Gömülecek olan sadece bedenindir;
ruhun ise şehadetinle birlikte bakiliğini öyle sürdürecektir ki, dünyada iken
hayal dahi edemediğin nimetlerle mükâfatlandırılacak, ölümsüzlüğün en doruğunu tadıp
saadetin dibini yaşatacaktır.
Yaratıcı
Allah’ın iradesine kayıtsız-şartsız bağlılık sözü vererek Müslümanlıkla şereflenmiş
insan, O’nun dışında hiçbir güçten korkmamak ve mücadeleden sakınmamakla yücelmiştir.
İmanın
temel şartı; “Eğer
iman etmiş kimseler iseniz şeytan ve dostlarından korkmayın”
hükmüyle ortaya konmuş, dolayısıyla iman ölçüsünün herhangi bir beşeri güçten
korkulmayarak Allah’a ortak koşulmaması zapta alınmıştır.
Ancak
İslam’ı dünya menfaatleriyle özdeşleştirilip materyalistleştirilerek hümanistleştirmesi
Müslümanlığa fiyat etiketi konmasına sebep olmuş; böylece iman, dünyevi metadan
yani nefisten diğer bir ifadeyle mal ve candan üstün tutularak vahiy karşıtı düşüncelerle
devşirilmiştir. Doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü, huzur ve güveni, hak ve
adaleti, barış ve kardeşliği İslam’ın kriterlerine göre değil de hümanite
anlayışıyla inşa edilmesinden Müslümanlık, seküler-laik düşünce karşısında
çerçöp edilmiştir.
Oysa
İslam, insana değil Allah’a hizmettir. Dolayısıyla Allah’a hizmet, otomatikman
insanlığa, vatana, millete hatta yeryüzüne hizmeti doğurur. Ancak seküler-laik
düşünce düzeyinde hümanist manipülasyonlu batıla hoş görünme maksatlı
abartılardan dolayı doğrudan Allah diyemeyenler, insan üzerinden Allah’a göz
kırpmaktadırlar. Tıpkı şeytanın hümanist maskesiyle insanı aldatması gibi!
İman
etmiş bir Müslüman, Allah ve Resulüne savaş açmış kötülere karşı öyle sert
davranmalıdırlar ki, iyiliğin bekası için ölmekten yahut öldürülmekten asla
kaygı duymamalıdırlar. Zaten insan, ölmek için yaratılmıştır!
İyiliğin
ölçüsü ancak Müslümanlıktır. Dolayısıyla ülkesine, anasına, babasına, eşine,
çocuğuna ve kardeşine hasım bir kimseye hoşgörüyle davranmayıp her türlü bedeli
ödemeye göze alarak nasıl mücadele edilebiliyor ise; Allah, Resulü ve İslam, daha
az sevgilimidir ki umursanmayabilinmektedir?
Kötüye yani haksızlık ve adaletsizliğe karşı yapılması zaruri
olan mücadelede ölmek yahut öldürmek için yaratılmış Müslüman’ın herhangi bir
küfrün tuzağına düşerek tutsaklığına razı olmamalı; şeytanlıktan daha beter bir
alçaklık olan kötülüğe galebe çaldıracak şehitlik etiketini kendine yapıştırmalıdır.
Nasıl olsa öleceğini bilen bir Müslüman asla ölümden
korkmamalı ve göç edeceği ahiret için imanına yakışır şehadeti kucaklamalıdır.
Ecelinin ne zaman ve nerede geleceğini bilmeyen bir Müslüman’ın dünyada biraz
daha fazla kalabilmek adına ölümden kaçabilmesinin imkânsızlığı aşikârken;
fanilik sevdalığını imanıyla örtüştürebilmesi ancak şeytani bir vesvesedir.
Hak
ve adalet uğruna şehid düşenleri akılsız; kaçanları ise akıllı addeden nefsin
nasıl yalancı olduğu ölümle kanıtlıdır. Dolayısıyla imansız bir ölümlü insanın
hayvandan daha aşağı sapık olduğuna kanıt; bilgelik tasladığı halde bir saniye sonrasında başına ne geleceğini bilmemesi
ve ecelini durduramamasıyla aşikârdır. Öyleyse vahiy dışı düşünen insan, nasıl
oluyor da kadere meydan okuyabilmektedir?
Doğarken
ölümle nişanlanarak dünyaya gelen insanın ölümden korkabilmesi muhakeme
edememesinin bir sonucudur. Bedenlerin gömülecek
olmasından kaygı duyuluyor ama ruhun ölmemesinden sevinç hissedilmiyor. Ya da mezara gidilip cesede dua yapılıyor ama berzaha çıkılıp ruha
yapılmıyor. Kimileri ahirete iman ettiğini beyan edip cenneti diliyor fakat
gitmemek ve dünyada daha çok kalabilmek için her türlü çareye başvurabiliyor.
Her
ne kadar dünyanın fani, ahiretin baki olduğu aşikâr ise de, kaçmanın hiçbir
faydası olmadığı ölümden kaygı duyularak kötüye karşı savaşmaktan kurtulmaya
çalışılıyor ama sarp ve sağlam kalelerde olunsa bile ölümden kurtulunamıyor.
Özellikle
şehadetliğin ayrıcalığı ve yüceliği ikrar edilebiliyor ama şehid ya da gazi
olmamak için binbir mazerete sığınarak kaytaran Müslüman, hâkim olması gerek
dünyayı şeytana yani küfre diğer bir ifadeyle nefse peşkeş çekebilmektedir.
Ölmek istemiyor musun; kaçıyor musun; korkuyor musun? Oysa
ölümsüzlüğün yani daima diri kalabilmenin formülü vardır; o da ALLAH yolunda
şehid olabilmektir. Ama insan, imansızlığından ötürü o çareye güvenmemekte;
dolayısıyla şehadeti de ölüm sanmaktadır. Lakin uykunun da bir ölüm olduğu
gerçeği idrak edilebilmiş olsaydı; şehadette uykunun dahi olmadığı ve ebedi bir
diriliğin mevcut bulunduğunu kavrayabilirdi.
Aslında
Hak ve Adalet uğruna yapılan savaşlar sırasındaki ölüm, diriliğin en izzetli ve
itibarlısıdır. Dolayısıyla korkakça yatakta ölmektense, haksızlıklara karşı
mücadele ederek ayakta ölmekten daha muteber ne olabilir?
“(Resulüm!) De ki: Eğer
ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz
gelmemiş ise) o takdirde de,
yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab 16
“Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden
kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar
olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit
kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini
duymaktadırlar.” Al-i İmran 169-170
“İnsanlardan
bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde "Allah'a ve ahiret gününe
inandık" derler.” Bakara 8
“"Allah'a
ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonra da içlerinden
bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.”
Nur 47
“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını,
kendilerine (verilecek) cennet
karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler,
ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de
ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine
getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı
sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük
kazançtır.” Tevbe 111
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder