17 Mayıs 2011 Salı

Ya ver ya da yok et…

Öyle demir prangalara vurulmuşuz ki, ne içeride ne de dışarıda ülkenin güç ve güvenliğini sağlayamıyor, müstemlekesi olduğumuz Batı’nın direktifleri doğrultusunda bir avuç çapulcu teröristin kuklasına dönüşerek bağımsız kararlar alamıyoruz.

Terörist diye yaftaladıkları kendi düşmanlarını saf dışı bırakabilmek için ülkeleri işgal edip milyonları katledebiliyorlar ama sıra bize geldiğinde akıl almaz engel, yaptırım ve baskılarla terörizmi özgürlük gerekçesiyle meşrulaştırabiliyorlar. Müslüman isen terörist, Marksist ya da İslam karşıtıysan kahramansın…

Usame Bin Laden’i sağ yakaladıkları halde başına bir kurşun sıkarak cinayet işlemeleri memnuniyet doğuruyor, lakin halkımızın acımasız teröristi apo adındaki canavara dokunmak bir yana tüm taleplerini yerine getirip pazarlık yapılabiliyor, rahatı için yeni koğuşlar devreye sokulup yalnızlığını giderebilmek için arkadaş gönderilebiliyor, sağlık ve yemek koşulları en üst düzeyde karşılanıp en sıradan şikâyeti hassasiyetle ciddiye alınarak örgütünü yönetmesine fırsat verilebiliyor ve bunun adına insan hakları ekseninde demokrasi ve barış denebiliyor.

Dünyadaki her ayrılıkçı teröriste uygulanan yaptırım ne ise onu uygulamada aciz devlet, milletimizin ezeli ve ebedi düşmanlarının telkinleriyle apo’yu taraf almak suretiyle uzlaşıya gitmeye çalışması apaçık bir ihanettir.

Bu durumda pkk terör örgütünce kıyılan ve zarar gören halkın sorumlusu devlet değil midir? Pkk’yı hak ettiği gibi cezalandıracağına milletin başına bela eden devletin ta kendisidir.

Neymiş efendim; aman kan akmasın, analar ağlamasın, gençlerimiz ölmesin gibi bir acziyet; bir taraf için korkaklık ve teslimiyet, diğer taraf için emellerine kavuşabilmek maksadıyla apaçık bir manipülasyondur. Bir millet; dini, vatanı, namusu ve güvenliği için savaşmayacak da nasıl varlığını sürdürecek? Kanlar içinde doğanın kanlar içinde ölmesinden daha normal ne olabilir? Başta ABD olmak üzere İngiltere, Avrupa ve birçok devlet, çıkarları ve güvenlikleri uğruna dünyanın bir ucuna seferler düzenleyip askerlerini savaştırırken, nasıl olur da tarihi savaş meydanlarında geçmiş milletimiz azılı teröristler karşısında el pençe durarak vatanlarını ve birlikteliklerini korumaktan imtina edebilmektedirler? Ecdadımız ihanetsi uzlaşmalarla mı halkı ve topraklarını muhafaza ettiler? En büyük izzet; yatakta, yolda ya da hastalıktan değil de savaşırken ölebilmektir. Ne mutlu eceli kahramanca savaşırken gelene… “Ya öl ya da ol! İşte bunu bilmiyorsan zavallı bir misafirsin karanlık yeryüzünde.” Goethe

Pkk mı üstün, Türkiye mi?

“Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” Muhammed 35

Neden korkuyoruz? Sonsuza kadar yaşayacağımızı mı sanıyoruz? Her an gelebilen ölüm; sarp ve sağlam kalelerde, etrafımızı çevreleyen orduların ortasında, rahat ve emniyetli yataklarımızda, güvendiğimiz doktorların gözetiminde dahi bizleri fethetmiyor mu?

Bugüne kadar hangi korkağın bir keşfi, başarısı, ilmi, zaferi ve kahramanlığı iktidar olabilmiştir? Lideri lider, kâşifi kâşif, dini din, milleti millet yapan cesaret, kararlılık ve inançtır. Bu fazilete sahip kimseler dünyaya hükmetmiş, buluşlar gerçekleştirmiş ve lâyık oldukları liyakate ulaşmışlardır. Bu lider ve orduları; başarılarını, zaferlerini ve kahramanlıklarını günümüz müstemlekeleri gibi teslimiyetçi politikalarla, nefsi çıkarlarla, aşağılayıcı pazarlıklarla ve ihanetlerle değil, vücutlarına saplanan oklarla, süngülerle, kılıç darbeleriyle, mermilerle, bombalarla ve tahammülü imkansız zorluklarla acı çekerek, işkenceler görerek, felâketler yaşayarak, ölümü, zindanı veya idamı şeref addederek, güçlüklere göğüs gererek cesaretle elde etmişlerdir. Kaçmamışlar kovalamışlar, korkmamışlar savaşmışlar, susmamışlar haykırmışlar; karşılarındakinin gücü ve sayısı ne olursa olsun hak ve adalet adına dimdik durmuşlardır.

Hayatta öyle değerler vardır ki, her neye mal olursa olsun asla dokunulmamalıdır. Cesur olmayan bir insan, ne deha ne bilge ne kahraman ne de lider olabilir. Her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış siyasi liderler ve ezberciye karşı kendini keşfe adamamış bilim adamları olmayan toplumlar, hor ve hakir kalmaya, artıklara mahkûm olmaya ve yenilmeye mecburdurlar.

Evlatlarını ülkesi, dini ve milleti adına feda eden ana ve babalar kahretmemeli bilakis onur duymalıdırlar. Allah, merhamet ve insanlık hasmı terörist ana ve babalarda evlatlarını kendi elleriyle ya saf dışı bırakmalı ya da öldürmelidirler ki adaletle hükmeden gerçek bir ana ve baba olduklarını kanıtlasınlar.

Ancak çocuklarını halkına karşı kışkırtıp yağmalattıran ve öldürten ana ve babalar lanetlilerin ta kendileridir.

Çocuk oldukları gerekçesiyle suçlulara ve pkk’lılara çıkarılan af ve cezadan muaf tutma yasası terörü teşvik etme ve azdırmaktan öte bir şey değildir. Yaratıcı Allah, buluğ yaşını erkeklerde 12 kızlarda 9, bu yaştan sonrakilerinin genç ve tıpkı büyükler gibi ceza ehliyetine haiz olduklarını hükme bağlamıştır. Adam öldürme, zarar verme, Molotoflarla masum insanları yakma, mağaza ve iş yerlerini ateşe vermede terörist ve caniler gibi davrananlar, nasıl oluyorsa yargı safhasında çocuk muamelesi görebiliyorlar?

Oysa iki cihan sultanı Fatih Sultan Mehmet Han, 1432’de dünyaya gelmiş ve daha yaşı 12 iken 1444’de tahta çıkarak Varna zaferini kazanmıştı. Tarih bunun gibi nice liderler, bilim adamları, sanatçılar, düşünürler ve kahramanlarla dolu iken; nasıl olurda acımasızca suç işleyen aklıselim canavarları çocuk oldukları gerekçesiyle cezaları ya hafifletiliyor ya da ehliyetten yoksun görülebiliyor? Masum insanları alıkoyup testerelerle parçalara ayırabildikten sonra çöp bidonlarına bırakanların yaşı 18’den küçük olması aylarla hesap edilerek ceza indirimine gidilmesi, yasalarca işlenen daha korkunç bir cinayetdir.

Pkk yahut siyasi kolu BDP’nin talebi bağımsız bir devlet kurmak, doğu bölgelerinin kendilerine verilmesidir. Ortaya attıkları hak ve hürriyet argümanlarının tamamı bir hile ve amaca giden yolu haklı çıkarabilme mazeretleridir. Eğer devlet, bu taleplerine sıcak bakıyorsa pazarlıkta ve uzlaşıda bir mahal yoktur. Yoksa kökünü kurutacak her türlü tedbire başvurmalı, düşmana karşı nasıl bir müdahale gerekiyorsa; en yakını dahi olsa yalvarmasına kulak asmadan yok etmelidir ki, huzur ve güven teminat altına alınabilsin.

Pkk’nın amacı apaçık ortadayken; neyin açılımı, diyalogu, müzakeresi ve barışı söz konusu olabilir? Ya göz diktikleri toprakları vereceksin ya da bedeli ne olursa olsun bertaraf edeceksin. İş uzadıkça içinden çıkılmaz bir hal almakta ve her geçen gün taraf toplayan teröristler, unutulmamalıdır ki dün milletin yanında yer alarak koruyuculuğu üstlenen aşiretler bile bugün pkk’nın tarafına geçebilmiş ve devletin kendilerine verdikleri silahları millet aleyhine kullanabilmişlerdir. Dolayısıyla çapulcu bir terörist örgütüyle baş edememenin acizliyle hem dünya hem de millet nezdinde sefil olunmuş, ne yazıktır ki şanlı tarihimize kara bir leke getirerek muhatap bir güç kabul edebilmişizdir.

Apo’yu Türkiye’nin başına bela eden ve meşrulaştıran Devlet Bahçeli’nin içinde yer aldığı hükümet, keşke apo’yu teslim almayıp bu konuma getirtmeseydi bugün yaşananlar olmayacaktı. Ahlaksız yardımcılarının iğrenç görüntülerinden oy kaybı endişesi duyarak Başbakan Erdoğan’ın başına gök kubbeyi geçireceği tehdidinde bulunan Bahçeli, madem böylesi tanrısal bir güce sahip; neden o kubbeyi apo ve pkk’nın başına geçiremedi? Pazarda satılan bir leğeni dahi geçirmekten aciz şovmenin ahlaksızlıkta sınır tanımayıp evli ve kendilerinden onlarca yaş küçük kızları kirleten yardımcılarını ihraç etmeyip göstermelik istifaya zorlaması, gerçekte nasıl korkunç bir riyakar olduğunu ortaya koymuştur. Tıpkı teröristleri partisine kabul etmesi gibi o ahlaksızları da hizmet ettikleri gerekçesiyle koruma altına alması, sözde hizmet eden her azılı suçlu ve ahlaksızlıkları toplumca masum görülebilecekleri mesajı vermiştir. “Memleketler parasızlıktan değil, ahlaksızlıktan çökerler.” M.T. Cicero

Ahlaksızlıkla özdeşleşmiş MHP ve CHP, daha muhalefetteyken gayrimeşruluğu savunuyorlar ise, iktidara geldiklerinde neler yapabileceklerini düşünmek bile istemiyorum…

Tanrısal vaatlerle ve ahlaksızlığı meşrulaştıran sahiplenmeyle iktidarı ele geçirebilme pespayeliğine son vermeli; geçimden ve işsizlikten daha büyük tehlike olan ahlaka ve pkk’ya odaklanılmalıdır.

1915’de Rusların yanında yer alarak Osmanlı’ya ihanet edip Müslüman Kürtleri ahırlarda yakarak kadınlarımızın ve çocuklarımızın ırzına geçen Ermeniler, bugünde Pkk maskesiyle halkımızı biçmektedirler. Ermeni Terör Örgütü Asala’nın yerini pkk’nın aldığı, böylece pkk’nın Ermeniler adına milletimizle mücadele ettiği, sözde Ermeni Soykırım yalanını tanıyan batının neden gizliden gizliye pkk’yı desteklediği de kanıtlanmaktadır.

Hatırlanacağı üzere; I.Dünya Savaşında ülkemizi işgal etmek isteyen ve yüz akımız Çanakkale Savaşıyla püskürttüğümüz İngilizler, bugün olduğu gibi Türkler ile Kürtlerin arasını açabilmek için İstanbul’daki İngiliz sefirinin İngiltere Dışişleri Bakanlığına gönderdiği telgrafta; “Hükümetimizin niyeti Türkleri ne olursa olsun zayıf düşürmek ise de, Kürtleri onlardan ayırmak hiç de fena değildir ve bu mümkündür. Ancak bu çok dikkatli bir şekilde icra edilmelidir.” Ancak İslam’i kardeşlikle bütünleşmiş Türk ve Kürtleri ayırmaya o gün güçleri yetmemiş ama bugün, İslam karşıtı şoven Türk ve Kürtleri birbirlerine düşman kılarak, ayrılık zehrini kökleştirebilmişlerdir. Bu sebeple ikinci bir Çanakkale Savaşı ruhunun zorunluluğu görmemezlikten gelinemez.

O günün fedakâr ve cesur Müslüman Kürtleri bugünde dini kardeşliğe hayati önem vermekte; şişlere geçirilen yetimlerini, gözleri oyulan babalarını ve karınları deşilen analarını anmakta, dolayısıyla haçlıların taşeronu pkk’ya, argümanları ne olursa olsun geçit vermemek için ecdatlarının peşinden giderek hainleri yok etmekte kararlıdırlar…

O zaman İngilizlerle işbirliği yaparak milletimize ihanet eden Kürt Teali Cemiyetinin yerini bugün açılımı Kürdistan İşçi Partisi olan pkk almıştır.

Din ve millet karşıtı Pkk ve BDP açık bir düşmandır, günü kurtarma hesapları ve Batı hegemonyasından vazgeçilip, gelecek cehennem hazırlanmamalıdır. Teröristlerce seçilen vekillerin milleti temsil unvanları, devlet ve milletin nasıl kendine düşman olduğunun bir göstergesidir. Oysa onların hiçbirine millet yönetiminde yer verilmemeli ve sert bir müdahalede bulunularak, ihanete doğrudan ya da dolaylı yollardan ön ayak olunmamalıdır. Silah çekene silahla, fikirle savunana fikirle karşı çıkıp derdest edilmelidirler. Olabilecek kaybın hesabı yapılmaksızın sonuca hedeflenilmelidir. İşte o zaman devlet olunabilir, milletin mal ve can güvenliği korunabilir…

Yıllar önce “Neden Oy Kullanmıyorum” adlı kitabım da; gelecekte apo’nun Türkiye cumhurbaşkanı olacağını ifade ettiğimde birçokları tarafından komik bulunmuş, ancak gelişen süreç içinde tespitimin ne kadar doğru olabileceği anlaşılmıştır. Bir zamanlar T.C. pasaportu taşıyan haydut Celal Talabini’nin Irak’a devlet başkanı olabileceği ihtimaline kimse inanmazdı. O olduysa apo neden olmasın? Çünkü süreç o mecrada ilerlemektedir. Devletleri ve milletleri mahveden o artıksı çıkarlar değil mi?

Emperyalist barbarların itaatten kaçınan iktidarları tehlikeli görüp, önce devirip sonra ülkelerini bölerek yeni taşeronlarıyla yollarına devam etmeleri ana stratejileridir.
Eğer insanlarımız ölüyor ve ölmeye devam ediyor ise: ya adam gibi savaşalım ya da istedikleri toprakları vererek Lozan misali bir anlaşma yapalım…

“Düşmanların en büyüğü, düşmanlığını gizleyendir ” Hz. Ali

“Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.” Nisa.107

1 yorum:

Adsız dedi ki...

sayın şadoğlu öncelikle sünnetsiz kürt alevileri açıklamanızı rica ediyorum. bunlar kimlerdir? aleviler de sünnet olur. böyle saçma sapan laflara hakaret etmeniz ancak hayatınızı kısaltır, sizi yalancı yapar. unutmadan pkk'lıların hepsi sünnetlidir, onlara dayanışma ruhuyla katılan yabancılar hariç. Siz bir şeye karşı olabilirsiniz ama lütfen yalan söylemeyin. en azından milliyetçiyim diyin müslümanım demeyin.