanrılığı oynayanlara kulluk eder; hem kaderin iradeleriyle çizildiğini teorileriyle iddia edip hem de tanrılığı oynayanlara sığınıp ardına takılır; hem aklın üstünlüğüne inanıp hem de başına gelen musibetleri savamaz; hem başarılarıyla övünüp hem de zillet içinde yıkılmaktan sakınamaz!

Öyleyse kul değil özgürse, bir saniye sonra başına ne gelebileceğini biliyor mu? Biliyor ise engelleyebiliyor ya da tersine çevirebiliyor mu? İddia ettiği gibi bir iradeye sahip ise, neden dilemediği olumsuzlukları sahipleniyor? Oysa dileği hem mutlu ve güven içinde olmak, sağlıklı ve varlıklı bir hayat sürmek, her türlü beladan kaçınmak, korku ve tehlike yaşamamak, acı ve kayba uğramamak değil midir? Öyleyse insan, özgür bir manyak mıdır? 
   
Dolayısıyla insan, derinliklere götüren yolların kokusunu alamamalarından, gönül gözünün işitici ve bilici gücünü çalıştıramamalarından ve zihinlerini yalanla meşgul edip asıl önemli şeyden uzaklaştıran her şeyi göz ardı edebildiklerinden ne kadar kanıta şahit de olsalar,  yine de idrak edememeleri ilahsal kaderdendir. Demek ki akıl, teoride öngörüldüğü gibi muhakeme yetisi de sağlamamakta ve iddia edildiği gibi kader yazılamamaktadır!

Her kim olursa olsun, velev ki peygamberler dahi olsa hiçbir beşer yüceltilemez; yönetip yönlendiren ve kaderleri yazan yaratıcı Allah’a ortak koşan bir paye ile onurlandırılamaz.  

Unutulmamalıdır ki hiçbir beşer yoktur ki, kendi iradesiyle yücelip alçalabilsin!

“(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” Ali İmran 26

Sözde yaratıcı akla ve iradeye odaklattırılan bilimsel keşiflerin, zaferlerin, başarıların ve iktidarların ardında yatan öyküler özellikle göz ardı edilir. Dünyada gelişmelere neden olan buluşların ani beyin fırtınaları sonucu doğduğu ya da kahramanlıkların cesaret ve bilgelikle edindiği iddia edilir. Hâlbuki her şey, Mutlak İrade’nin "o kitap"ta ki düzeneğine göre gerçekleşmekte; üstünken yahut dehayken hiçliğe, hiçken iktidara dönüşen sürecin altında yatan gerçek kavranamamaktadır.

Her insan, kaderini yaşadığından iradesel temelde birbirlerine karşı ne güçlü ne de zayıftırlar. Sadece Allah tarafından biçilen görevleri yapmakta, kiminin kimine karşı üstünlüğü akıl ve iradelerinden değil, Allah öyle dilediği içindir. Bu sebeple insan olmalarından peygamberlerin dahi kendi başlarına yaptırım güçleri bulunmamaktadır.

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek İlah olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6

De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten Allah’a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam.” Cin 21-22

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.” Enam 165

“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” Zuhruf 32

İşte insanoğlu, gerçekle bütünleşemediğinden ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri gücü elinde bulunduranlara gıpta ederek önlerinde boyun eğer, maharet akıl ve iradelerindeymiş gibi arşa yerleştirilir ve efsaneler düzerler.

Herhangi bir beşerin geçici ve emanetsi gücünden etkilenerek fayda yahut zarar verebileceğini sanmayın. Böyle yaparsanız yaratıcı Allah’ınıza ortak koşarsınız!  Fayda beklediklerinizin nasıl zarara uğradıklarını yargılayabildiğinizde yanlışınızda ortaya çıkacaktır.


Karşındaki kim olursa olsun kul olduğunu unutma ki, kulu olmayasın!

Hiç yorum yok: