16 Şubat 2014 Pazar

İnsana ne nankörlük ne de ihanet yaraşır!

Yaratıcısı Allah’a hainliği meslek edinmiş günahkârlara güvenen, umut bağlayan ve savunanların insan olabilmeleri; insanca muhakeme edebilmeleri ya da insanca yargıya gidebilmeleri mümkün müdür?

Benliklerinin ardına Arap atı misali dörtnala koşarak yorulmaları akabinde nefislerinin eline terk edilenlerin hazin sonları her ne kadar herkesçe edinilen tecrübeler ise de, yine de gerçeğin açık perdelerini kapatabilmek için inatlarını sürdürebilmektedirler. Çünkü onlar ‘o kitap’ça mühürlenmişlerdir.

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” A’raf 179

Nefsin hüküm sürdüğü bir toplumda iyiyi ve doğruyu, hakkı ve adaleti kabul ettirebilmek imkânsızdır. Yalnızca çıkara odaklı nefsin kendinden başkasını elem edinebilmesi mümkün olmadığından nankörlük ve ihanette sınır tanınmamakta, dolayısıyla felaketlerin başa gelebilmesi için acele edilip, sonrada “ne yaptım” hayıfıyla dizlere vurulmaktadır.

Neredeyse herkesin benliğine çalıştığı bir dünyada insaniyet, barış, hak ve adalet argümanları tamamen aldatmaca olup, ancak kendini yaratıcı Allah’a adayıp dünyayı ahiret karşılığı satanlar nefislerini düşünmezler. Kimilerinin; “kendilerini Allah’a adadıklarını iddia edip de nefisleri peşine koşarak binbir dalavere yapan Müslümanlara ne demeli!” eleştirilerde bulunmaları doğrudur. Ne var ki, onların Müslüman değil Müslüman kimliği taşıyan münafık oldukları kestirilememesinden Müslümanlar yaftalanmaktadır. Çünkü tumturaklı iman etmiş hiçbir Müslüman nefsi hiçbir arayış ve beklenti içinde bulunmaz, dolayısıyla ne nankörlük ne de ihanete kalkışır.

2006 yılının Nisan ayında yazdığım “neden oy kullanmıyorum” adlı kitabımda, seküler rejimi meşrulaştırmamak için herhangi bir partiyi desteklememin dinen sakıncalı; yaratıcı Allah’ın anayasasını değil de beşeri anayasayı rehber edinmenin apaçık bir başkaldırı olduğu üzerinde durarak, partinin adı ne olursa olsun Allah’ın kitabına isyan esası üzerine kurulu batıl rejime bağlı faaliyet göstermelerinden hak ve adaletli değil nefsi bir yönetim güttüklerinden hep karşı çıkmış ve bu sebeple hiç oy kullanmamışımdır.

Hatta kitabımda, söz konusu seküler düzen adına kullanacağım tek bir oy, çok sevdiğim rahmetli babamın dirilmesine neden olabilecek bir mucizeyi gerçekleştirecek olsa dâhi, yine de kullanmam. Çünkü dirilişi bir hayır değil, mutlaka şer olacaktır. Vahyi reddeden bir rejim,"Allah adı" anılmaksızın kesilen hayvanın haram etine benzer. Onun etini yemek ne kadar büyük bir günahsa, rejimi meşrulaştıran herhangi bir partiye oy vermemde o kadar büyük bir günahtır” açıklamasını yapmıştım.

Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider. C.Bruno

Ne var ki geldiğimiz nokta, İslam ve Türkiye karşıtı ne kadar dâhili ve harici güç var ise, sırf din ve vatan hassasiyetinden dolayı Başbakan Erdoğan’a karşı ittifak kurarak ülkemizi kuşatmaya kalkışmış, dolayısıyla İstiklal mücadelelerinde olduğu gibi saf tutmaya mecbur bırakmıştır. Dolayısıyla önümüzdeki seçimler, haçlıların kuşatmasını kırabilmek ve ülkemizi düşmanlardan kurtarabilmek için geçmişimizdeki İstiklal muharebelerinden farksızdır.

Ecdadımızın haçlılara karşı silahla gerçekleştirdikleri cenk, günümüz Türkiye’sinde seçimlerle yapılmaktadır. Bu gerçeği idrak edemeyen insanların haçlı safında yer alarak dinine, namusuna ve vatanına ihanetleri nefsi bir hezeyan olup, sorunun Ak Parti yahut Başbakan Erdoğan muhalefetliği değil, doğrudan Türkiye hasımlığı olduğu ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de Başbakan Erdoğan gibi haksızlıklara dik durabilen; ülkeyi uluslararası arenada etkin kılabilen; insanları inançlarından yahut etnik kimliklerinden dolayı ayırmayan; zulüm altında kim olursa olsun yardım ve desteğe koşabilen; milletine şeref katabilen; caydırıcı gücüyle dostlarına cesaret, düşmanlarına gözdağı verebilen; yolsuzluklara taviz vermeyip ülkenin kalkınmasına çalışan; şehit, dul ve yetimlerin haklarını faiz lobilerine peşkeş çekmeyen;  hiçbir şantaj ve tehdide pabuç bırakmayan; din ve namusu tüm değerlerden üstün tutan; beşere değil yaratıcısı Allah’a sığınabilen; oy kaygısıyla kendine fiyat etiketi koymayan; köhnemiş Türkiye’yi şaha kaldırabilen; artıklara mahkûm edilmiş milletimizi Allah’ın izniyle aslan yapıp da başkalarının artığına muhtaç bırakmayan; her olayda izleyici olmayıp müdahalede bulunabilen; milleti millet yapıp şan kazandıran; beşerden değil Allah’tan korkan; ülkesi için her zorluğa göğüs geren; halkının huzur ve güveni için baskılara boyun eğmeyen; fedakârlıkta sınır tanımayan; haçlı kuşatmasına karşı kahraman ecdatlarını anımsatan başka bir lider var mıdır?

Artık Türkiye, yıllar öncesi Türkiye değil! Nasıl ki kümesi çok iyi tanıyor diye tilki bekçi yapılamayacak ise; muhalefet partilerinin hiçbirine Türkiye emanet edilemez. Her biri azmış nefislerinin gereği ülkeyi yağmalayabilmek için maskelerinden birini çıkarıp diğerini takmak suretiyle yarışmakta ve bağımsızlığına kavuşup gündem belirleyen Türkiye’yi eski tutsaklık günlerine götürebilme peşindedirler.

Otokritik yapıp kendinize bir sorun bakalım! Desteklediğiniz Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP, böylesi güçlü bir Türkiye’yi ve dağları yırtarcasına azmedip sınır tanımayan yiğit bir milleti yönetebilir mi? Yahut Devlet Bahçeli ve MHP; ya da Mustafa Kamalak ve SP ne yapabilirler? Sakın ha, yüzyılın münafığı ve haçlı taşeronu F. Gülen’den medet uman BBP; ya da ömür boyu mahkûm Öcalan’a sığınmış BDP yahut HDP’den umutlu olduğunuzu söylemeyin!  

Yoksa doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırarak muhakeme yetisini kullanamayan insanlar mısınız?

Haydi diyelim, nefsi bir çıkar edinebilmek amacıyla söz konusu partileri yahut adaylarını destekliyorsunuz. Şüphesiz söz konusu partiler ve adaylar, yakınlarını zenginleştirecek ve kendilerini destekleyen sermaye gruplarına hizmet edeceklerdir. Peki, sen bunlardan istifade edebilecek ve ayrıcalıklı kesimden olabilecek misin? Seçimler öncesi peşinden koşan belediye başkan adayının seçim sonrası odasından içeri girebilecek misin? Sağlattığın imkânlara ortak olabilecek misin? Dertlerini dinletebilecek ve ihtiyaçlarını karşılatabilecek misin?

Bir düşünün; örneğin İBB Başkanı Kadir Topbaş, ABB Başkanı Melih Gökçek ya da diğer bir Ak Partili Belediye Başkanının iktidar desteğine rağmen yapamadığı ne var ki, diğerlerinin başarabileceğine inanıyorsunuz? Hangi İstanbullu Kadir Topbaş’ın hizmetlerinden memnun kalmayıp da binbir surat Mustafa Sarıgül ya da kendini lezbiyen, biseksüel, gay ve transseksüellere adamış Sırrı Süreyya Önder’i destekleyebilir? Bu apaçık bir nankörlük değil midir?

İstanbul’un trafik yoğunluğundan söz ediliyor. Bana dünyada bir metropol gösterin ki, trafik çilesi yaşanmamış olsun! Nüfusu yaklaşık 2 milyon olup otobanları, metroları ve yedi şeritli yollarıyla ünlü Dubai’de dahi saatlerce bekleyen trafik yoğunluğundan kaç kişinin haberi vardır? Dolayısıyla 15 milyonluk nüfusuyla İstanbul, inanın trafik yoğunluğu en az olan anakenttir.

Her beşer gibi Başbakan Erdoğan’ın da çok hataları vardır. Benim nezdim deki asıl yanlışı, haçlıların Irak’ı işgal etmesine cesaret verip milyonlarca Müslüman’ı yurtlarından çıkarttırmak suretiyle katlettirmesidir. Bu sebeple kendisine hakkımı helal etmeyi düşünmüyordum ama gerek dâhili gerekse harici düşmanlara dik duruşu, kararımı değiştirecek boyuttadır. Ancak Türkiye için vazgeçilemeyecek bir lider olduğu tartışılmazdır.             

Dolayısıyla Başbakan Erdoğan tanrı değil bir insandır. Hata yahut yanlış yapması kulluğunun kaçınılmaz gereğidir. Bu sebeple nefse yenik düşerek kendisine cephe almamalı, bilakis içinde bulunduğumuz fitne furyasında din ve vatan için mutlaka desteklenmelidir.

Böylesi bir haçlı kuşatmasında nefsi düşünmek haram ve ihanettir. Zaman, nefsi isteklere göre karar verme değil, Türkiye’nin bekasını sahiplenme zamanıdır. Tüm partileri ve muhalefeti bir araya toplasanız, Başbakan Erdoğan’ın gölgesi dahi etmezler!

Söz konusu fırsatçıların yemleri olmayınız; nefsinizin aşağılayıcı tuzağına düşmeyiniz; yanınızda dolaştırmaya utanacağınız maskelilerin oyununa gelmeyiniz; çocuklarınızın haklarını onlara yedirmeyiniz; maceraya kalkışıp binebilecek bir otobüs dahi bırakmayacak olanlara imkân tanımayınız; adamı ıslah etmeye çalışınız, adam olmayanla tükenmeyiniz; yaratıcısına asi olanın hilkatteki eşine adil ve vicdanlı davranabilmesi mümkün değildir; nefsi zaafın korkunç sonundan ürkünüz; nefsi hakkın değil ilahi hakkın peşine düşünüz; adaleti nefsinizde değil insanlıkta arayınız; kadim düşmanlarımıza vatanımızı peşkeş çekmeye çalışan hainlerin ardına takılmayınız; sonunuzu getirecek bir maceraya kalkışmayın; en önemlisi vesveselere kulak kabarıp nankörlük ve hainlik etmeyiniz.

Allah’a ve Peygamber’e ihanet etmeyip dininin ve milletinin egemenliği için siper olmuş başbakanınız ve hükümetiniz emanetinizdir. Emanete ihanet edebilir misiniz?

“Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber e hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.”  Enfal 27



Hiç yorum yok: