Öyle
bir kadındır ki, sanki şeytanın dünyadaki fiziki siluetidir.
Tarihin hırslarıyla dağları delen namlı
kadınlarını dahi geride bırakan Semra Özal, ölümüne bir kulaç kala bile iflah
olmayıp dizginleyemediği azgın nefsi uğruna 19 yıl önce tepelediği kocası
Turgut Özal’ı kabrinde bırakmaması, insan mı yoksa şeytan mı olduğu sorusuna
yanıt vermektedir.
Yaşamının hiçbir döneminde milletin manevi
değerlerine önem vermeyip, Müslümanlarca bağırlara basılan Turgut Özal’ın CHP
despotizmini yıkıcı reformları çıkartmasına ayak direten ve dini özgürlüklerle
ilgili devrimleri engelleyen Semra Özal, siyasette Turgut Özal ile tıpkı bir
muhalefet partisi gibi dalaşarak hem azim ve cesaretini kırmış hem de ANAP’ın
tükenmesinde rol oynamıştı.
Turgut Özal, belki hidayete ulaşıp doğru
yola girer umuduyla zoraki ikna ederek hacca götürdüğü eşi Semra Özal’a Kâbe
dahi fayda etmemişti. Allah’ın saptırdığı bir kimseyi Allah’tan başka birinin
doğru yola iletebilmesi mümkün müdür?
ANAP’ın birlik ve bütünlüğünü doğrayarak
fitneleriyle birbirine katan Semra Özal, dini hassasiyet taşıyan kadroya
karşılık Mesut Yılmaz’ın yanında yer alarak sadece partinin sonunu değil, Mesut
Yılmaz’dan yediği kazıkla kendisinin de partiden dışlanmasına neden olmuştu.
ANAP İstanbul İl Başkanlığı için Turgut
Özal’a ve teşkilata kazan kaldırdığı dönemde, “Liyakat mi, karabet mi” başlıklı bir yazı kaleme almış ve bu yazım
Zaman Gazetesi tarafından yayınlamıştı. Yazımda Semra Özal’ı şiddetle
eleştirmiş ve kendisini ancak teneşirin paklayacağını ifade etmiştim.
Turgut Özal’ın, ANAP kongresi sırasında
vurulmasının organizatörü de Semra Özal’dı. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü ve
kendisinin sağ kolu olan Mehmet Ağar, bu suikastın taşeronuydu.
Yapılan
soruşturmalar karşısında gerçeği öğrenen Turgut Özal, dosyayı kapattırma zorunda
kalmıştı. Yoksa iddia edildiği gibi Özal’ın herhangi bir örgütün tehdidinden
çekinebilmesi mümkün müydü? Sanırım amaç öldürmek değil, Özal’ın kongreden
güçlü çıkması ve yeniden iktidara gelebilmesi adına karısınca kurgulanan
toplumsal ve partisel bir etkileşimdi.
Turgut Özal’ın ölümü akabinde otopsi
yapılmasına izin vermeyerek, aradan geçen yıllar sonra zehirlenerek öldürüldüğü
gerekçesiyle devletin araştırması ve cesede otopsi yapılma isteği, diriyken
mahvettiği Özal’ı ölüyken de perişan ederek nemalanabilme hırsından başka ne
olabilir?
Artık siyasetteki iddiasını tamamen yitirip
gündemden düşmesiyle kendini barlara atmak suretiyle eğlence sektöründe gündem
oluşturmaya çalışan Semra Özal, magazin sayfalarından da tükenmesiyle Özal’ın
zehirlendiği iddiasını ortaya atıp, dikkatleri üzerine çekerek yeniden gündem
oluşturdu.
“Özal’ı eşi ve çocukları öldürdü” başlıklı yazımda
da, eğer Özal, zehirlenerek öldürüldüyse faili Semra Özal’dan başkası değildir
iddiamda ne kadar haklı olduğum ortadadır.
-Özal’ın
ölümüyle ilgili otopsi yapılmasına karşı çıkışı, katilinin kendisi olabileceğinin
ortaya çıkma korkusundan mıydı?
-Çizgi filmlerinde dahi inanılması mümkün
olmayacak masallarla uydurdukları zehirlenme senaryosunu sıcağı sıcağına değil
de, neden bugün ortaya atmışlardı?
-Özal’ın
saç telleri çok mu kıymetliydi ki, İsviçre’deki bir kasada sakladıklarını ve
zehir analizi yapmak için savcılara vermeye hazır olduklarını söylediler? Madem
böyle bir şüpheleri vardı, neden defnedilmeden otopsi yapılmasına izin
vermeyerek saç tellerini saklamaya ihtiyaç duydular? Yoksa saç tellerini yurt
dışındaki gizli bir banka kasasında saklamalarının amacı; tıpkı Peygamber
Efendimizin sözde sakalı şeriflerine tapınmanın sağlanması gibi, Özal’ın da
saçlarını “saçı şerif” yapmak suretiyle ANAP’lılarca tapınılmasını mı düşünmüşlerdi?
Yahut müzayedelerde açık arttırmaya koymayı mı planlamışlardı? Neden başka bir
organını yahut eşyasını değil de saç tellerini hem de İsviçre’deki gizli bir
kasada muhafaza etme ihtiyacı duymuşlardı?
-Acaba saç tellerini uzun bir müddet
zehirli bir kapta tutmak suretiyle devleti, yargıyı ve sevenlerini aldatarak ne
kazanmayı umut ettiler?
-Semra
Özal ve oğlu Ahmet Özal, kabrin açılarak cesedin adli tıpta incelenmesi için
devleti ayağa kaldırmışlarken, hangi amaçla zikzak yaparak kabrin açılmamasında
isteksiz davranmaktadırlar?
-Hani Özal, iddia ettikleri masalsı
faillerle zehirlenerek öldürülmüştü?
-Düne
kadar vicdanları yoktu da aniden mi vicdana kavuştular?
-Yoksa Cumhurbaşkanı eşinin öldürülmesiyle devlet
ya da milletin vefa borcunu ödemek maksadıyla oğlu Ahmet Özal’ı yeniden
politika arenasına itmek veya ticaretinde imkânlar elde ettirmek mi?
-Yahut devletin bir zaafı ya da güvenlik açığını hilelerle
kanıtlayarak, yüklü bir maddi ve manevi tazminat talebinde mi bulunmayı
planladı?
-Her gün
onlarca şehidin verildiği ülkemizde; Semra ve Ahmet Özal ikilisi nasıl bir
vicdan taşıyorlar ki, şeytani oyunlara gündemde kalmaya ve hazineyi sömürmeye
çalışıyorlar?
Turgut Özal’ın aleyhinde cereyan etmiş tüm
fiillerin arkasında Semra Özal’ın olduğu tartışılmazdır. Belki ölümünün maddi
sebebi bulunmayabilir ama manevi sebebinin Semra Özal ve çocukları olduğu aşikârdır.
Öyle aylarca feryat figan edip sonra da pardon demek, gerek yargının gerekse
milletin kabul edebileceği bir tiyatro değildir.
“Hırs ve para düşkünlüğü, belki de bütün diğer ihtiraslardan
daha fazla suç sebebidir.” Aristoteles
Hakikaten insanoğlu ne
kadar ahmak, güdülmeyi ve sömürülmeyi hak eden mahlûkmuş.
Neymiş efendim, eski
Cumhurbaşkanı Özal’ın eşi ve çocuklarıymış, tabandan tavana kadar herkes saygı
duymalı ve bir dediği iki edilmemeliymiş. Şeytani ihtiraslarıyla devleti dize
getirmek, hangi vicdanın razı olabileceği bir ahde vefadır. Peki, böylesi katil
eş ve çocuklara ahde vefa duyulabilir mi?
Neymiş efendim,
Peygamberimizin sülalesinden gelen seyitlermiş. Onlara aşk ve tazim, cennetin
anahtarıymış. Peki, Peygamberimizin kavmi olan Kureyş, Peygamberimizin ve Müslümanların
en çok savaştığı kabile değil midir? Amcası Ebu Leheb gibi nice azılı kâfirler,
Peygamberimizin soyu olan Haşimoğulları’ndan yakın akrabaları değil miydi? Onca peygamberin babaları, kardeşleri, çocukları,
eşleri, hısım ve akrabaları Allah’a iman etmediklerinden ve hükümlerine boyu
eğmediklerinden lanetlenmediler mi? Peygamberlerin onlar için af dilemeleri ve şefaatte
bulunmaları reddedilmedi mi? Peygamberin soyundan olmak, Allah nezdinde o
kişiye ayrıcalık ve üstünlük katabilir mi?
Neymiş efendim, Osmanlı soyundanmış, ecdat
hatırına saygı ve hürmette kusur edilmemeliymiş, Peki, onlar saygı ve hürmeti
hak ediyorlar mı? Dedeleri gibi yeryüzünde Allah’ın dinini egemen kılmak ve
zulümlere son verebilmek için cihad yapıyorlar mı? Yoksa taşıdıkları soyları istismar
edip halkın masumiyetini sömürerek nefislerine mi peşkeş çekiyorlar? Bugün
yaşayan Osmanlı soyundan hangisi dedelerine layık bir yaşam ve icraat
sergiliyorlar?
Allah yolunda mücadele ederek şehid ya da
gazi olandan daha soylu ve üstün bir kimse yoktur. Ki, onların ölü değil diri
oldukları açıkça müjdelenmiştir. Bu sebeple aşağılık kompleksten arınıldığı
takdirde, sömürücülerin azdırıcı emir erleri olmaktan vazgeçilebilecek, kan
bağının değil ruh bağının önemi kavranabilecektir.
“Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa
vurduklarınızı da bilir. Allah kalplerde olanı bilendir.” Teğabun 4
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder