4 Eylül 2012 Salı

Harf inkılâbıyla milleti ümmileştirenlerin…


4+4+4 eğitim sistemine karşı çıkmalarının nedeni, tamamen din ve ibadet hürriyetine kısıtlıda olsa tanınan imkân ve neslin; Allah’ı, Peygamberi ve Kur’an’ı öğrenecek olmalarındandır.

Ki, eğitim sistemin de, zorbaların dayattığı gibi bir mecburiyet olmadığı halde aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri misali neslin din, ahlak ve namusla özdeşleşecek olmaları kahırlarına sebep olmakta, dolayısıyla ortaya koydukları gerekçeler din karşıtlığını kamufle edici manipülasyonlar olduğu alenidir. Öze değil sözlere odaklanılarak tartışmalar içinde yer alındığından, din ve namus düşmanlarının amaçlarına katkı sağlandığı fark edilmemektedir.

Bu sebeple gerek hükümetin gerekse milletimizin tuzağa düşmeyerek ulumalara kulaklarını tıkayıp, Müslüman hasmı haçlı döküntülerine pirim sağlayacak polemiklerden özenle kaçmaları, halkı layık olduğu hedefe ulaştıracaktır.

Zaten Müslüman milletimizin o kadar aşağılanmasına, hor ve hakir kalmasına neden olan sabırları belirlendiği ‘o gün’ sona erecek, dâhili düşmanlara hak ettikleri ceza verilecektir. Tarih, bu gerçeğin tüm kanıtlarıyla ibrete şayan olup, aksini düşünmek mümkün değildir.

O gün, öyle bir gün olacaktır ki, tıpkı tanrı olduğunu sanan Firavunun boğulacağı sırada “Ben de iman ettim” sözü misali saklanacak yer arayışıyla kaçan yığınların, “Ben de Müslüman’ım” yakarışları fayda etmeyecek, Firavunun sonundan farklı olmayacaklardır.

Eceli gelmeyenler, bu gerçeğe mutlaka şahit olacaklardır! Akılları karıştırarak toplumu mahvedenler, bir gün kıyıcı bir savaşın çıkmayacağı ve felaketin yaşanmayacağı zannıyla saldırılarından vazgeçmemektedirler.

 “(Resulüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vadinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” Hac 47

Türkiye Cumhuriyeti adı altında CHP Diktatörlüğünün hüküm sürdüğü yılların Müslüman milletimize ne ölümler, göçler, acılar, baskılar, dışlanmalar, zulümler ve yasaklar getirdiğini kimse inkâr edemez.   
Her ne kadar milletimizi İslam’dan koparıp çağdaşlık gerekçesiyle laikleştirmek istemişlerse de, bir avuç haçlı fışkırtmaların dışında muvaffak olamamışlar, lakin despot yasalarıyla baskılardan zerre geri adım atmamışlardı. Ancak kendini dinine adamış milletimiz, sabırla tüm zorbalıklara göğüs germiş ve dinlerinden ödün vermeyerek bugünlere gelmişlerdir.

Zihin ve kalpleri iğfal edilmiş ebeveynler, kışkırtmalara boyun eğerek asıl eğitim yaşı olan 60 ayı erken bulup kendilerinden çok daha idrak sahibi çocuklarını okula göndermemek için yaygara koparmaları ve raporlarla okula göndermeme yolunu seçmeleri, çocuklarının zekâlarına ihanetin ta kendisidir. Oysa geçmişteki din ve bilim adamları, sanatçılar ile dünyayı yöneten hükümdar ve zaferler kazanan kahramanların eğitim yaşlarını araştırmış olsalardı, 60 ayın bile geç olduğunu kavrayabileceklerdi. Ancak provokatörlerin asıl maksadı çocukların okula başlama yaşı değil, duru dimağlarına dini öğretilerin işlenecek olmasıdır.

Yoksa böylesi özgürlükçü ve eğitici bir sisteme karşı çıkabilmek mümkün müdür? Gelecek neslimizi ezbere dayalı bir deneycilikten kurtararak, teorileri pratik yaşama indirgemek suretiyle yargıya gidecek bir neslin yetişmesi, seküler bilimi yani pozitivizmi bertaraf edeceğinden; güya olumlu bilim ve akılla aydınlanarak bir gün dine gerekseme kalmayacağı amaçlarının dumura uğrayacağı korkularındandır. Dolayısıyla çocuklarımızı etiketli cühela bırakmak isteyen hainler, muhakeme edilemeyen ve işlenemeyen kuramlarla dini etkisizleştirmek gayretindedirler.

Ne gariptir ki aynı ebeveynler, yaşı erken gerekçesiyle okula göndermek istemedikleri çocuklarını reklam ve sinema filmlerinde, dizilerde, bikinili sokak defilelerinde, şarkı yarışmalarında, içkili sofralarda, gece kulüplerinde ve çocuğun istikbalini karartacak bilumum ahlaksızlıkta yarışır ve gurur duyarlar. Sonra da ya fahişe ya da homoseksüel olmalarını sindirerek, Batıcı kompleksiyle avunurlar.

İşte zekâlar; nerede ebeveynler!

4+4+4 eğitim sistemine ve çocuklarımızın yaşını erken bularak eğitimlerine karşı çıkan sözde eğitici uzmanları bir araştırın. Özellikle PKK taşeronu Eğitim-Sen üyelerini!

Ahkâm kestikleri bilgileriyle bugüne kadar ne keşfetmişler, ne yenilik getirmişler, hangi düşüncede çığır açmışlar, toplumun değerleriyle dövüşmekten başka yapıcı ne üretmişler, din düşmanlığından ziyade ne paradigmaları olmuş, ezberlerindeki teorilerin hangisini hayata geçirebilmişler, din ve millet düşmanlarının kuklasal yığınları olmaktan iyi ve doğru adına hangi davranışta bulunmuşlar, neden bilgileriyle yücelemeyip yahut zengin olamayıp ellerinde pankartlarla “maaşlarımıza zam istiyoruz” çığırtkanlıklarıyla asalaklıklarını sürdürmüşler ve hangisinin adı bilimsel tarihe geçmiştir? Bu sebeple insani değere fiyat etiketi koyan din düşmanlarına söylenebilecek tek söz, “giderken kapıyı ört”. Ruhsuz beden nasıl ölü ise, dinsiz bilim de ölüdür. Dolayısıyla ölünün verebileceği sadece çürümüş kokudur…

Bilgileriyle kendilerini ilerletemeyip devlete asalak olmaktan öte bir şey başaramayanlar mı, çocuklarımızı geleceğe hazırlayacaklar?

Türkiye’nin tanınmış ve kitapları yüz binler satıp sürekli ekranlarda boy göstererek insanlara ahkâm kesen seküler özlü bir zat ile yönetmen bir arkadaşımın vasıtasıyla tanışıp müzakerede bulundum. Hayatını teoriler üzerine oturtmuş ve gerçekle hiçbir ilişiği olmayan kuramlarıyla estirdiği bilgi bombardımanı karşısında, kendisini hayatın gerçeklerine çekmem üzerine süt dökmüş kediye dönüşmüştü. Yaklaşık bir saatlik münazaranın akabinde birlikte seminerlere gitme konusunda davet etti. Kendisine, fikirlerimizin tamamen zıt olduğunu ve rakip olarak kendisini zor durumda bırakacağımı bildirmem üzerine, karşıma çıkabilmek için çok çalışması gerekliliğini itiraf etmek zorunda kaldı.

Hâlbuki ifade ettiği gibi çok bilgili bir insan değilim. Ancak gerçekle sanalı ayırarak her bilginin pratikteki karşılığına odaklanırım. Böylece o bilginin doğru mu yoksa yanlış mı olduğu yargısına varıp, teorilerin cazibesel etkinliğinden soyutlanarak gerçeğe yönelir, dolayısıyla bilginin teorisel gücüne değil yaşamsal karşılığını ölçü alırım. Bu yüzden en bilgisiz insan dahi bu kıyaslamaya gidebilirse, ezberci teorisyenlerin yalanlarına itibar etmeyeceği mutlaktır.

Eski Yunanlılar, işlerine geldikçe ve zorda kaldıklarında somut doğa olaylarına bakarlardı. Bunu yaparlarken de, hani neredeyse yaptıklarından utanırlardı. Onlara göre, edinilmeye değer bilgi, beyin hücreleri çalıştırılarak elde edilen bilgiydi. Ancak o bilginin pratikteki karşılığı önemli değildi. Tıpkı laikler gibi! Evrensel gerçekler ve günlük olaylarla ilgili somut bilgiler, onların gözünde “ikinci sınıf” bilgiydi. Platon’la bir öğrencisi arasında geçen şu ilginç tartışma: Öğrenci, matematik dersinin sonunda, “Peki hocam” demiş, “iyi, güzel ama bütün bunların yararı?” nedir? Sonra eklemiş, “Ne gibi sonuçlar çıkar bundan?” Platon köpürmüş, kölelerinden birini çağırtmıştı, “Bu öğrenciye bu hafta harçlığını vermeyeceksin” demiş. Sonra da öğrenciye dönüp, “Gördün mü? Matematik dersinin böyle de sonuçları olabiliyor” demiş.

İşte insanlar, olumlu diye dayatılan böylesi absürt bir bilim ve akıl ile sözde aydınlatılmaya çalışılıyor     

Batıl ilim, insanoğlunu karanlığa sürükleyerek huzur ve güvence vermeyen şeytani bir ilimdir.
19. Yüzyılın dünyaca ünlü yazarı Aldous Huxley, 16 yaşında geçirdiği bir hastalık sonucu 1 yıl kör kalmış ve o süre zarfında hayatı irdeleyerek, şu güzel sözü söylemişti. “Şeytan ona uymamız için yalvarıyor, peki biz çok iyi insanlar olduğumuz için mi onu kıramıyoruz!”

Türkiye’deki tek savaş, Müslümanlar ile dinsizlerin savaşıdır. Yoksa 4+4+4 eğitim sistemi yahut PKKBDP gibi şeytanın Kürt mücadelesi gibi nice gerekçelerin altında yatan dindir. Dolayısıyla PKKBDP ile ittifakta olan CHP ve laikçi Sivil Toplum Örgütleri, 4+4+4 eğitim sistemine karşı yekvücut mücadele etmektedirler.

Ancak uluyanların ulumalarına kulaklarını tıkayıp cesaret ve kararlılıktan taviz vermeyen toplumlar, güce ve kurtuluşa erenlerdir. Bir avuçta olsa da yığınları takip edenler, kayba ve zillete mahkûmdurlar.
   

Hiç yorum yok: