4+4+4 eğitim sistemine karşı çıkmalarının
nedeni, tamamen din ve ibadet hürriyetine kısıtlıda olsa tanınan imkân ve
neslin; Allah’ı, Peygamberi ve Kur’an’ı öğrenecek olmalarındandır.
Ki, eğitim sistemin de, zorbaların
dayattığı gibi bir mecburiyet olmadığı halde aslandan ürküp kaçan yaban
eşekleri misali neslin din, ahlak ve namusla özdeşleşecek olmaları kahırlarına
sebep olmakta, dolayısıyla ortaya koydukları gerekçeler din karşıtlığını
kamufle edici manipülasyonlar olduğu alenidir. Öze değil sözlere odaklanılarak
tartışmalar içinde yer alındığından, din ve namus düşmanlarının amaçlarına katkı
sağlandığı fark edilmemektedir.
Bu sebeple gerek hükümetin gerekse milletimizin
tuzağa düşmeyerek ulumalara kulaklarını tıkayıp, Müslüman hasmı haçlı
döküntülerine pirim sağlayacak polemiklerden özenle kaçmaları, halkı layık
olduğu hedefe ulaştıracaktır.
Zaten Müslüman milletimizin o kadar
aşağılanmasına, hor ve hakir kalmasına neden olan sabırları belirlendiği ‘o gün’
sona erecek, dâhili düşmanlara hak ettikleri ceza verilecektir. Tarih, bu
gerçeğin tüm kanıtlarıyla ibrete şayan olup, aksini düşünmek mümkün değildir.
O gün, öyle bir gün olacaktır ki, tıpkı tanrı
olduğunu sanan Firavunun boğulacağı sırada “Ben
de iman ettim” sözü misali saklanacak yer arayışıyla kaçan yığınların, “Ben
de Müslüman’ım” yakarışları fayda etmeyecek, Firavunun sonundan farklı
olmayacaklardır.
Eceli gelmeyenler, bu gerçeğe mutlaka şahit
olacaklardır! Akılları karıştırarak toplumu mahvedenler, bir gün kıyıcı bir
savaşın çıkmayacağı ve felaketin yaşanmayacağı zannıyla saldırılarından
vazgeçmemektedirler.
“(Resulüm!) Onlar senden azabın çabuk
gelmesini istiyorlar. Allah vadinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin
nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” Hac 47
Türkiye Cumhuriyeti adı altında CHP Diktatörlüğünün
hüküm sürdüğü yılların Müslüman milletimize ne ölümler, göçler, acılar,
baskılar, dışlanmalar, zulümler ve yasaklar getirdiğini kimse inkâr edemez.
Her ne kadar milletimizi İslam’dan koparıp
çağdaşlık gerekçesiyle laikleştirmek istemişlerse de, bir avuç haçlı
fışkırtmaların dışında muvaffak olamamışlar, lakin despot yasalarıyla baskılardan
zerre geri adım atmamışlardı. Ancak kendini dinine adamış milletimiz, sabırla
tüm zorbalıklara göğüs germiş ve dinlerinden ödün vermeyerek bugünlere
gelmişlerdir.
Zihin ve kalpleri iğfal edilmiş ebeveynler,
kışkırtmalara boyun eğerek asıl eğitim yaşı olan 60 ayı erken bulup kendilerinden
çok daha idrak sahibi çocuklarını okula göndermemek için yaygara koparmaları ve
raporlarla okula göndermeme yolunu seçmeleri, çocuklarının zekâlarına ihanetin
ta kendisidir. Oysa geçmişteki din ve bilim adamları, sanatçılar ile dünyayı
yöneten hükümdar ve zaferler kazanan kahramanların eğitim yaşlarını araştırmış
olsalardı, 60 ayın bile geç olduğunu kavrayabileceklerdi. Ancak provokatörlerin asıl maksadı çocukların okula başlama yaşı değil,
duru dimağlarına dini öğretilerin işlenecek olmasıdır.
Yoksa böylesi özgürlükçü ve eğitici bir sisteme
karşı çıkabilmek mümkün müdür? Gelecek neslimizi ezbere dayalı bir
deneycilikten kurtararak, teorileri pratik yaşama indirgemek suretiyle yargıya
gidecek bir neslin yetişmesi, seküler bilimi yani pozitivizmi bertaraf
edeceğinden; güya olumlu bilim ve akılla aydınlanarak bir gün dine gerekseme
kalmayacağı amaçlarının dumura uğrayacağı korkularındandır. Dolayısıyla
çocuklarımızı etiketli cühela bırakmak isteyen hainler, muhakeme edilemeyen ve
işlenemeyen kuramlarla dini etkisizleştirmek gayretindedirler.
Ne gariptir ki aynı ebeveynler, yaşı erken
gerekçesiyle okula göndermek istemedikleri çocuklarını reklam ve sinema filmlerinde,
dizilerde, bikinili sokak defilelerinde, şarkı yarışmalarında, içkili
sofralarda, gece kulüplerinde ve çocuğun istikbalini karartacak bilumum
ahlaksızlıkta yarışır ve gurur duyarlar. Sonra da ya fahişe ya da homoseksüel
olmalarını sindirerek, Batıcı kompleksiyle avunurlar.
İşte zekâlar; nerede ebeveynler!
4+4+4 eğitim
sistemine ve çocuklarımızın yaşını erken bularak eğitimlerine karşı çıkan sözde
eğitici uzmanları bir araştırın. Özellikle
PKK taşeronu Eğitim-Sen üyelerini!
Ahkâm kestikleri
bilgileriyle bugüne kadar ne keşfetmişler, ne yenilik getirmişler, hangi
düşüncede çığır açmışlar, toplumun değerleriyle dövüşmekten başka yapıcı ne
üretmişler, din düşmanlığından ziyade ne paradigmaları olmuş, ezberlerindeki
teorilerin hangisini hayata geçirebilmişler, din ve millet düşmanlarının
kuklasal yığınları olmaktan iyi ve doğru adına hangi davranışta bulunmuşlar, neden
bilgileriyle yücelemeyip yahut zengin olamayıp ellerinde pankartlarla “maaşlarımıza
zam istiyoruz” çığırtkanlıklarıyla asalaklıklarını sürdürmüşler ve hangisinin
adı bilimsel tarihe geçmiştir? Bu sebeple insani değere
fiyat etiketi koyan din düşmanlarına söylenebilecek tek söz, “giderken kapıyı ört”. Ruhsuz beden nasıl ölü ise, dinsiz bilim de ölüdür. Dolayısıyla ölünün verebileceği sadece çürümüş
kokudur…
Bilgileriyle kendilerini ilerletemeyip
devlete asalak olmaktan öte bir şey başaramayanlar mı, çocuklarımızı geleceğe
hazırlayacaklar?
Türkiye’nin tanınmış ve kitapları yüz binler
satıp sürekli ekranlarda boy göstererek insanlara ahkâm kesen seküler özlü bir
zat ile yönetmen bir arkadaşımın vasıtasıyla tanışıp müzakerede bulundum.
Hayatını teoriler üzerine oturtmuş ve gerçekle hiçbir ilişiği olmayan kuramlarıyla
estirdiği bilgi bombardımanı karşısında, kendisini hayatın gerçeklerine çekmem
üzerine süt dökmüş kediye dönüşmüştü. Yaklaşık bir saatlik münazaranın akabinde
birlikte seminerlere gitme konusunda davet etti. Kendisine, fikirlerimizin
tamamen zıt olduğunu ve rakip olarak kendisini zor durumda bırakacağımı bildirmem
üzerine, karşıma çıkabilmek için çok çalışması gerekliliğini itiraf etmek
zorunda kaldı.
Hâlbuki ifade ettiği gibi çok bilgili bir
insan değilim. Ancak gerçekle sanalı ayırarak her bilginin pratikteki
karşılığına odaklanırım. Böylece o bilginin doğru mu yoksa yanlış mı olduğu
yargısına varıp, teorilerin cazibesel etkinliğinden soyutlanarak gerçeğe yönelir,
dolayısıyla bilginin teorisel gücüne değil yaşamsal karşılığını ölçü alırım. Bu
yüzden en bilgisiz insan dahi bu kıyaslamaya gidebilirse, ezberci teorisyenlerin
yalanlarına itibar etmeyeceği mutlaktır.
Eski
Yunanlılar, işlerine geldikçe ve zorda kaldıklarında somut doğa olaylarına bakarlardı.
Bunu yaparlarken de, hani neredeyse yaptıklarından utanırlardı. Onlara göre,
edinilmeye değer bilgi, beyin hücreleri çalıştırılarak elde edilen bilgiydi.
Ancak o bilginin pratikteki karşılığı önemli değildi. Tıpkı laikler gibi!
Evrensel gerçekler ve günlük olaylarla ilgili somut bilgiler, onların gözünde “ikinci
sınıf” bilgiydi. Platon’la bir öğrencisi arasında geçen şu ilginç tartışma: Öğrenci,
matematik dersinin sonunda, “Peki hocam” demiş, “iyi, güzel ama bütün bunların
yararı?” nedir? Sonra eklemiş, “Ne gibi sonuçlar çıkar bundan?” Platon köpürmüş,
kölelerinden birini çağırtmıştı, “Bu öğrenciye bu hafta harçlığını
vermeyeceksin” demiş. Sonra da öğrenciye dönüp, “Gördün mü? Matematik dersinin
böyle de sonuçları olabiliyor” demiş.
İşte insanlar, olumlu diye dayatılan böylesi
absürt bir bilim ve akıl ile sözde
aydınlatılmaya çalışılıyor…
Batıl ilim, insanoğlunu karanlığa sürükleyerek
huzur ve güvence vermeyen şeytani bir ilimdir.
19. Yüzyılın
dünyaca ünlü yazarı Aldous Huxley, 16 yaşında geçirdiği bir hastalık
sonucu 1 yıl kör kalmış ve o süre zarfında hayatı irdeleyerek, şu güzel sözü
söylemişti. “Şeytan
ona uymamız için yalvarıyor, peki biz çok iyi insanlar olduğumuz için mi onu
kıramıyoruz!”
Türkiye’deki tek savaş, Müslümanlar ile dinsizlerin savaşıdır. Yoksa
4+4+4 eğitim sistemi yahut PKKBDP gibi şeytanın Kürt mücadelesi gibi nice
gerekçelerin altında yatan dindir. Dolayısıyla PKKBDP ile ittifakta olan CHP ve
laikçi Sivil Toplum Örgütleri, 4+4+4 eğitim sistemine karşı yekvücut mücadele etmektedirler.
Ancak uluyanların ulumalarına kulaklarını tıkayıp
cesaret ve kararlılıktan taviz vermeyen toplumlar, güce ve kurtuluşa
erenlerdir. Bir avuçta olsa da yığınları takip edenler, kayba ve zillete mahkûmdurlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder