9 Ocak 2011 Pazar

Allah yerine hümaniteyi savunanlar dindışıdır...

Hümanizm; “insan sevgisi, barış ve kardeşlik” gibi olumlu mesajlar çağrıştırsa da, sosyal ve siyasi kriterler ve düzeni Allah otoritesinde değil insanlarda olduğunu okült (gizlibilim) kurallarına bağlamış dindışı bir düşünce sistemidir. Bir başka deyişle insanı; Yaratıcıdan, peygamberlerden ve dinlerden yüz çevirmeye, sadece kendi varlığı ve benliği ile ilgilenmeye çağırarak, insanları yegâne amaç ve odak noktası haline getirmiştir. Hümanizmin İngilizce’deki sözlük anlamı; en iyi değerler, karakterler ve davranışların doğaüstü bir otoritede değil de insanlarda olduğudur. Nefsi en hümanist ve insan hakları savunucusu şeytandır, böylece hümanistler bilinçli ya da bilinçsiz satanisttirler.

Hümanizm, tüm gerçekliğin bizzat doğanın ya da insanın kendisinden ibaret olduğuna inanır, evrenin temel materyali, zihin değil madde-enerjidir. Hümanizme göre; doğaüstü varlıklar yani Allah ya da ruh gerçek değildir; yani insan düzeyinde, insanlar doğaüstü ve ölümsüz ruhlara sahip değildirler ve tüm evren düzeyinde, evrenimizin doğaüstü ve sonsuz bir Yaratıcısı yoktur. Dolayısıyla Yaratıcı’yı, Mutlak İrade’yi ve vahyi reddeden hümanizm; doğrudan doğruya ateizme dayanmaktadır.

Bu gerçek, hümanistler tarafından da açıkça kabul edilir. Geçtiğimiz yüzyılda hümanistler tarafından yayınlanan iki önemli “manifesto” vardır. Birinci manifesto 1933 yılında yayınlanmış, dönemin bazı ünlü isimler tarafından imzalanmıştır. 40 yıl sonra 1973′te yayınlanan II. Hümanist Manifesto ise, birincisini teyit etmiş, ancak aradan geçen zamanın gelişmelerine göre bazı ilaveler içermiştir. II. Hümanist Manifesto’yu binlerce düşünür, bilim adamı, yazar ve medya üyesi imzalamış ve bu doküman, hala son derece aktif olan American Humanist Association (Amerikan Hümanist Birliği) tarafından okült temelinde bir kıstas olarak savunulmaktadır.

Manifestoları incelediğimizde; her ikisinde de en temel görüşün; evrenin ve insanın yaratılmadığı, kendi başına varolduğu, insanın kendisinden başka hiçbir varlığa karşı sorumlu olmadığı, Allah inancının insanları ve toplumları geri götürdüğü gibi bilinen ateist dogma ve propagandalar olduğu görülür. Tıplı Türkiye’deki CHP’li Kemalist ve laik aydın yığınlarının görüşleri gibi!

Örneğin I. Hümanist Manifesto’nun ilk altı maddesi şu şekildedir:

1- Dinsel hümanistler, yani satanistler evrenin kendi başına var olduğunu ve yaratılmadığını kabul ederler.
2- Hümanizm, insanın doğanın bir parçası olduğuna ve sürekli bir işlemin (sürecin) sonucunda oluştuğuna inanır.
3- Hayat hakkında organik görüşü kabul eden hümanistler, zihin ve beden arasındaki geleneksel düalizmi reddederler.
4- Hümanizm, insanın kültür ve medeniyetinin, antropoloji ve tarih tarafından açıkça tanımlandığı gibi, insanın doğal ortamıyla ve sosyal birikimiyle olan ilişkisinden kaynaklanan kademeli bir gelişimin ürünü olduğunu kabul eder. Belirli bir kültür içinde doğan birey, büyük ölçüde o kültür tarafından şekillendirilir.
5- Hümanizm ileri sürer ki, evrenin modern bilim tarafından tanımlanan doğası, insan değerlerine ait herhangi bir doğaüstü ve kozmik garantiyi kabul edilemez hale getirir…
6- Bizim kanaatimiz gelmiştir ki; teizm, deizm, modernizm ve çeşitli “yeni düşünce”lerin zamanı geçmiştir.

Yukarıdaki maddeler; materyalizm, darvinizm, sosyalizm, kapitalizm, ateizm ve agnostisizm gibi isimler altında ortaya çıkan şeytan egemenli ortak bir felsefenin doktrinleridir. İlk maddede “evren sonsuzdan beri vardır” şeklindeki materyalist dogma öne sürülmektedir. İkinci madde, insanın, evrim teorisinin öne sürdüğü gibi, yani yaratılmadan varolduğu iddiasıdır. Üçüncü maddede, insan ruhunun varlığı reddedilmekte, insanın maddeden ibaret olduğu iddia edilmektedir. Dördüncü maddede “kültürel evrim” iddiası öne sürülmekte ve insanın “fıtratının” (yaratılıştan gelen özelliklerinin) varlığı reddedilmektedir. Beşinci madde, Allah’ın evren ve insan üzerindeki hâkimiyetini reddetmektedir. Altıncı madde ise, “teizm”, yani Allah ve peygamber inancının terk edilmesi gerektiğini, bunun “zamanın gereği” olduğunu savunmaktadır.

Özgürlük ve demokrasi adına küresel yenidünya düzeninin teorisyeni masonlar, kendi üyelerine özgü yayınlarında; örgütün hümanist felsefesini ve bu felsefe içinde İlahi dinlere karşı duyulan düşmanlığı detaylı ama bilimsel bir örtüyle tarif ederler.

Masonlar, fiziki şeytanlar olarak Allahsız ve dinsiz bir dünya var edebilmek adına insan egemenli laik devrimleri körüklemişler, son derece acımasız yöntemler kullanmışlardır. Hümanist masonlar, tıpkı Drakula misali öyle vahşetlere imza atmışlar ve atmaya devam etmektedirler ki, insanların kulağından başlayarak tüm boğazını saracak şekilde kesmişler, karınlarını yarmışlar, bağırsaklarını çıkarmışlar, cinsel organlarını parçalamışlar, gözlerini oyarak burunlarını koparmışlar, kollarını ve ayaklarını kesip çeşitli yerlere dağıtarak halka korku ve panik vermişler, devrimleri ateşleyerek ihanetlere ve ayaklanmalara, sayısız komplolar düzenleyerek yıkıcı skandallara neden olmuşlar, gerçekleştirdikleri manipülasyonlarla insanları kıtlığa ve açlığa mahkûm etmişler, fitne çıkararak yağma ve yıkımlarla anarşiyi yaygınlaştırmışlar, akla ve hayale gelmeyecek her türlü kötülüğün merkezi olmuşlardır. Masonların siyasi faaliyetleri ve tüyler ürpertici cinayetlere kadar varan suçlarının yanı sıra, örgütlenme yapısı ve uyguladığı ayinler de oldukça dehşet vericidir.

Masonluk felsefesi; sömürgecilik, emperyalizm, kan, şiddet ve ölümdür!

Masonluk felsefesi, İslam gibi İlahi bir dinin yerine pagan (çok tanrılı din) inancı ve dünya görüşünü yerleştirmeyi amaçlayan, bu hedef uğruna her türlü “tek tanrılı” inancı ve kurumu hedef alan, mistisizm ve okültizm boyasına batmış materyalizme dayanan satanist bir öğretidir. Tapınak şövalyelerinden miras kalan bu öğreti, masonluğun özünü oluşturmaktadır. Masonluk, bu pagan öğretiyi en yüksek derecelerde tam olarak açıklar, daha alt derecelere ise kademe kademe aktarır.

Masonların küresel stratejisi ise söz konusu öğretiyi, olabilecek en cazip şekilde, geniş kitlelere empoze etmek ve bu öğretinin karşısında duran güçleri ortadan kaldırmaktır. 18. Yüzyıldan bu yana Batı dünyasında gelişen fikri akımların ve siyasi hareketlerin perde arkasında, işte masonluğun bu dünya çapında stratejisi yatmaktadır. Yeryüzünün küresel en büyük sömürgeci ve emperyalist imparatorluğu olan masonluk; gizliliğe hayati önem verir ve sırları deşifre edenler acımasızca katledilirler. Emelleri azda olsa kamuoyunca deşifresi masonları tedirgin etmiş, böylece gizlilik ilkelerinin kapılarını biraz aralayarak güven amaçlı açılım manipülasyonları ve toplumların içeriğini bilmedikleri hümanist söylemleriyle aleyhlerindeki yargıyı kırmaya çalışsalar da, insani söylemlerinin hiçbiri gerçeği yansıtmamaktadır.

Nerdeyse tüm devletleri ele geçirdiklerinden onlara karşı hiçbir hükümetin yaptırım uygulayamamaları çıkar endeksli etkiden dolayıdır. Çünkü çıkar ve fırsat; insanlığın, hak ve adaletin yegâne düşmanıdır. Masonluk doğası gereği gizli bir örgüt olduğu için, tıpkı “Karındeşen Jack ve Fransız Devrimi” misali örgütün tarihteki tüm faaliyetlerini tek tek ortaya dökmek mümkün değildir. Osmanlının yıkılıp CHP Diktatörlüğünün kuruluşu ve sonrasında meydana gelen devrimler, darbeler, krizler, komplolar, kaoslar ve terör örgütlerin tamamı masonik düşüncenin bir sonucudur.

Gizli derneklerin ve okült (antik çağ uygarlıklarındaki gizli bilim) gruplarının ki bunlar antik ezoterik öğretilerin koruyucusudurlar, milletlerin tarihi üzerinde binlerce yıldır oldukça güçlü ve çoğu zaman da hayati rol oynadıkları çok az bilinen gerçeklerdir. Masonlar, Tapınak şövalyeleri veya Gül-Haçlar olarak, Fransız, Amerikan ve Atatürk devrimlerinin akışını ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışının fikri öncüleridirler. Kemalizm’in bir masonluk olduğunu biliyor musunuz?

“Kanla yapılan devrimler daha muhkem olur.” Atatürk

Naziler, faşistler, İngiliz güvenlik güçleri, Amerika’nın kurucuları, CHP ve hatta Vatikan, şu veya bu şekilde okült komplosunda rol oynamışlardır. CHP’nin masonik felsefeyle ilkeleştiği ve laik düşünceyle dini, devlet ve siyasetten koparabilmek amacıyla vahye baskı uygulayan karanlık bir odak olduğu her ne kadar saklı değilse de, Atatürk’ü kurtarıcı bir joker olarak kullanması perdenin aralamasına fırsat vermemektedir.

İngiliz tarihçi Michael Howard’ın da belirttiği gibi, söz konusu mücadele tek bir kalıp içinde değildir. Neo-pagan gelenekten doğan felsefi veya siyasi akımlar; Fransız Devrimi’ni hazırlayan “Aydınlanmacılar”dan tüm Avrupa’da sosyalist bir devrim yapmak isteyen Bavyera İlüminatilerine, Nazi partisinin temellerini atan Alman ırkçılarından İtalyan milli birliğine öncülük eden Carbonari örgütüne kadar geniş bir yelpazede uzanmaktadır. Bu akımlar arasında önemli farklar bulunmasına rağmen hemen hepsi, dinin toplum hayatından dışlanması, dini inançların yerine materyalist ve natüralist felsefenin benimsenmesi ve dini kurumların baskı altına alınması gibi temel bazı noktalarda ittifak etmişlerdir. Türkiye’deki devrimlerde aynı felsefeyle yapılmıştır.

İşte masonluk, bu temel ittifak noktası üzerinde 18. yüzyıldan bu yana farklı şekillere girmiş, kendi bünyesine farklı siyasi veya felsefi akımlardan insanlar katmıştır. Hatta yukarıdaki alıntıda da belirttiğim gibi, masonluk Vatikan’a da sızmış ve bu kurumu kendi felsefesine göre yönettiğinden, Hıristiyanlık vahiysel bir din olmaktan çıkıp putperest özgürlükçü bir teolojiye dönüşmüştür. Maalesef Türkiye’deki ilahiyatçılarda aynı hedef peşinde olup, sokakta Allah, devlette Atatürk tanrılığını hazmederek İslam’ı paganlaştırmaya çalışmaktadırlar.

Masonluğun bir diğer kayda değer yönü ise, üyeleri için önemli bir menfaat aracı oluşturmasıdır. Bu örgüt pagan olduğundan üyelerinin idealist hedeflerden çok dünyevi kazançlar peşinde olması doğaldır. Bu nedenle masonluk bir taraftan felsefi gibi görünen bir mücadele yürütürken, bir yandan da siyasi ve ekonomik bir çıkar odağı Tapınakçı geleneğin masonluğa dönüşümü içinde, bir takım yan kollar olarak da ortaya çıkmaktadır.

Gül-Haçlar bunların biriydi. Bir diğeri ise, okültizm (gizlicilik) tarihinin en tartışmalı örgütlerinden biri olan İllüminati (Aydınlanmışlar) Derneğiydi. Günümüz entelektüellerinin işaret ettiği aydınlanma, işte bu felsefedir. Din karşıtlığı bir aydınlanmadır.

Almanya’nın güneyindeki Bavyera bölgesinde kurulduğu için “Bavyera Aydınlanmışları” olarak da bilinen dernek, masonik ideallere uygun bir siyasi düzeni devrim yoluyla kurmak amacı taşıyordu. Allah’a ve dinlere şiddetle düşman olan İllüminati, Adam Weishaupt adlı bir hukuk profesörü tarafından kurulmuştu.

Fehmi Koru, davetlerine icap ettikten sonra haklarında olumlu düşünceler ileri sürdüğü İllüminiti’nin 1954 yılında ortaya çıkardığı Bildenburg Organizasyon’unu komploculukla suçlamış ve toplantılarına katılan medya patronları ve gazetecileri “medyanın yalancıları ve fahişeleri” olarak yaftalamıştı. Daha sonra Fehmi Koru, nasıl oldu da Bildenburg toplantılarına katılarak, “dünya üzerinde kararlaştırdıklarını hayata geçirme gücüne sahip olan, hükümetler devirip hükümetleri işbaşına getiren örgüt” övgüsünü ne bedel karşılığı yaptığı bilinmese de, tıpkı cennette yaşayan şeytan misali geçmişte Müslüman olan Fehmi Koru’nun yalancı mı, fahişe mi, yoksa bir devşirme mi olduğu soru işaretidir. Şeytanı cennetten çıkaran benlik, Fehmi Koru gibileri neden İslam’dan çıkarmasın ki?

Adam Weishaupt, örgütün amaçlarını şu şekilde sıralamıştı:

1- Bütün monarşilerin ve düzenli hükümetlerin feshedilmesi,
2- Şahsi mülkiyet ve verasetin feshedilmesi,
3- Aile hayatı ve evlilik kurumunun feshedilmesi ve çocuklar için komünal bir eğitim sisteminin kurulması,
4- Bütün dinlerin feshedilmesi…

Komünal yaşam; kadınların da ortak olarak kullanıldığı yasamdır. Yaratılış fıtratlarına rağmen erkek ve kadını ayırmayıp insan temelinde bütünleştiren, dolaysıyla gayrimeşru ilişkileri tetikleyip babasının kim olduğu belli olmayan, daha doğrusu babasının kim olduğunun bir önemi olmayan ortamın adıdır.

CHP, İllüminati mason kuralları doğrultusunda Türkiye’de ki eğitim sistemini komünal bir yapıya dönüştürmüş, devletin dinini feshedip siyasetten uzaklaştırmasıyla zina gibi ahlakı yozlaştıran birçok düşünce ve davranışı serbest bırakmıştır. Türkiye’deki Atatürkçü birçok dernek ve medya, mason ilkeleri adına faaliyet göstermekte, dolayısıyla sinsice ecdadımıza ve dinimize saldırarak, Müslüman Türkiye’yi tamamen sekülerizme dönüştürmeye çalışmaktadırlar. O kadar ki, ülkemizdeki ilahiyatçılar dahi mason felsefesi olan hümanizmi baz alarak fetva vermektedirler.

Müslüman milletimizin devletini masonik kurallarla temellendirip organize olduktan sonra masonluğun lafta yasaklanması hiçbir şey ifade etmemiş, CHP’nin anayasallaştırdığı değişmez masonik ilkeler aynen sürdürülerek, masonluk daha da güçlenip prestij kazanmıştır.

Hümanizm felsefesiyle yapılandırılmış ‘insan hakları’ tamamen şeytani bir manipülasyon olup, suç imparatorluğunun yegane müsebbibidir. Ancak kuralları yaratıcı Allah değil de odak haline getirilmiş insan koyar ise, hiçbir taviz verilmeksizin mutlaka cezalandırılmaları gereken suçlular hümanist düşünceyle serbest bırakılır. Gerekçesi ne olursa olsun herhangi bir suçlunun affedilmesi, insanlık cinayetidir. Vahiy adına dinin birinci derece tehlike ilan edilip devletten dışlanması yargıda dahi ayırıma tabi tutulabilmekte, geçmişte pkk teröristlerine karşı müttefiki olduğu Hizbullah adlı örgütün yasal haklardan istifade ederek tahliye edilmeleri, özellikle mason medya üyelerini kudurtabilmektedir. Söz konusu yasadan yararlanan pkk’lı teröristler, katiller, tecavüzcüler, uyuşturucu baronları ve mafyanın tahliye edilmelerini değil de Hizbullah üyelerinin tahliyeleri adına programlar düzenleyip öfke patlamasında bulunan masonlar, Hizbullah’ın itikatlarından dolayı pkk’yı zararsız ve dost belleyebilmektedirler. Onlara göre Müslümanlar bir tehdittir, pkk gibi acımasız canavar ve suç makinelerinden daha zararlı ve tehlikelidirler.
İnancı, ırkı, ideolojisi ve rütbesi ne olursa olsun hiçbir suçluya müsamaha ve ayrıcalık gösterilmemeli, toplumun bekası adına idam geri getirilmelidir. Merak edilmesin Allah, yaratıcı olma hasebiyle insanlara hümanist maskeli şeytanlardan daha yakın ve merhamet sahibidir.

”Bizim devlet idaresindeki ana programımız CHP programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz” Atatürk

“Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.” Atatürk

Hiç yorum yok: