Barış
içinde yaşamak isteyen her an savaşa hazır olmalı; ancak savaştan zerre kadar
tereddüt edilmez ise sulh ve sükûn mümkün olmaktadır.
İnsanoğlunun yaratılmasıyla kötülük mukim kılınmış; böylece
insan, fıtratının gereği ya yaratıcısı Allah ya hilkatteki eşi ya da nefsi için
yaşamı boyunca savaşmıştır. Dolayısıyla insanı sertlikten ve savaştan alıkoymak
imkânsızdır!
Erkek ile dişi, gündüz ile gece, sıcak ile soğuk, aydınlık
ile karanlık, ölü ile diri, ruh ile beden nasıl birbirlerini tamamlayarak dualite
gereği ayrılamazlar ise, savaş ile barış da aynıdır.
Savaş karşıtlığı ancak hak ve adalet için değil, nefsi çıkarlar
adına yapılmış ise meşrudur. Aksine öyle gayrimeşrudur ki, kötülüğün istenmesine
yönelik şeytani bir vesvesedir. İyilik ve kötülükle özdeşleşmiş nefis sahibi
insanın fıtratına karşı çıkabilmesi olası değildir. Her halükarda kötülüğün
cirit attığı bir âlemde savaş aleyhtarlığı doğrudan barış düşmanlığıdır.
Dolayısıyla iyiliğin egemen kılınabilmesi için savaşın “’olmazsa olmaz’ mecburiyeti,
kötülüğün bertarafı adına tartışılmaz bir yükümlülüktür. Ancak hümanist düşünce
odaklı seküler-laik çerçevede savaşın horlanması, yaradılış düzenindeki
kötülüğün yok sayılıp bilgi ve iradece sorunların diyalogla çözülebileceği
zannındandır.
Yarattığı kula merhamette sınır tanımayan Allah’ın indirdiği hükümlerin
çoğunluğunda savaşı emretmiş olması, iddia edildiği gibi haksızlıklara karşı
sağduyulu(!) davranarak sorunların diyalogla çözülemeyeceğine apaçık bir
kanıtıdır. Çünkü kötülüklerin elçisi şeytan, varlığını sürdürerek kötülükleri
üretmekte ve ihyası mümkün olmayanların savaşla denetim altına alınabileceği
vaaz edilmiştir. Kötüye karşı şiddet veya savaşa başvurulmaması öylesine bir
insanlık düşmanlığıdır ki, iyiliğin, huzurun, güvenin, insanlığın, hak ve adaletin
gölgesine dahi kavuşabilmesi tecrübelerle sabittir.
Var olan şerri ya da kötülüğü karşılıklı dostluk ve iyi
komşuluk bağlarıyla güçlendirebilmek nefsin fıtratına terstir. Ki, basit bir
aile içersinde, akrabalık, ortaklık, arkadaşlık, vatandaşlık ya da kapı komşuluğunda
dahi bu anlayış geçerli olamamaktadır.
Acı ve yakım sadece savaştan ibaret değil, sonu ölüm ve helak
olan binbir çeşit musibet ve fecaatlerle de gerçekleşmektedir. Öyleyse kötülüğe
karşı hak ve adalet için yapılan savaş mı; aileleri yersiz ve yurtsuz
bırakmakta; yaşamlarını elinden almakta; kayıplara yol açmakta ve vicdanları
deşmektedir? Asıl vicdanı deşen, haksızlığa karşı mücadele etmemektir!
Savaş,
barışın bir temel taşı olup yapıya sağlamlık kazındırma maksadıyla bozuk ve
çürük olan bileşkeleri düzenden dışlayan bir adalettir.
Kötülüğe, diğer bir ifadeyle haksızlık ve adaletsizliğe karşı
yapılması zaruri olan mücadelede ölmek yahut öldürmek için yaratılmış insan,
barış manipülasyonuyla aldatıcılıkta bulunarak kötülüğün tuzağına düşmek
suretiyle iyiliği yıkıp geçmemelidir.
Her insan fıtratı gereği savaş düşkünüdür. Ama kimi savaşı
silahla yapar; kimi ilimle; kimi tartışarak; kimi de entrikalarla. Lakin
sonunda hepsi ölür! Dolayısıyla savaş zorunlu ve kaçınılmazdır. Kötülüğün sardığı
yeryüzünde hayati bir tehlike taşımayan olmadığı gibi karşı karşıya kalmayanda
yoktur.
.
Barışı doğuran nasıl savaş ise, savaşı da doğuran adalettir.
Dolayısıyla savaşa karşı çıkmak barışa ve adalete karşı çıkıp kötülüğü yani
şeytanı egemen kılmak istenmektir.
Ayrıca savaş aynı zamanda kirleri temizleyen bir su yani
yağmur gibidir. Diğer bir ifadeyle rahmettir! Ki o rahmet, insanları dinginleştirir,
nefisten koparır, kötülükten kaçırır, şükrettirir, haddi bildirir, ölümle olan
nişanı hatırlatır, azgınlıkları boğar, vesveseden uzaklaştırır, gerçeğe
yakınlaştırır, Allah’ı andırır.
Şeytanlıktan daha beter olan alçaklık nedir bilir misiniz; kötü olan hilkatteki
eşlerine acıyarak hak ve adalet adına savaş karşıtlığı yapmak; ebedi bir galebe
çaldıracak şehitlik etiketini yapıştırmamaktır.
“Hoşunuza
gitmediği halde savaş size farz
kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür.
Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir,
siz bilmezsiniz.” Bakara 216
“Nerede
olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve
sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa «Bu Allah'tan»
derler; başlarına bir kötülük gelince de «Bu senden» derler. «Hepsi
Allah'tandır» de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!”
Nisa 78
“İman edenler
Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tağut (batıl davalar ve şeytan) yolunda
savaşırlar. O halde şeytanın
dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın
kurduğu düzen zayıftır.” Nisa 76
“Allah onu (şeytanı) lanetlemiş; o da: «Yemin ederim ki,
kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir. (Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki
şeytanın onlara söz vermesi
aldatmacadan başka bir şey değildir.” Nisa 118-120
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder