24 Ekim 2014 Cuma

Başarı; Kazanç; Zenginlik; Sağlık; Şöhret; İktidar; Zafer!



Nefis başka ne istesin ki?

Ah birde, sahip olduklarını muhafaza edebilse; ölümüne dek hiç kaybetmese; ölümü durdurup elindekileri bırakmasa; diriyken kimse yanına yaklaşamayıp gıpta ile izlenirken, ölümüyle birlikte bir çukura atılmasıyla etrafında haşereden başka kimsenin kalmamasını önleyebilse…

Makedonya Kralı İskender, bir gün seferden dönerken yolu üzerinde bulunan bir yarım adaya uğramış. Ada halkı öylesine akıllı, zeki, bilgili ve meziyet sahibiymiş ki, İskender’in hayranlığını ve takdirini kazanmışlar. İskender, onlara, “Dileyin benden ne dilersiniz” demiş. Ada halkı, İskender’in yüzüne bakarak, “Ya İskender! Sen bize ne verebilirsin ki?” yanıtında bulunmuşlar. İskender de “Ben, dünyayı titreten ve önümde diz çöktüren büyük Kralım, dilediğiniz her şeyi verebilecek güç ve kudrete sahip tek hükümdarım!” diyerek, büyük bir üstünlük ve azamet içinde böbürlenmiş.

İnsanlar, “Peki, senden üç şey isteyeceğiz; ilki, bize ölümsüzlük verebilir misin?” diye sormuşlar. İskender, “Yahu, ben bunu size nasıl verebilirim, askerlerimin ölümüne engel olamazken, sizinkini nasıl engelleyebilirim?” cevabını vermiş. İnsanlar, ikinci talepte bulunarak; “Bize belli bir süre yaşama garantisi verebilir misin, ecelimizi teminat altına alabilir misin?” İskender, bu soruya da hiddetlenerek, “Ben bunu kendime ve orduma sağlayamıyorum, size nasıl sağlayabilirim?” diye yanıtlamış. Ve üçüncü olarak, “Peki senden son şey isteyeceğiz. Yaşamımız boyunca hiç hasta olmayıp sürekli sağlıklı kalabilmemizi temin edebilir misin?” İskender iyice hiddetlenerek, “Bunlar nasıl istekler ki, hiç yapmaya kudretim olmayan şeyleri benden talep ediyorsunuz!”

Bunun üzerine insanlar; “Öyleyse ya İskender; madem bunları bize verebilecek gücün yoktu, neden bize ‘Dileyin benden ne dilersiniz, dünyayı boyunduruğu altında bulunduran, her şeye gücü yeten ve isteklere karşılık verebilen’ olarak kendini tanrılaştırıyorsun? Eğer bize vermeyi düşündüğün yiyecek, içecek, giyim, ilaç veya benzeri geçici şeyler ise, onları her halükarda azda, zorda olsa temin edebilmekteyiz, ecelimiz gelmediği ve hayatta kaldığımız sürece zaruri ihtiyaçlara bir şekilde ulaşabilmekteyiz.”

İskender, duydukları bu gerçekler karşısında sanki savaşta mağlup olup esir düşmüş bir komutanın haleti ruhiyesiyle bir hiç olduğunu anlamanın ezikliği ve acziyeti içinde boynu bükük oradan uzaklaşmış.

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) dır.” Hud 6

İnsanoğlunun gerçekler karşısındaki inanılmaz tavrı, tıpkı üzerine ölü toprağı serpilmiş ruhsuz bir ceset gibidir. Geçici ve sürekliliği olmayan ve de benliğini azdıran makam, başarı, kazanç, zenginlik, şöhret, iktidar ve zaferlere karşı müthiş zaafı ve aleyhindeki oluşumları önleyememe dayanıksızlığı, akılsal ve mantıksal teorileri darmadağın yapmaktadır.    

Teoride tarif edilen zihinsel fonksiyonların ve iddia edilen özgür iradenin olması gereken yaptırımıyla eylem aşamasındaki aykırılığına bir açıklama ve çözüm getirilememekte; mantıkla duyguların, özgür irade ile kaderin çatışması ne giderilebilmekte ne de düşünülen ve dilenilen bilimsel savlar gerçekleştirilebilmektedir.

İnsanoğlunun mutlak bir egemenliğe, fayda veya zarar sağlamasına, dilediğini yapabilecek özgür bir iradeye kavuşamaması, ne kadar karşı çıksa da kulluğunun bir sonucudur. Yaratıcıya karşı güdülen benlik, şeytanın misyonu gereği kadersel dürtüden kaynaklanmaktadır. Meleklere ve peygamberlere dahi verilmeyen iradesel başarı, kazanım, zafer ve iktidar gücünü insanoğlunun sahiplenmek isteyerek hâkimiyet kurma hırs ve ihtirası, nefsinin tanrılaştırma kışkırtmasındandır. Yaratıcıyı değil de hilkatteki eşlerini güçlü ve egemen kabul edebilmeleri, şeytani bir sapmadır.

İnsanın başarısı, şöhreti, ilmi, zaferi ve gücü ne olursa olsun, sahip olduğu iktidarı kendi yaratmadığı ve meydana getirmediği için muhafaza edememekte, yaratılan canlı veya cansız her varlık gibi belirlenmiş süresi dolduğunda geldiği hiçliğe geri dönmektedir. O süre zarfında ister bir karınca ya da aslan, ister bir köle yahut kral, ister bir yoksul veya zengin, ister bir çakıl taşı ya da koca bir dağ, ister küçücük bir örgüt ya da dünyanın en güçlü devleti olsun, her şey gibi sonunda yok olmaya mahkûmdur. Geçici emanetsel bir başarı, zafer, zenginlik veya iktidarlık, şeytanın aldatmada kullandığı en önemli nefsi araçlardır.

Makedonya Kralı İskender,  muhteşem hazinelere sahip ve dünyayı titreten Pers Kralı Darius’u yenilgiye uğratmasıyla, kralın savaş meydanından kaçarken kendi askerleri tarafından ihanete uğrayarak yaralanması akabinde ölümüne ramak kalmışken söylediği son söz; “Yaşadığım gibi şanıma lâyık bir biçimde ölemediğime ve bir pislikmiş gibi güvendiğim askerlerim tarafından öldürüldüğüme kahrediyorum.”

Yaşarken sahip olduklarını bilgi ve iradesi ile elde ettiğini sanan, neden ölürken başaramıyor?

“Yaşamanın sırlarını bileydin ölümün sırlarını da çözerdin. Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok. Yarın, akılsız neyi bileceksin.” Ömer Hayyam

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahımızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. Artık O’na yönelin, O’ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6

Hiç yorum yok: