11 Ocak 2018 Perşembe

Bilim bir makyajdır!

Ama öyle mabutlaştırıldı ki, fizikötesi yani ruhsal âleme de indirilerek kuramlarıyla ahkâm kestirmek suretiyle egemenleştirilebilmiştir. Hâlbuki bazı hayvanlar vardır ki, ne bilim ne de hiçbir teknoloji kendilerine erişememektedir.

Allah’a karşı sürdürdükleri bilgi yarışıyla rakip olabileceklerini düşünen seküler pozitivistler, toplumları vahiyden uzaklaştıracak bilimsel telkinlerini ne kadar abartsalar ve makyajlasalar da, hayatın gerçekleri karşısında dumura uğramışlardır. İddia ettikleri vahiysiz bir bilim ve akıl ile insanları dinden uzaklaştıramadıkları gibi, yaratıcılık vasfı kazanabilmek adına bilimi de paçavraya dönüştürerek özünden koparmışlardır.

Allah yerine hümaniteyi, vahiy yerine bilimi, kader yerine iradeyi, kulluk yerine özgürlüğü, iman yerine nefsi, ruh yerine bedeni, gerçek yerine sanalı öne çıkarıp üstün kılabilmek adına yaratıcı Allahsız yani sahipsiz bir düzen inşa edebilecekleri hezeyanlarıyla çırpındıkça battılar; makyözlükten öte temelde ne bir ilerleme ne de bir değişim kaydedebildiler. Dolayısıyla ne ölümü durdurabildiler ne eceli belirleyebildiler ne hastalıkları engelleyip mutlak bir şifayı gerçekleştirebildiler ne de kötülük ve musibetleri kökten kurutacak bir oluşumu yaratabildiler.
Tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak tarihe geçen Isaac Newton’un evrene bakışı; “Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri, yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil her şeyini yöneten Allah’tır.”

Kendini ilme ve insanlığa hizmete adamış bilim adamları gerçekleştirdikleri icatlar karşısında asla böbürlenmemişler, yaptıkları tek şeyin Allah’ın yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek tevazusuyla eserlerinin kendilerine ait değil, yaratıcı Allah’a ait olduğuna inanmışlardı. Çünkü mümkün olmayanı değil, mümkün olanı kullanılabilir hale getirmişlerdi.

Bilimi insanların huzur ve refahı için değil, savaşsız mahvedebilmenin yolu görerek akılları karıştıran seküler-laik akademisyenler ve politikacılar, her ne kadar sokak teröristleri gibi ellerine silah alıp öldürmüyorlarsa da, gerçeği örtbas edebilme maksadıyla insanları asileştirerek isyana teşvik etmelerinden bilimsel teröristlerdir.

"İnsanların olumlu bilim ve akıl ile aydınlatılmasıyla bir gün dine gerekseme kalmayacaktır." G. Lessing

Hiçbir buluş başaramadıkları halde liyakatsiz unvan ve ezberleriyle öylesi bir benlikle tanrılık hevesine kapılmışlardır ki, yaşamlarında öğrendikleri bilgileri ve yaptıklarını gerçeklikle kıyaslayamadıklarından bilimlerinin çakıl taşları veya midye kabuklarını toplamaktan ibaret olduklarını fark edememektedirler.

"Uzun yaşamımda öğrendiğim tek şey var. Gerçeklikle kıyaslandığında, tüm bilimimiz ilkel ve çocukça kalmaktadır." A.Einstein

Akademik hiçbir eğitim almadıkları ve insan gibi akıl sahibi olmadıkları halde böceklerin dahi onlardan üstün ve yetenekli oldukları; kadersi hayatın haddi bildirme gerçeğidir.


Örneğin; optik kuralları bilen ve ömürleri çok kısa olan kelebekler kadar herhangi bir insan mevcut değildir. Optikte kullanılan üç temel kural vardır.

1) Bir yüzey, üzerine gelen güneş ışınların yüzeyle yaptığı açı 90 dereceye yaklaştıkça ısınır.
2) Aynı açıda güneş ışını alan iki yüzeyden koyu renkli olanı daha çok ısınır.
3) Yansıtıcı bir yüzey, üzerine gelen ışını normali (yüzey ile 90 derece yaptığı var sayılan dikme) ile kaç derece yapıyorsa o açıyla yansıtır.

Size, akıl ve bilimin yaratıcılığından ahkâm kesenlerin bilmediği ya da farkında olmadığı bu kuralları bilen kelebekler olduğu söylense, buna inanır mısınız?

Adı Colias Kelebekleri olan böcekler; vücut sıcaklığı 28 dereceden düşük olduğunda uçmayıp hemen kanatlarını açarak sırtını güneşe dönmek suretiyle güneş ışınlarını dik alacak şekilde durur. Kelebek yeterince ısınıp vücut ısısı 40 dereceye çıktığında, kendi ekseni etrafında 90 derece döner. Böylece güneş ışınlarını yatay alır hale gelir. Bu durumda güneş ışınlarının ısıtıcı etkisi en aza indirildiğinden kelebeğin vücut ısısı düşmeğe başlar. Ayrıca bu cins kelebeklerin kanatlarında siyah lekecikler bulunur, üstelik bunlar vücudun en çok ısınmaya ihtiyaç duyduğu yerlere yakın olarak yerleştirilmiştir. Böylece daha çabuk ısınan lekeciklerden yapılacak ısı nakli için kullanılan mesafe kısalmış ve tam bir yarar sağlanmış olur. Diğer taraftan Pieris cinsi kelebekler ise, kanatlarını öyle bir açıda ayarlarlar ki, tıpkı bir mercekteki gibi tüm ışınları vücudunun en çok ısınması gereken yerde toplarlar.

Şüphesiz bu kelebekler, hayatlarının hiçbir döneminde fizik optik eğitimi almamışlardır. İçlerindeki herhangi birinin bir şekilde bunları öğrenip sonraki nesillere aktarabilme imkânsızlığı ve okullarının da bulunmadığı ortadadır. Colias ve Pieris kelebeklerine en çok ısınmak için ne yapmaları gerektiği, hem kendilerinin hem de güneşin ve onun ışınlarının yaratıcısı olan Mutlak İrade’ce bilgilendirilmesi ve yönlendirilmeleri, insan dâhil tüm yaratıklar için uyguna gelen öğretiler olmasına rağmen; bu tafra niye?

Belki fark etmiyoruz ama burnumuzun dibinde beşeri teknolojilerden değeri çok daha yüksek savaşlar cereyan etmektedir. Ancak bu savaşlar uçaklar ve radarlarla değil, yarasalar ile güveler arasında geçmektedir. Bu iki canlı da uçaklara nazaran son derece zerrecik olmalarına karşın, onlardan çok daha etkili bir hedef tespit ve erken uyarı sistemine sahiptirler. Yarasalar avlarının yerini bulmak için “ekolokasyon” adı verilen bir yöntemi kullanırlar. Yarasa, sayısı saniyede 25 ile 60 arasında değişen ses dalgalarını çevresine yayar.

Ses dalgalar›, etraftaki cisimlere ve canlılara çarpıp yarasaya geri döner. Yarasa, geri dönen dalgaları yorumlayarak çevresi hakkında son derece detaylı bilgiler edinir. Sistem öyle kusursuzdur ki, yarasa, gece karanlığında yakınındaki bir sineğin ne tarafa hangi hızla uçtuğunu tespit edebilir. Yeri belirlenen bir sineğin yarasa karşısında yapabileceği fazla bir şey yoktur. Oysa bazı güveler sineklerden çok daha üstündürler. Tıpkı bir kıs›m insan ya da devletin diğerlerinden üstün olmaları gibi! Çünkü onlar diğer güveler ve böceklerden farklı olarak, tıpkı AWACS uçaklarındaki gibi bir “erken uyarı” sistemi ile donatılmışlardır.

Noctuidae, Geometridae ve Arctiidae ailelerinden olan güvelerin kanatlarının altında bir “erken uyarı sistemi” gibi çalışan kulaklar bulunur. Bu kulaklar güve için son derece hayati öneme sahiptir. Güve kulakları sayesinde kendisinden 100 metre uzaktaki yarasayı duyarak yerini kestirebilir. Dahası yarasanın ortalıkta öylesine mi dolaştığını, yoksa kendisini hedef alan bir saldırıya mı başladığını belirleyebilir. Güvelerin kulakları, yarasaların yaydıkları çok düşük frekanslı ses dalgalarını algılayabilecek biçimde yaratılmışlardır. Böylesi akıl ve teknoloji üstü güce sahip hayvanlar için ne denebilir?

Neredeyse hayatın her karesinde sahip olduklarıyla şımaran ve böbürlenen kimselerin yaptırımsız bilgi ve iradeleriyle kendilerini üstün addederek nice böcekler kadar dâhi ve kabiliyetli olamadıkları aşikârdır. Fertsel veya toplumsal, sosyal veya cinssel, siyasal veya bilimsel geçici kazanımlarını iradece oluşturduklarını sanarak benliksel yanılgıdan kurtulamamalarından yaratıcılığa özenilmektedir.

"Dünyanın beni nasıl gördüğünü bilmiyorum. Ama ben, kendimi, deniz kenarında oynayan küçük bir çocuk gibi hissediyorum. Uçsuz bucaksız doğrular denizi, bilinmez olarak önümde dururken, şurada ve burada daha düzgün çakıl taşlarını ya da güzel midye kabuklarını toplamakla yetiniyorum." Newton

Hayvan ve böceklerin eğitim almaksızın insanüstü muhteşem ve şaşmaz yeteneklerini fizyolojik bir içgüdü safsatasıyla açıklayan pozitif bilim; Darvin’in Türlerin Kökeni adlı kitabında ki   “İçgüdüler doğal seçmeyle kazanılabilir veya değişikliğe uğratılabilir mi? Arıyı, -büyük matematikçilerin buluşlarından çok önceden- petek gözlerini yapmaya yönelten içgüdü için ne diyeceğiz?” sorgusuyla içine düştüğü çelişkiyi itiraf etmesi, teorilerinin hiçbir dayanağı olmadığına bir delildir. Darvin’i teorisini sorgulayabilecek kadar zor duruma düşüren, her şeyin kendiliğinde oluştuğuna dair doktriniydi. Yaratıcısız bir yaşam!  

Bilimsel kural ve kaidelerin dışında edinilen bilgi, yapılan hareket ve davranışlar bilinçsiz bir içgüdü, eğitim ve iradece gerçekleşenler ise bilinçli ve mantıklı olarak değerlendirilmektedir. Gerçekte her iki yaklaşımda soyut olup fizyolojik ve biyolojik herhangi bir anlam ve değer ifade etmemektedir. Çeşitli sıfatlarla adlandırılan zihinsel ve duygusal oluşumların tamamı ruhun gizemli varlığından üreyen kulsal olgulardır. İçgüdülerle yapılan bir davranış nasıl bir reaksiyon oluşturabilsin ki, organizmada fonksiyonel bir görevi olan beyni dürterek idaresel gücü etkileyebilsin? Nasıl oluyor da zihinden bağımsız geliştiği iddia edilen olaylar doğuştan gelen bilinçsiz bir davranış, kendilerince kabul edilebilir davranışlar ise geliştikten sonra oluşan akılcı ve mantıklı düşüncenin bilinçli sonuçları olabilsin? Öyleyse özgür eğitim ve iradenin etkisel ve dengesel işleyişini denetleyen egemen bir görevi bulunmamaktadır. Bu durumda bilinçli ya da bilinçsiz yapılaşmayla özleştirilen beyinsel bir düzeneğin ve özgürlüğün tutarlılığından bahsedebilmek ne derece mümkündür?

İnsan düşünce ve iradesinin merkez noktası olan ruha etki veya bir zorlama yapıldığında davranış bilinçli olabiliyor da, olağan bırakıldığında nasıl bilinçsiz bir davranışa dönüşüyor? Acaba beyin ve içgüdü aynı anda mı, yoksa farklı zamanlarda mı denetim sağlıyor, kabiliyet kazanıyor veya hangisi, nasıl üstün geliyor? Öyleyse bunların işlevini organize eden, denetleyen, çatışmalarını engelleyerek sağlıklı veya sağlıksız karar alabilmelerini sağlayan nedir? Duyguların sistem içindeki etkinliğini kim kontrol ediyor? Aklı ve iradeyi tahakküm altında bulunduran ruh mu, fiziksel beyin mi? Kadersel kanıtlar doğrultusunda hepsini denetleyen ve dilediği gibi ruhu programlayıp insanı yönlendiren yaratıcı Allah olduğuna göre; beyin, fizik, düşünce, mantık ve içgüdü bu oluşumun neresindedir? İstenç dışı olanları içgüdü, iradesel olanları beyinle açıklayan bir bilim olabilir mi?

Yaratıcıyı, ilâhsal kaderi ve ruhsal programı ısrarla reddeden pozitif bilim; içgüdüyü, fizyolojik bir yaklaşımla beyne adapte ederek, aracısı ve öğretisi olmayan bilgi ve davranışları bilinçsiz olarak değerlendirebilmektedir.

Hayvan ve bitki üzerinde araştırma yapan ünlü doğa ve fizik bilimcilerin bir kısmı nasıl yaratıcı Allah’ı keşfederek iman etmişlerse; bir kısmı da inkâr ederek çeşitli hipotezlerin karanlığında kaybolmuşlardır. Hâlbuki hayvanların, hatta ufacık böceklerin yapısal mühendislikleri, rızık ve barınak teminleri, üretimleri, savunmaları, avlanma veya saldırı savaşı yaparken kullandıkları yöntemler; insan aklının anlayamayacağı bir üstünlük ve yetenektedir. Arı, karınca, örümcek, yarasa, güve, termit, akrep, kelebek gibi nice böceklerin eksiksiz ve hatasız olan düzenleri hâlâ anlaşılabilmiş ve çözümlenebilmiş değildir. Göçebe kuşların dünyanın bir ucundan diğer ucuna uçarken kat ettikleri inanılmaz yolları, güç ve enerjileri, yön bulma kabiliyetleri, yiyecek ve içecek teminleri, düşmandan ve afetlerden sakınmaları, hangi insanın iradesiyle başarabileceği işlerdir? Her canlı düzeneğinde olduğu gibi, bu muhteşem düzeni de fizyolojik bir yapılanma, içgüdüsel bir kalıtımla ya da Kuantum Teorisi’yle açıklayamadığımıza göre; demek ki yaratıkların tamamı programlanmış ruhlarıyla bilgilendirilmekte ve yönlendirilmektedirler.

Eğer akademik unvan ve ezberleriyle bilim adamı statüsüne kavuşmuş vahyi ve Allah’ı reddeden seküler-laiklere umut bağlayıp saygı duyulacağına; o böceklere izzette bulunulması daha akılcıdır.

Karanlıklara tutsak edilmişlerin aydınlık serapları, nesilleri de ütopyalaştırmaktadır.

Yaratılan bir varlığın yaratıcı olabilme iddiası, evrenin temel yapısına ve tabii kurallarına aykırıdır. Hangi temel dayanağa göre pozitif bilimin vahiyden yani Allah sözünden üstün olabileceği ve bu anlayış çerçevesinde Mutlak İrade’ye baskı uygulayarak etkisiz bırakabileceği düşünülmektedir? Öyleyse neden başarılamıyor?

Einstein’ın ifade ettiği gibi; din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüşüyor ise, vahyi ilke edinmeyen bir siyasette ilhamı olmayan sömürgeci bir politikaya dönüşüyor.

"Hangi sahada olursa olsun, bilimle ciddi şekilde ilgilenen herkes, bilim mabedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır. ‘İman et’. İman, bilim adamlarının vazgeçemeyeceği bir vasıftır." Max Planck

“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler. “ En’am 38

“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir. A’raf 146

“Onlar yeryüzünde (Allah'ı)  âciz bırakacak değillerdir; onların Allah'tan başka (yardım isteyecekleri)  dostları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri)  ne görebiliyorlar ne de kulak veriyorlardı. Hud 20

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. İsra 37


“Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah'ı) âciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız. “ Ankebut 22

Hiç yorum yok: