Peygamber efendimizin sevgisini kalplerden
soğutarak karalayabileceği zannıyla o malum filmin yapımcısı kâfir Nakoula
Basseley ile münafık Fetullah Gülen’in Allah nezdinde bir farkları bulunmadığı
ayetlerle sabittir. Hatta münafık kâfirden yetmiş kez daha tehlikeli olmasından
Fetullah Gülen’in vahyi düşmanlığı, Nakoula Basseley’den daha şiddetli ve
tahripkârdır.
Financial Times
Gazetesine yazdığı makalede; sanki Peygamberimizin Kur’an dışında bir yaşantısı
ve hükmü varmışçasına, sünnetinde şiddete yani cihad yahut savaşa yer olmadığını
belirterek, Resule açılan savaşa Allah’ın hükümleri doğrultusunda tepki
gösteren Müslümanların yanlış yaptıklarını ve sırat-ı müstakimden sapmış bir
yaklaşım içinde bulunduklarını ifade etmesi, ayetleri nasıl reddettiğini
kanıtlamıştır.
Zaten misyonu
gereği Müslümanları “cihad” farzından
uzaklaştırmak, batıl din ve düşüncelere tutsak yapmak olduğu bilinen Gülen,
sözde sağduyu mesajıyla teslimiyeti manipüle ederek, Allah, Resulü ve İslam’a
hakaret edenlerinin amaçlarını kötü bir Müslüman imajı doğurmak olduğu
gerekçesiyle hazmedilmesini, dolayısıyla ayetlerin apaçık hükümlerinin dikkate
alınmamasını vaaz edebilmiştir.
Oysa neden Allah,
Gülen gibi hümanist ve sağduyulu buyruklarla değil de azgınlara karşı şiddetsel
bir cezayı emretmiştir? İslam’ın yahut Müslümanların imajını Allah değil de
Gülen mi elem edinmektedir? Allah, kâfir-münafık-mümin ayırımını kesin hatlarla
çizerek, Gülen’in ifade ettiği ayırımcılığı veya izolasyonu Ku’an’da yapmamış
mıdır? Allah’ın ayırdığını Gülen’in birleştirme çabası, apaçık bir başkaldırı
değil midir?
Acaba Gülen,
Allah’ın makamına göz dikerek dilediği bir düzeni kuracağını mı sanıyor?
Yazısında, aşırı uçlardan uzaklaşılmasını ve hayatta bir denge tutulmasından
söz ederek, tepkisel içgüdülerin rehinesi olunmaması ama aynı zamanda
değerlerin ve inançların aşağılanmasına da tamamen sessiz kalınmaması ifadesi,
Allah ve Resulünün buyruklarına bir savaştır.
Aşırı uçlardan
kastı, Müslüman veya kâfir olmayıp münafıklığın tercih edilmesidir. Yani samimi
bir iman sahibi yahut inkârcı olmak yerine dengeli bir münafıklığı sağduyu ile
özdeşleştirerek; nasıl mümkün olacaksa, pozitivist bir terim olan içgüdü tanımıyla
kaderin ve imanın rehinesi olunmamasını istemektedir. Böylece Gülen, Allah ve
Resulünün emrettiği doğrultuda dosdoğru Müslüman olmayıp Müslüman kimlik taşınmasını
savunmaktadır! Kur’an’dan
sonra Gülen’in sözüne inanan bir kimse, Müslüman olabilir mi?
Söz konusu
yazısında, bu iki uç arasındaki dengenin Peygamberimizin mirasına karşı gösterilen
hakaretlere verilen şiddet dolu tepkilerle bozulduğu düşüncesi, kendisi gibi münafık
olunmayışa duyduğu öfkedir. Peygamberimize yapılan hakaretlere münafıkça
davranmayan iman sahiplerine ateş püskürerek, ‘bu şiddet içeren tepkiler yanlıştı ve bizi doğru yoldan saptırdı’ vurgusu,
nasıl azılı bir münafık olduğunu ispata yeterlidir. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya
getireceğini vaat etmiş ise, denge sağlayıcı münafıklık kurtuluş olabilir mi?
Sözde
Müslümanların düşmanlarınca ayrımcılığa uğramaları, izole edilmeleri,
kovuşturulmaları ve sınır dışı edilmelerinden tedirginlik duyan Gülen; zaten Müslümanların
kâfirlerin hegemonyası altında yaşamaları, İslam’ın koyduğu kurallara değil de
İslam dışı rejimlere itaat etmeleri, dost olmaları ve dinsel birliktelikleri, Kur’an
hükmüne göre yasak değil midir? Misyonersi mürtetliği adına kendi istikbalini
korumak maksadıyla ne kadar hümanist söylemlerle ayet ve hadisleri eğip bükse
de, iman etmişleri saptırmaya etkin olamayacak, düşmanlara karşı boyun
eğdirtemeyecektir.
Gülen, “şiddet göstermek yerine tüm dinlerin
kutsal değerlerine saygı gösterilmesi için sürekli bir çaba içinde olmalıyız”
diyor. Allah, Resulü ve Kur’an ile savaşanlar, Allah’ın ayetlerini kabul
etmeyip alaya alanlar, kulluğunu reddedenler, hükümlerine boyun eğmeyenlere saygı
gösterilmesi İslami midir? Haklarını gözetir, adaleti çiğnemez, yardımda
bulunur, tecavüz etmez ama saygı duyulabilmesi mümkün değildir. Allah’a saygı
duymayana saygı gösterebilinir mi?
Gülen,
İslam’dan öyle çıkmıştır ki, ifadesinde; “insan,
her bir hareketinin muhtemel sonuçlarını çok iyi değerlendirmeli ve ortak aklın
bilgeliğine başvurmalıdır” sözleriyle, “Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahirete
gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resul'e götürün.” Nisa 59.
ayete muhalefet etmektedir. Ki, Ali İmran 73. Ayette de, “Sizin
dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın” açıkça
buyrulduğu halde; İslam dışı ortak aklın alacağı kararlar, insani, vicdani, inandırıcı
ve adil olabilir mi? Belki Gülen’in dinine göre makul olabilir ama İslam’a göre
şeytani olduğu tartışılmazdır.
Açıklamasında, “Peygamber'le ilgili olumsuz bir yorum -bu
ne olursa olsun- bir Müslüman'ın derin bir üzüntü hissetmesine neden olur. Bu
üzüntünün nasıl ifade edildiği ise bir başka konudur. Bireylerin sorumsuz
davranışları İslam'ın imajına zarar verir ve savundukları bu geleneğin
yıkılmasına sebep olur. Böyle bir durumda tüm Müslümanların hakları, Allah,
Kur'an ve Peygamber söz konusu olacağı için, kimse sorumsuzca davranamaz”
düşüncesi, Allah’ın hükmünü apaçık inkâr etmek ve muhalif olmaktır. Dolayısıyla
Peygamberimize karşı yapılan saldırılarla ilgili nasıl karşı konulması yahut
davranılmasına Allah hükmeder, Gülen gibi etiketliler değil!
“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve
yeryüzünde (hak)
düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama
kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki
rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33
Allah’ın
buyruğuna göre tepki gösterenleri sorumsuz davranmakla itham eden Gülen,
münafık aklınca İslam’ın imajına zarar gelebileceği ve İslami geleneğin
yıkılabileceğinden bahsederek, ne kadar işbirlikçi bir hain olduğunu gözler
önüne sermiştir. Allah’ın korumasında olan İslam’ı hiçbir güç yıkamayacağı
gibi, İslam’ın bir imaj gösterisi değil Allah ile bütünleşmenin imansal bağı
olduğunu idrak edebilseydi, İslam’ın bir gelenek değil kulluk olduğunu da
kavrayabilirdi. Allah’ın diledikten sonra herkesin imana geleceği açık bir
hüküm olup, dolayısıyla imaj denen kozmetik kompleksten çekinmezdi. Çünkü
Fetullah Gülen gibi iman etmemiş olanlar, Allah ve Resulünün hükümlerini değil
İslam düşmanlarının müminler hakkındaki imajlarını önemserler. Çünkü güç, şeref
ve izzeti onlarda buluyorlar.
“Biz
dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, "Cehennemi hem
cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım" diye benden kesin söz
çıkmıştır.” Secde 13
“De
ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola
iletirdi.” Enam 149
“Yolun doğrusu Allah'ındır. Yolun eğrisi de
vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” Nahl 9
Allah, kendine
iman konusunda Peygamberlerin zorlamasını dahi yasaklayıp sadece emirlerine
itaat edilmesini şart koşmuşken; malum Gülen, ayetleri hiçe sayarak haçlı efendileri
adına Peygamberlerini can havliyle savunan Müslümanların sırat-ı müstakimde
olmadıklarına fetva vererek, doğru yoldan saptırmaya çalışmaktadır.
“(Resulüm!)
Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin
hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak
mısın?” Yunus 99
Yazısında, Müslümanları
tenkit ederek, İslam’ı ve Peygamberi dünyaya hakkıyla tanıtabildik mi sorusu;
İslam’ın Allah iradesine bir teslimiyet ve Peygamberin de Allah iradesi ve
buyruklarından zerre kadar şaşmayan bir Resul olduğu gerçeğini bilmediği ortaya
çıkmaktadır. Önce kendisini bir otokritik yaptığında, o kadar ilmine, ibadetine,
inancına ve söylemlerine karşı iman edememiş olduğunu anlayacaktır. Çünkü iman,
tanıtmakla, bilgiyle ve kanıtla yüreklere nakşolunan bir itikat olmadığı,
tamamen Allah’ın dilediğine verdiği bir aşk ve tazim olduğudur. Dolayısıyla
kendisi tanıdı da ne oldu? İslam düşmanlarının mezesi olmaktan ve lehlerine
fetva vermekten başka İslam’ın hükümlerine boyun eğebildi mi? İmansız bir
tanıtım, ancak Gülen’leri doğurur.
Açıklamasında, “Eğer İslam denildiğinde insanların
aklına ilk gelen intihar bombacılarıysa, onlarda nasıl İslam'la ilgili olumlu
fikirler oluşabilir? Masum sivilleri öldürmek tarih boyunca Müslümanların maruz
kaldığı barbarlıktan farklı mı gerçekten? Bu rezil filmle hiçbir alakaları
olmayan Libya'daki Amerikan elçiliğine saldırmanın, elçiyi ve elçilik
görevlilerini öldürmenin ne gibi bir mantığı olabilir? Eğer bu saldırıların
arkasında Müslümanlar varsa, bu Müslümanlar İslam'ın ne olduğundan tamamen
habersiz olmalılar ve İslam adına en büyük suçu işliyorlar” sözleri, amacının tamamen cihad eden Müslümanları
karalamak olduğu, efendisi ABD eski Başkanı George W. Bush’un; “Cihad, Hıristiyan uygarlığı için büyük bir şerdir”
düşmanlığına taşeronluk yapmaktır.
Acaba efendisi
ABD, onlarca İslam ülkesini işgal edip, yüzbinlerce Müslüman’ı çocuk-kadın
demeden katledip dışkılarıyla aşağılaması yanı sıra vahşice işkenceden geçirmekle
kalmayıp Müslüman kadınlara tecavüz etmelerine tek bir eleştiri getirebildi mi?
İsrail 9 vatandaşımızı katlettiğinde, şimdiki gibi Müslümanları suçlamadı mı? Mübarek
Peygamberlerine yapılan saldırıya ayet ışığında tepki göstererek ABD’li
diplomatların öldürülmesinden dolayı Müslümanları suçlaması, Gülen’in kalbini kâfirliğe
açan bir fasık olduğunu kanıtlamakta, dolayısıyla Allah’ın Nahl Süresi 106. Ayette
buyurduğu üzere; Allah'ın gazabı Gülen ve taraftarlarının üzerine olacağı ve kendileri
için hazırlanan büyük bir azap ateşinde ölmeden kavrulacaklarıdır.
Sadece İslam
düşmanlığıyla yetinmeyip Türkiye’ye de hasım olan Gülen, haçlıların her türlü
emellerine hizmette kusur yapmamaktadır. Ne hikmetse onların direktiflerine
yorum getirmeyip kayıtsız-şartsız itaat ederken, sözde inandığı Kur’an’ın hükümlerine
yorum getirip batıla uyarlayabilmektedir.
PKK ile yapılan
ihanetsi Oslo görüşmelerinin azmettiricisi Gülen, Başbakan Erdoğan’ın aklını
çelerek teşvik etmek suretiyle pazarlığa sokmuştu. Güçlü bir iktidarın asla
yanaşmaması gereken böylesi bir acziyet, PKKBDP denen terör örgütünü ciddi bir
taraf haline getirmiş ve iddia sahibi yapmıştı. Yapılan pişmanlıktan geri adım
atacaklarına “anaların gözyaşları” sömürüsüyle tekrar ısıtıp milleti karanlığa
gömmeye çalışan BDP ve Gülen’in şeytani oyununa gelecek gibi görünen Başbakan
Erdoğan, bilmelidir ki sonunu yalnızca dünyada değil, ahrette de getirecektir.
Gülen, tıpkı
Peygamberimizi aşağılayan “Müslümanların masumiyeti” adlı filmin bir benzeri şehitliği
aşağılayan ve milli mücadeleyi karalayan “Çanakkale Çocukları” adlı ihanetsi filmin dâhili olduğu, savunduğu fikirlerle özdeşleşmesinden anlaşılmaktadır.
Hümanistlik
adına güya savaş karşıtı senaryo ile analara hitap edildiği iddia edilen film, doğrudan
kötülüğü yani şeytanı egemen kılmak ve kötüye karşı iyiliğin hâkim
kılınabilmesini engelleyebilmek maksadıyla ilahi emre bir muhalefettir. Acaba
kötülüğün temsilcisi şeytan yok edilmedikten ve azgın nefisler hapsedilmedikten,
savaşsız bir dünyanın inşası mümkün müdür? Eğer böylesine tanrısal bir
iddiaları var ise, şeytanın ürettiği kötülük, haksızlık ve adaletsizliği nasıl
aşmayı düşünüyorlar? Tıpkı İslam gibi milletimizin de caydırıcılığına ve mücadelesel
gücüne darbe indirtip köleye dönüştürme çabası olan “Çanakkale Çocukları”,
ihanetin ve alçaklığın odağıdır.
“Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber e
hainlik etmeyin; (sonra)
bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.” Enfal 27
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder