18 Şubat 2015 Çarşamba

Nereye koşuyorsun ey insan!



Hakikat ışığına körelmiş insan, karanlığı aydınlık sanarak öyle koşturuyor ki, fiziki körlerden daha karaltıda yaşadığını dahi fark edememektedir. Bilimsel olarak da gözün hem fazla ışığı hem de yıldızların çok zayıflamış ışığını aynı nitelikte görebildiği kanıtlanmıştır. Bu uyum insanın beynindeki görme merkezine ve bütün bir görme sistemine verilmiş olan uyum mekanizmalarıyla gerçekleştiği akademik olarak tespit edilmiştir. Dolayısıyla karanlığa alışmış bir insan, aydınlığa ihtiyaç duymadığından hakikat ışığına odaklanamamakta; böylece karanlıkta düşünen ve dolaşan mahlûk olmayı özümseyerek batıl yoluna devam etmektedir.

Batılın aydınlık değil karanlık bir yol olduğunu birçok ayetiyle bildiren Allah’ın doğru hükmünü bilimde, “gözün karanlıkta da aydınlık gibi görebildiğini” itiraf etmiştir.

Kimi insan karanlıkta yaşamaya alışıktır; kimi insana aydınlığı gösterdiğinde gözleri kamaştığından kaçar; kimi insan karanlıktan ok gibi çıkarak aydınlığa kavuşur; kimi insan aydınlıktayken karanlığın cazibesine kapılarak karanlığı aydınlık zanneder; kimi insan biyolojik gözle değil gönül gözü ile gördüğünden aydınlıktan çıkmaz; kimi insan hem aydınlık hem de karanlık içinde bir gölge gibi yaşar; kimi insan ise yaşadığı karanlığa ışık huzmesi sızmasıyla aydınlığa ulaştığını sanır. 

Her ne kadar hak ile batıl gibi karanlıkla aydınlık eşit değilse de, karanlığı aydınlık, aydınlığı da karanlık bellemiş milyarlarca insanın var olduğu âlemde bulunmaya çalışılan ışık nedir?   
Oysa ışık, her insana şah damarından daha yakın ve yanındadır ama insanın bitmek tükenmez ışık arayışı hiç sonlanmamış, kendini karanlıkta hissetmenin paranoyasından ışığı bulabilme arayışından vazgeçmemiştir.

İnsan, daha annesinin karnında üç katlı karanlık içindeyken çeşitli safhalardan geçerek doğumu ile birlikte aydınlığa kavuşuyor, ruhi karanlığa dönmemesi için yaratıcısı Allah’ın indirmiş olduğu ayetlerle hem dünya hem de ahiret hayatında aydınlıkta kalabilmesi maksadıyla yol gösteriliyor. Peki, kibirli ve gururlu insan ne yapıyor; benlik gütmeyi ve böbürlenmeyi aydınlık sanarak içine düştüğü karanlıktan uluyarak meydan okuyor. 

İnsan, öyle karanlığa batmış; muhakeme yetisi, gözleri, kulakları ve kalbi mühürlenmiş ki, en basit bir sorgulamayı dahi yapamaz hale gelmiştir. Kalbindeki ışığı karartan batıl ne varsa kulaklarını kabartarak peşine düşmekte, onun doğru mu yoksa yalan mı olduğunu öğrenebilmek için gerçeğin süzgecinden dahi geçirmeye lüzum hissetmemektedir. Böylece sorgusunu ve düşüncesini engelleyen karanlık çıkmazlar, aydınlıktan daha da uzaklaşmasını sağlamaktadır.
  
Hâlbuki gerçeğin süzgeci, en cahil ya da ümmiyi dahi aydınlatabilecek aşikârlıktadır.   Kendine yol edindiği düşünce; rehber edindiği önder; vaatlerine güvendiği beşer; dileklerini karşılayacağını umduğu lider; güce ve zenginliğe kavuşturacağını sandığı devlet; ölüme son verip sonsuz bir yaşam verebiliyor mu? Yaşamın süresi ile ilgili garanti tanıyabiliyor mu? Yaşam boyunca hiç hasta olunmayıp mutlak bir sağlık sunabiliyor mu? Öyleyse yaratıcı Allah’ın Mutlak İrade’sini aşamıyorlar ise ne işe yarıyorlar? Her insan için vazgeçilemez öncelik sağlıklı ve ölümsüz bir yaşam; nerede ve nasıl öleceğini bilmektir.
  
Eğer ölümle nişanlı insanın nişanını atamıyorlar ise, aydınlık diye bahsettikleri mezara çekecekleri ışık mıdır? Ölümden sonrası için bilgisi ve vaadi olmayan her düşünce batıldır, yalandır ve şeytanidir. Dolayısıyla başka bir sorguya gerek yoktur! 

(Resulüm!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." O halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki: "Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.” Rad 16

Hiç yorum yok: