24 Ocak 2014 Cuma

Hukuk var; adalet yok!

Seküler yani batıl hukuk, nefsi yücelten kanunlarla inşa edildiğinden adil olabilmesi mümkün değildir. Her rejimin bir hukuku vardır ve hukukun önemine işaret edilir lakin adil olup olmadığına aldırılmaz. Hukukun çiğnendiğine vurgu yapılır ama devletin hazinesi olması gereken adalete yangın misali sahip çıkılmayarak kıyamet yaşanır. Adil olmayan hukuk, ayakları olmayan engellinin ayakkabısı olması gibidir!

Kölelik karşıtı mücadelesiyle bilinen Amerikalı filozof Henry David Thoreau der ki; “Adil olmayan yasalar mevcuttur: Onlara itaat etmekle yetinelim mi, yoksa bu yasaları değiştirinceye kadar onlara itaat mi edelim, yoksa bu yasaları ihlal mi edelim? Bu tür bir devlet yönetimi altında insanlar genellikle çoğunluğu ikna edinceye kadar beklemek gerektiğine inanırlar. Eğer yasalara karşı gelirlerse, çözümün mevcut kötülükten daha kötü olacağını düşünürler. Fakat bilinmelidir ki, devletin kendisi çözüm olarak mevcut kötülükten daha kötüdür.”

Her nefsin doğru yahut yanlış algısı adaleti doğrayan yegâne sebeptir. Ancak hukuk nefsi arzular üzerine inşa edilmiş ise, insanda nefsinden öte hiçbir şeye kaygı duymamakta, dolayısıyla adaletin değil nefsin peşine düşülmesinden kuvvetlinin zayıfı ezip geçmesi meşru hale gelmektedir.

Adaletin ilki devletten gelmiyor ise, devletin toplumsal düzen sağlayıcısı hukuk ne işe yarar? Adaletin hesap sorduğu bir yargıda çıkar ve merhamet hakkı gözetilirse, adalet doğranmıştır! Dolayısıyla Allah; ana, baba, kardeş ve evladının aleyhine dahi olsa adaletle şahitlik etmekten vazgeçilmemesini emretmiştir. Ne var ki nefis, adil olmaya izin vermemekte, çıkar ve merhamet saplantıları hakkı ve adaleti öyle savurmaktadır ki, tıpkı kuvvetli bir rüzgârın bitkileri çerçöp haline getirmesinden farksızdır!
Suriye’deki vahşetin yaşandığı bir dünyada artık seküler hukuk, ancak tükürükle boğulmalıdır. Haksızlıklar karşısında susan korkaklar, nasıl barış şemsiyesi altını sığınırlar ise, canilerde hukuka barınarak kendilerine dokunulmazlık sağlarlar.

Şeytanın bedenine girerek fiziki görünüm kazandığı Beşar Esed adlı cani, yıllardır onbinlerce insanı kıymasına rağmen tartışmaktan öte hiçbir yaptırım uygulanmaması hukuk ise, adalet nerede? Barış adına Cenevre’de düzenlenen görüşmelerde kelimelerin doldurulması, halen deşilmekte olan insanlardan daha önem arz ediyorsa, sonucun insani değil şeytani çıkacağı kaçınılmazdır. Dolayısıyla bir mahallede, şehirde yahut ülkede seri cinayetler işleyen azılı bir katil ortaya çıktığında; nefesler tutulur, korku yürekleri kaplar ve güvenlik güçleri alarma geçilerek sürek avı başlatılır. Lakin her gün yüzlerce insanı öldüren Beşar Esed adlı seri katil için uluslararası hukuk hiçbir önlem almıyor, caninin kırılmamasına hassasiyet duyuyor ve cinayetleri izliyor ise, seri katilliği meşru hale getiren hukuk karşısında dileyenin dilediği gibi insan öldürmesi hukuka aykırılık teşkil edebilir mi? Bu durumda terörist olarak yaftalanan insanlarda nefsi hukuklarını uygulamalarından dolayı suçlu sayılamazlar! Tecavüzcüsü de, soyguncusu da hırsızı da hukuklarının icabını yapmaktadırlar.   

Hukukun dayanağı nefis ise, bir nefis diğerini mahkûm edemez; eğer hukukun dayanağı vahiy ise, kim olursa olsun ayrıcalık gösterilmez ve bedeline bakılmaksızın adaletin gereği yerine getirilir! Seküler rejimlerde inşa edilen hukuk nefsi olduğundan ne hak ne adalet ne vicdan ne de insani bir ölçü vardır! Varsa yoksa çıkardır, gerisi manipülasyondur!

Charles Darwin, Malthus’un düşüncelerinden yola çıkarak, ayıklanma metoduyla gereksiz veya yararsız canlılardan kurtulmayı çevre uyumuyla özdeşleştirmişti. Teorisine göre; “Çevresiyle uyumsuzluğa düşenler elenir, uyum kuranlar çoğalır.” Adına ‘Doğal seleksiyon’ verdiği ve evrimin itici gücü, yani ilerlemenin dayandığı düzenek koyduğu düşünce, 19. yüzyılın acımasız kapitalizmini ve emperyalizmini doğurmuş, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışını seküler düzende egemen kılmıştır.

Böylece despot iktidarlara boyun eğmeyip uyum göstermeyenler katliamı hak etmekte ve uyanlar sağ bırakılmaktadırlar. İşte dünyada hâkim olan bu düzenden dolayı zalim Esed, iktidarına muhalefet edenleri vahşice elemektedir. Dolayısıyla seküler düzenin Esed’e müdahalede bulunabilmesi mümkün değildir.

Yaratıcı Allah’ın koyduğu düzene asi olanlar güçlerine güvenerek ne kadar ‘benim’ diyerek böbürlenmek suretiyle zulümlerinde ısrarcı olsalar da, eceli gelen her devlet gibi silinip süpürüleceklerine şüphe yoktur.
   
Allah’ın Suriye’deki vahşete izin verip şımaran dünyaya müdahale ettirmeyerek ‘o kitap’ta takdir ettiği günü beklemesi, Nuh tufanı ve diğer kavimlerin başlarına gelen binbir türlü felaketin tüm insanlığı kuşatacak olmasındandır. Bugün Suriye’deki vahşeti izleyen milyarlar var ama o gün, izleyebilecek ne kadar canlının geride kalacağını bilmiyorum. Sözünü ettiğim felaket, kıyamet öncesi meydana gelecek belâlardır yani Suriye’deki vahşetin tetikleyeceği bedelidir.   
Kıyamet ise öyle bir gündür ki, yeryüzü tutuşacak, gökyüzünde peyda olan korkunç ses ve görüntüler kalpleri durduracak, binlerce volkan tarafından fışkıran lâvlar dünyayı kaplayacak, yerler eriyecek, denizler kaynayacak, kıtalar batacak, uçan kızgın taşlar insanları avlayacak, yarılmış arzın gümbürdemesi ve kül kasırgalarının kükremeleri dünyayı yok edecektir. Kimileri Mars yahut bazı gezegenlere kaçarak yaşayabileceklerini sanıyorlar ama sonuçta kâinatın tamamı yaratıcının hükmü altındadır.

“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” Bakara 48

Hiç yorum yok: