Önce
cezp eder, akabinde iliğine kadar elinde avucunda ne varsa alıp götürmekle
doymaz; mezara kadar takip ederek cesedini paraya tahvil edebilme arayışlarına
bile girerler…
Fahişeler para tükendiğinde terk eder ama bankalar
asla!
Bir fahişe ile ilişkiye girildiğinde
kapılan hastalık tedavi sonucu sağlık getirir fakat bankalar, ölümcül bir virüs
misali öldürmeden yakanızı bırakmaz.
Finansal piyasanın ana kurumu olan banka, sömürünün
merkezidir. Tamamen vicdanları paçavraya çevirip merhamet duygusunu ortadan
kaldıran materyalist gaddarlıkları insani değerleri biçmekte, dolayısıyla önce
güldürüp sonra kahrettirmektedir. Şehvetin doruğa çıkıp anlık tatmin için erkek
veya kadın fahişenin vereceği felaket nasıl hesaplanamıyor ise, bankalarla
girilen ilişki daha beterini doğurmaktadır.
Bankaların kurumsal varlığı yanında en
alttan en üst düzeye kadar çalışanların zamanla taştan kalplere dönüşmekte,
sömürgeci efendilerinin adamı olabilmek, ceplerini doldurabilmek ve mevkilerini
yükseltebilmek maksadıyla masumiyet maskeleriyle en acımasız avcıdan daha zalim
tuzaklarla insanları girdaba çekmektedirler.
Mevduatınız olduğunda cinselliklerine
varıncaya kadar etki altına alabilmek için akıl almaz taklalar atarak dilenci
misali yakarmakta, sıkıntıya düştüğünüz de ise hasım misali kanınızı
emmektedirler. Paralarını çalıştırmaları amacıyla sömürgecileri sübvanse
edenlerin nasıl insanlığı bitiren bir hoyratlıkla ihtiyaç sahiplerini mahvı
perişan bıraktıkları idrak edilebilse, parazitlerin olmadığı bir dünya meydana
gelir. Dolayısıyla sömürücülere fırsat kazandıranlar süreç içinde çok daha berbat
hale düşerek, hem kendilerini hem de insanlığı perişan etmiş olduklarını geçte
olsa anlarlar.
Hele de Allah ve Resulüne iman ettiğini öne
süren Müslüman kimlikli yöneticiler, ayetlerin inkâr edildiği bankalarda
çalışarak faizi meşrulaştırdıklarından münafıkların ta kendileridirler.
Faiz, zinadan yahut fuhuştan çok daha büyük
bir haram ve günah olup, bankalarla genelevlerin hiçbir farkı yoktur. Biri
bedeni diğeri de aklıyla fahişelik yaparak şeytanın adımlarını takip
etmektedirler. Dolayısıyla bankadaki görevlilerle genelevde çalışanların Allah
nezdinde bir farkları bulunmamaktadır. Sonuçta her iki sektörde ayetlerin inkâr
edildiği ve haram kılındığı küfrü yerlerdir.
Her ne kadar bankacılık sistemi ticaretin
işleyebilmesi için vazgeçilemez bir olgu ise de, vicdandan soyutlanmış olmalarından
yarar değil zarar getirerek insanlığı iğfal etmektedirler. Seküler düşünceyle
faaliyet göstermeleri bencilleşmelerine ve kendilerinden başkasına
kaygılanmamalarına neden olmaktadır. Diğer taraftan seküler sisteme bağlı faaliyet
gösteren bankaların faiz değil de kâr endeksli iddiaları tamamen aldatma olup,
tıpkı gönül rızasıyla zina yapanların kendilerini meşrulaştırma gayretlerinden
farksızdır.
Oysa İslam, seküler kapitalist düşüncenin
aksine insaniyete önem vermekte, maddeyi değil maneviyatı yüceltici hükümler
getirerek çıkarsız yardımın ehemmiyetini vurgulamaktadır. Çünkü rızkı veren
Allah olduğundan zenginliği, heva ve hevese göre kullanılıp fakirlere karşı
üstünlük sağlanmasını ve düşenin tekmelenmesini yasaklamıştır. İslamsal itikad,
mükâfatı insandan değil Allah’tan bekleyen bir inanç olmasından, bir ihtiyaç sahibinin
sorununu çözebilmenin çok kuvvetli bir ibadet olduğu imanıyla para veya malının
azalabileceği tedirginliği hissedilmemektedir.
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel
bir borç (isteyene faizsiz ödünç)
verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na
döndürüleceksiniz.”
Bakara 245
“Kim, Allah’a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun
karşılığını kat kat verir ve ayrıca ona çok değerli bir mükâfatı vardır.” Hadid 11
Şüphesiz bankaların faiz vermemeleri ya da
almamaları durumunda nasıl ekonomiye katkı yapacakları, mevduat elde
edebilecekleri yahut ayakta kalabilecekleri gibi madde odaklı istifamlar,
pozitivist anlayışın bir sonucudur. Dolayısıyla mülkün gerçek sahibi olan
Allah’a iman edenler rızık telaşı taşımaz ve Allah’ın yazdığından bir
başkasının başlarına gelmeyeceğine inanmalarından hiçbir konuda endişeye
düşmeyerek adil paylaşımı ve karşılıksız yardımlaşmayı imanın esası kabul
ederek, bir saniye sonrası meçhul yaşam için yaradılış amaç ve gayesinden taviz
vermezler.
Ancak herkesin materyalleştiği düzende
böylesi iman sahiplerini bulabilmek imkânsız olduğundan insanlık tükenmiyor mu?
Tıpkı benim gibi herkes ahkâm kesiyor ama sıra fiiliyata geldiğinde, galebe
çaldırdığımız nefislerin hâkimiyetinden kurtulamama lanetini yaşıyoruz. İşte
inandığımız halde iman edemeyişimizden daha korkunç bir çelişki olabilir mi?
Bankalar, ayetlerin inkâr edilip yahut
alaya alınarak din ve vicdanların doğrandığı pislik yuvaları olmalarından, çeşitli
gerekçelerle işbirliği içinde olanlarda müşriktir.
Kur’an’ın esası olan muhkem ayetler son
derece açık ve seçik olup; nefsi, ekonomik, sosyal, siyasi ve laik rejim merkezli
şartlara göre yorumlanamaz ve savsaklanamazlar.
Dilediğini yüceltip dilediğini alçaltan,
dilediğine sayısız rızıklar vererek zenginleştirip dilediğini musibetlere gark
etmek suretiyle yoksullaştıran Allah olduğuna göre; beşeri hiçbir iradenin kişi
yahut ülke üzerinde tasarrufu bulunmamaktadır. Her şey Allah’ın dilediğine göre
gerçekleşip, helal ya da haram kıstasında yönlenmektedir.
Zamanında Ortadoğu’nun ticaret merkezi olan
Mekke’nin gayrimüslimlere haram kılınması akabinde şehre girmeleri yasaklanması
halkı tedirginliğe sürüklemiş ve Mekke’de müşriklerle ticaret yapılamayacak
olması yoksulluk telaşı doğurmuştu. Oysa rızkı ve zenginliği veren Allah
olduğundan, Tevbe Süresi 28. Ayet inerek, Müslümanların yoksulluktan korkmamalarını
ve Allah’ın kendi lütfundan zenginlik getireceğini bildirmesi sonrası yer
altından fışkırttığı petrol ile Suudi Arabistan, dünyanın en zengin ülkesi
durumuna gelmişti.
“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu
yıllardan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız,
(biliniz ki) Allah dilerse
sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet
sahibidir.”
Tevbe 28
Tumturaklı iman etmiş bir Müslüman, haram
yollardan malını arttıramayacağı gibi elindekini de koruyamaz. Şayet malı
artıyor ve her geçen gün daha da zenginleşiyor ise, o, İslam’dan çıkmış olmanın
bilinçsizliğiyle lanet yaşamaktadır. Çünkü Allah, Hud Süresi 15 ve 16. Ayetlerde; “Kim, dünya
hayatını ve zinetini istemekte ise, işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak
veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte onlar, ahrette kendileri
için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir; (dünyada) yaptıkları da
boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler de batıldır.”
Allah için yaratılmış bir insanın Allah’tan
başkası için var olabilmesi mümkün değildir. Şeytanın “ben” demesi, nasıl cennetten kovulup ebedi cehenneme atılmasına
neden olmuş ise, Allah’a isyan üzerine kurulmuş seküler bankacılık sistemi de benlik
güden sömürücü anlayışlarından cehennemin dünyadaki kapılarıdır. İnsaniyeti
çökerten, Allah’ın verdiği lütfu, emaneti ve ihsanı kendinden bilerek ekonomik zalimlikte
sınır tanımayıp merhameti ve yardımlaşmayı engellediğinden; nasıl ki fahişelik
yapan bir kadına iffetli denemeyeceği gibi, din dışı bankalara ve bankacılara
da insan denemez.
Öyle ki; Mehmet Emin Karamehmet ve Ferit
Şahenk adlı sömürgeci dinozorlar, ecdadımıza küfretmekte yarıştıkları yetmiyormuş
gibi ibadet etmek isteyen çalışanlarına mesai kaybı gerekçesiyle namaz izni vermemeleri,
nasıl insanlıktan soyutlandıklarını kanıtlamaktadır. Dolayısıyla Allah adına
değilse de insanlık adına dahi karşılıksız yardımda bulunabilmeleri söz konusu
mudur? Eğer tavuk gelecek yerden kaz esirgememe kabilinden herhangi bir
yardımda adları geçiyor ise, biliniz ki ya iktidara yalakalık yapmak ya halka
imaj vermek ya da “benden çıkan bir şey yok” diyerek vergiden düşmek suretiyle
hilelere başvurmaktadırlar. 5 dakikalık ibadeti mesai kaybı olarak düşünebilen mahlûkların
çıkarı olmaksızın tek kuruş verebilmeleri mümkün müdür? Canlarını vatan uğruna
veren şehitlerimizi aşağılarcasına televizyon kanallarında şarkı söyleyen haber
spikerleri ve terör örgütlerini destekleyenler, bu alçak dinozorların
elemanları değil midirler?
Müslüman’ı Müslüman, dolayısıyla insanı
insan yapan hilkatteki eşine Allah adına karşılıksız yardımıdır. Yaptığının
karşılığını veren yaratıcısından değil de kendi gibi aciz bir kuldan bekleyen birinin
Müslüman veya insan olabilmesi mümkün müdür?
“Eğer (borçlu) darlık içinde ise,
eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlayan
kimselerden iseniz, (ödeyemeyecek kadar güçsüz olan borçlunun borcunu) sadakaya (veya zekâta) saymak sizin için daha hayırlıdır.” Bakara 280
Şüphesiz Allah’a olan iman ve inancı reddedip sözde aklın
üstünlüğünü savunan laikler, o zaman kimse borcunu ödemez diyerek inkârlarını
tazelemekten geri durmazlar. Ne de olsa iradeleriyle Karunlaştıklarını zannederler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder