30 Eylül 2012 Pazar

Gülen, küfrünü bir kez daha tescilletti…


Peygamber efendimizin sevgisini kalplerden soğutarak karalayabileceği zannıyla o malum filmin yapımcısı kâfir Nakoula Basseley ile münafık Fetullah Gülen’in Allah nezdinde bir farkları bulunmadığı ayetlerle sabittir. Hatta münafık kâfirden yetmiş kez daha tehlikeli olmasından Fetullah Gülen’in vahyi düşmanlığı, Nakoula Basseley’den daha şiddetli ve tahripkârdır. 

Financial Times Gazetesine yazdığı makalede; sanki Peygamberimizin Kur’an dışında bir yaşantısı ve hükmü varmışçasına, sünnetinde şiddete yani cihad yahut savaşa yer olmadığını belirterek, Resule açılan savaşa Allah’ın hükümleri doğrultusunda tepki gösteren Müslümanların yanlış yaptıklarını ve sırat-ı müstakimden sapmış bir yaklaşım içinde bulunduklarını ifade etmesi, ayetleri nasıl reddettiğini kanıtlamıştır.

Zaten misyonu gereği Müslümanları “cihad” farzından uzaklaştırmak, batıl din ve düşüncelere tutsak yapmak olduğu bilinen Gülen, sözde sağduyu mesajıyla teslimiyeti manipüle ederek, Allah, Resulü ve İslam’a hakaret edenlerinin amaçlarını kötü bir Müslüman imajı doğurmak olduğu gerekçesiyle hazmedilmesini, dolayısıyla ayetlerin apaçık hükümlerinin dikkate alınmamasını vaaz edebilmiştir.

Oysa neden Allah, Gülen gibi hümanist ve sağduyulu buyruklarla değil de azgınlara karşı şiddetsel bir cezayı emretmiştir? İslam’ın yahut Müslümanların imajını Allah değil de Gülen mi elem edinmektedir? Allah, kâfir-münafık-mümin ayırımını kesin hatlarla çizerek, Gülen’in ifade ettiği ayırımcılığı veya izolasyonu Ku’an’da yapmamış mıdır? Allah’ın ayırdığını Gülen’in birleştirme çabası, apaçık bir başkaldırı değil midir?

Acaba Gülen, Allah’ın makamına göz dikerek dilediği bir düzeni kuracağını mı sanıyor? Yazısında, aşırı uçlardan uzaklaşılmasını ve hayatta bir denge tutulmasından söz ederek, tepkisel içgüdülerin rehinesi olunmaması ama aynı zamanda değerlerin ve inançların aşağılanmasına da tamamen sessiz kalınmaması ifadesi, Allah ve Resulünün buyruklarına bir savaştır. 

Aşırı uçlardan kastı, Müslüman veya kâfir olmayıp münafıklığın tercih edilmesidir. Yani samimi bir iman sahibi yahut inkârcı olmak yerine dengeli bir münafıklığı sağduyu ile özdeşleştirerek; nasıl mümkün olacaksa, pozitivist bir terim olan içgüdü tanımıyla kaderin ve imanın rehinesi olunmamasını istemektedir. Böylece Gülen, Allah ve Resulünün emrettiği doğrultuda dosdoğru Müslüman olmayıp Müslüman kimlik taşınmasını savunmaktadır! Kur’an’dan sonra Gülen’in sözüne inanan bir kimse, Müslüman olabilir mi?

Söz konusu yazısında,  bu iki uç arasındaki dengenin Peygamberimizin mirasına karşı gösterilen hakaretlere verilen şiddet dolu tepkilerle bozulduğu düşüncesi, kendisi gibi münafık olunmayışa duyduğu öfkedir.  Peygamberimize yapılan hakaretlere münafıkça davranmayan iman sahiplerine ateş püskürerek, ‘bu şiddet içeren tepkiler yanlıştı ve bizi doğru yoldan saptırdı’ vurgusu, nasıl azılı bir münafık olduğunu ispata yeterlidir. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getireceğini vaat etmiş ise, denge sağlayıcı münafıklık kurtuluş olabilir mi?

Sözde Müslümanların düşmanlarınca ayrımcılığa uğramaları, izole edilmeleri, kovuşturulmaları ve sınır dışı edilmelerinden tedirginlik duyan Gülen; zaten Müslümanların kâfirlerin hegemonyası altında yaşamaları, İslam’ın koyduğu kurallara değil de İslam dışı rejimlere itaat etmeleri, dost olmaları ve dinsel birliktelikleri, Kur’an hükmüne göre yasak değil midir? Misyonersi mürtetliği adına kendi istikbalini korumak maksadıyla ne kadar hümanist söylemlerle ayet ve hadisleri eğip bükse de, iman etmişleri saptırmaya etkin olamayacak, düşmanlara karşı boyun eğdirtemeyecektir.

Gülen, “şiddet göstermek yerine tüm dinlerin kutsal değerlerine saygı gösterilmesi için sürekli bir çaba içinde olmalıyız” diyor. Allah, Resulü ve Kur’an ile savaşanlar, Allah’ın ayetlerini kabul etmeyip alaya alanlar, kulluğunu reddedenler, hükümlerine boyun eğmeyenlere saygı gösterilmesi İslami midir? Haklarını gözetir, adaleti çiğnemez, yardımda bulunur, tecavüz etmez ama saygı duyulabilmesi mümkün değildir. Allah’a saygı duymayana saygı gösterebilinir mi?

Gülen, İslam’dan öyle çıkmıştır ki, ifadesinde; “insan, her bir hareketinin muhtemel sonuçlarını çok iyi değerlendirmeli ve ortak aklın bilgeliğine başvurmalıdır” sözleriyle, “Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resul'e götürün.” Nisa 59. ayete muhalefet etmektedir. Ki, Ali İmran 73. Ayette de, “Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın” açıkça buyrulduğu halde; İslam dışı ortak aklın alacağı kararlar, insani, vicdani, inandırıcı ve adil olabilir mi? Belki Gülen’in dinine göre makul olabilir ama İslam’a göre şeytani olduğu tartışılmazdır.

Açıklamasında, “Peygamber'le ilgili olumsuz bir yorum -bu ne olursa olsun- bir Müslüman'ın derin bir üzüntü hissetmesine neden olur. Bu üzüntünün nasıl ifade edildiği ise bir başka konudur. Bireylerin sorumsuz davranışları İslam'ın imajına zarar verir ve savundukları bu geleneğin yıkılmasına sebep olur. Böyle bir durumda tüm Müslümanların hakları, Allah, Kur'an ve Peygamber söz konusu olacağı için, kimse sorumsuzca davranamaz” düşüncesi, Allah’ın hükmünü apaçık inkâr etmek ve muhalif olmaktır. Dolayısıyla Peygamberimize karşı yapılan saldırılarla ilgili nasıl karşı konulması yahut davranılmasına Allah hükmeder, Gülen gibi etiketliler değil!

“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33

Allah’ın buyruğuna göre tepki gösterenleri sorumsuz davranmakla itham eden Gülen, münafık aklınca İslam’ın imajına zarar gelebileceği ve İslami geleneğin yıkılabileceğinden bahsederek, ne kadar işbirlikçi bir hain olduğunu gözler önüne sermiştir. Allah’ın korumasında olan İslam’ı hiçbir güç yıkamayacağı gibi, İslam’ın bir imaj gösterisi değil Allah ile bütünleşmenin imansal bağı olduğunu idrak edebilseydi, İslam’ın bir gelenek değil kulluk olduğunu da kavrayabilirdi. Allah’ın diledikten sonra herkesin imana geleceği açık bir hüküm olup, dolayısıyla imaj denen kozmetik kompleksten çekinmezdi. Çünkü Fetullah Gülen gibi iman etmemiş olanlar, Allah ve Resulünün hükümlerini değil İslam düşmanlarının müminler hakkındaki imajlarını önemserler. Çünkü güç, şeref ve izzeti onlarda buluyorlar.

“Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, "Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım" diye benden kesin söz çıkmıştır.” Secde 13
     
 “De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.” Enam 149

“Yolun doğrusu Allah'ındır. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” Nahl 9

Allah, kendine iman konusunda Peygamberlerin zorlamasını dahi yasaklayıp sadece emirlerine itaat edilmesini şart koşmuşken; malum Gülen, ayetleri hiçe sayarak haçlı efendileri adına Peygamberlerini can havliyle savunan Müslümanların sırat-ı müstakimde olmadıklarına fetva vererek, doğru yoldan saptırmaya çalışmaktadır.

(Resulüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” Yunus 99

Yazısında, Müslümanları tenkit ederek, İslam’ı ve Peygamberi dünyaya hakkıyla tanıtabildik mi sorusu; İslam’ın Allah iradesine bir teslimiyet ve Peygamberin de Allah iradesi ve buyruklarından zerre kadar şaşmayan bir Resul olduğu gerçeğini bilmediği ortaya çıkmaktadır. Önce kendisini bir otokritik yaptığında, o kadar ilmine, ibadetine, inancına ve söylemlerine karşı iman edememiş olduğunu anlayacaktır. Çünkü iman, tanıtmakla, bilgiyle ve kanıtla yüreklere nakşolunan bir itikat olmadığı, tamamen Allah’ın dilediğine verdiği bir aşk ve tazim olduğudur. Dolayısıyla kendisi tanıdı da ne oldu? İslam düşmanlarının mezesi olmaktan ve lehlerine fetva vermekten başka İslam’ın hükümlerine boyun eğebildi mi? İmansız bir tanıtım, ancak Gülen’leri doğurur.

Açıklamasında, “Eğer İslam denildiğinde insanların aklına ilk gelen intihar bombacılarıysa, onlarda nasıl İslam'la ilgili olumlu fikirler oluşabilir? Masum sivilleri öldürmek tarih boyunca Müslümanların maruz kaldığı barbarlıktan farklı mı gerçekten? Bu rezil filmle hiçbir alakaları olmayan Libya'daki Amerikan elçiliğine saldırmanın, elçiyi ve elçilik görevlilerini öldürmenin ne gibi bir mantığı olabilir? Eğer bu saldırıların arkasında Müslümanlar varsa, bu Müslümanlar İslam'ın ne olduğundan tamamen habersiz olmalılar ve İslam adına en büyük suçu işliyorlar” sözleri, amacının tamamen cihad eden Müslümanları karalamak olduğu, efendisi ABD eski Başkanı George W. Bush’un; “Cihad, Hıristiyan uygarlığı için büyük bir şerdir” düşmanlığına taşeronluk yapmaktır.

Acaba efendisi ABD, onlarca İslam ülkesini işgal edip, yüzbinlerce Müslüman’ı çocuk-kadın demeden katledip dışkılarıyla aşağılaması yanı sıra vahşice işkenceden geçirmekle kalmayıp Müslüman kadınlara tecavüz etmelerine tek bir eleştiri getirebildi mi? İsrail 9 vatandaşımızı katlettiğinde, şimdiki gibi Müslümanları suçlamadı mı? Mübarek Peygamberlerine yapılan saldırıya ayet ışığında tepki göstererek ABD’li diplomatların öldürülmesinden dolayı Müslümanları suçlaması, Gülen’in kalbini kâfirliğe açan bir fasık olduğunu kanıtlamakta, dolayısıyla Allah’ın Nahl Süresi 106. Ayette buyurduğu üzere; Allah'ın gazabı Gülen ve taraftarlarının üzerine olacağı ve kendileri için hazırlanan büyük bir azap ateşinde ölmeden kavrulacaklarıdır.
   
Sadece İslam düşmanlığıyla yetinmeyip Türkiye’ye de hasım olan Gülen, haçlıların her türlü emellerine hizmette kusur yapmamaktadır. Ne hikmetse onların direktiflerine yorum getirmeyip kayıtsız-şartsız itaat ederken, sözde inandığı Kur’an’ın hükümlerine yorum getirip batıla uyarlayabilmektedir. 

PKK ile yapılan ihanetsi Oslo görüşmelerinin azmettiricisi Gülen, Başbakan Erdoğan’ın aklını çelerek teşvik etmek suretiyle pazarlığa sokmuştu. Güçlü bir iktidarın asla yanaşmaması gereken böylesi bir acziyet, PKKBDP denen terör örgütünü ciddi bir taraf haline getirmiş ve iddia sahibi yapmıştı. Yapılan pişmanlıktan geri adım atacaklarına “anaların gözyaşları” sömürüsüyle tekrar ısıtıp milleti karanlığa gömmeye çalışan BDP ve Gülen’in şeytani oyununa gelecek gibi görünen Başbakan Erdoğan, bilmelidir ki sonunu yalnızca dünyada değil, ahrette de getirecektir.

Gülen, tıpkı Peygamberimizi aşağılayan “Müslümanların masumiyeti” adlı filmin bir benzeri şehitliği aşağılayan ve milli mücadeleyi karalayan “Çanakkale Çocukları” adlı ihanetsi filmin dâhili olduğu, savunduğu fikirlerle özdeşleşmesinden anlaşılmaktadır.

Hümanistlik adına güya savaş karşıtı senaryo ile analara hitap edildiği iddia edilen film, doğrudan kötülüğü yani şeytanı egemen kılmak ve kötüye karşı iyiliğin hâkim kılınabilmesini engelleyebilmek maksadıyla ilahi emre bir muhalefettir. Acaba kötülüğün temsilcisi şeytan yok edilmedikten ve azgın nefisler hapsedilmedikten, savaşsız bir dünyanın inşası mümkün müdür? Eğer böylesine tanrısal bir iddiaları var ise, şeytanın ürettiği kötülük, haksızlık ve adaletsizliği nasıl aşmayı düşünüyorlar? Tıpkı İslam gibi milletimizin de caydırıcılığına ve mücadelesel gücüne darbe indirtip köleye dönüştürme çabası olan “Çanakkale Çocukları”, ihanetin ve alçaklığın odağıdır.

“Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber e hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.” Enfal 27
       

Hiç yorum yok: