Çünkü hem
dünya Allah’ındır; hem de her şey O’nun dilemesiyle gerçekleşmektedir!
Dünyayı adil olmamakla suçlamak, ahireti hatta Allah’ı da
adaletsizlikle suçlamaktır ki, küfrün ta kendisidir.
İnsan, nefsine kahredeceğine dünyaya lanetler yağdırarak ‘batsın dünya’ isyanlarında bulunmak
suretiyle adaletsizliğin müsebbibi görür. Oysa ahirete geçişin altyapısı olan
dünya ancak adil olmasından ötürü ahiretin de nasıl adil olduğuna bir kanıttır.
Var olan haksızlık ve adaletsizleri salt olarak dünyaya yüklemek öyle
bir komplekstir ki, nefsi temize çıkarma istencinden başka bir düşünce
değildir. Dolayısıyla görülen karşılık insanın yaptığından yani ödemeye zorunlu
olduğu bedelden başkası değildir.
İyi ve kötü oluşumlarla yaratılan dünyada hayra şükredip şerre
karşı sabırla mücadele vermek, insan olabilmenin şiarıdır. Her şey Allah’tan
geldiğine göre; şikâyet edilen kimdir?
Allah, dünyayı iyilik ve kötülüğün hüküm sürdüğü bir denge
üzerine yaratmıştır. Bu esasa göre dünya hayatını fanilik ve aldatma; ahiret
hayatını ise ebedilik ve aldatmama üzerine inşa edip, indirdiği kurallar
doğrultusunda saflara ayırmıştır.
Dünyada iken şeytanın yani kötülüğün var olup da ahirette
olmaması her ne kadar insanoğlu için bir ayrıcalık ve müjde ise de, nefis öyle
gölgelemektedir ki, ahiret yurdunu yok saydırarak yaşamı dünya ile özdeşleştirmektedir.
İnsan, içinde yaşadığı
dünya hayatını hiç mi hiç idrak edememektedir. Hâlbuki dünya, gökten inen bir
su gibidir; bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi nasıl önce gelişip bin bir çeşit
nebat vermesi akabinde bir rüzgâr, afet, hastalık yahut sayısız musibetlerle
savrularak çerçöp haline gelebiliyor ise, dünyada aynı sonla helak olup ahiret
hayatı başlayacaktır. Dolayısıyla nasıl ki dünya yerinde kalmayacaksa, her kim,
kime ne yaparsa yapsın aynı sona ulaşacaktır.
Öyle ki, dünya hayatının
cazibeliği yani çekiciliği allanıp pullanan bir kadın misalidir. Nasıl ki
baştan çıkaran o kadın, seksapelliğini yitirdiğinde yahut süslenmediğinde ya da
büyüleyici özelliğini çizdirdiğinde veya hastalandığında hatta öldüğünde etkisel
nefasetini kaybedebiliyorsa, dünyada aynıdır ama kavranamamaktadır.
Baki olan ahiret
ebediliğine insan; fani olan dünya süsüne ise nefis umut bağlar. Geçici dünya
metasını isteyen nefsin Allah ile olan savaşı öyle hadsizdir ki, ölüm dahi
dizginlenmesine öğüt olamamaktadır. Bu sebeple nefsinin hevesine düşen insan,
dünyaya saplanmasıyla sürekli şikâyet ve isyanda sınır tanımaz; nefsinden başka
her şeyi suçlayarak tıpkı köpek misali ya dilini çıkarıp solur ya da dilini
sarkıtıp soluyarak ulur.
Ölümlü dünya hayatının
ölümsüz ahiret hayatına tercih edilebilmesi, hangisinin daha faydalı yahut
zararlı olduğuyla ilgili bir kuşku ise; zaten yaşanılan tecrübe apaçık bir
kanıttır.
Dünya hayatında imrenilecek,
kıskanılacak yahut haset gidilecek hiçbir şeyin olmadığı ölümle sabittir.
Dolayısıyla kiminin kimine üstün geldiği malları, makamları, şanları, çocukları
ve ardına aldıkları toplulukları övünülebilecek bir ayrıcalık değildir. Çünkü
tamamı geçicidir!
Ahiret hayatının kanıtı,
dünya hayatıdır! Dünyadaki adalet, ahirettekinin aynasıdır. Doğum nasıl bir
başlangıç ise, ölümde bir başlangıçtır. Dünyada olan gizlilik, ahirette yoktur.
Dünya malı tükenir, ahiretteki ise bakidir. Dünya ölümlüdür, ahiret ölümsüzdür.
Ne dünya ne de ahiret hayatında özgülük vardır.
“Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.” Leyl 13
“(Resulüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin
bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar
kime aittir?”
Mü’minun 84
“Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür;
üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” İsra 72
“Dünya
hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini
isteyenler var ya, işte onlar uzak bir sapıklık içindedirler.”
İbrahim 3
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir
oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş
olsalardı!” Ankebut 64
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder