Ama öyle mabutlaştırıldı
ki, fizikötesi yani ruhsal âleme de indirilerek kuramlarıyla ahkâm kestirmek
suretiyle egemenleştirilebilmiştir. Hâlbuki bazı hayvanlar vardır ki, ne bilim
ne de hiçbir teknoloji kendilerine erişememektedir.
Allah’a
karşı sürdürdükleri bilgi yarışıyla rakip olabileceklerini düşünen seküler pozitivistler,
toplumları vahiyden uzaklaştıracak bilimsel telkinlerini ne kadar abartsalar ve
makyajlasalar da, hayatın gerçekleri karşısında dumura uğramışlardır. İddia
ettikleri vahiysiz bir bilim ve akıl ile insanları dinden uzaklaştıramadıkları
gibi, yaratıcılık vasfı kazanabilmek adına bilimi de paçavraya dönüştürerek özünden
koparmışlardır.
Allah
yerine hümaniteyi, vahiy yerine bilimi, kader yerine iradeyi, kulluk yerine
özgürlüğü, iman yerine nefsi, ruh yerine bedeni, gerçek yerine sanalı öne çıkarıp
üstün kılabilmek adına yaratıcı Allahsız yani sahipsiz bir düzen inşa
edebilecekleri hezeyanlarıyla çırpındıkça battılar; makyözlükten öte temelde ne
bir ilerleme ne de bir değişim kaydedebildiler. Dolayısıyla ne ölümü
durdurabildiler ne eceli belirleyebildiler ne hastalıkları engelleyip mutlak
bir şifayı gerçekleştirebildiler ne de kötülük ve musibetleri kökten kurutacak bir
oluşumu yaratabildiler.
Tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak tarihe geçen
Isaac Newton’un evrene bakışı; “Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların
harika sistemleri, yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir.
Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil her şeyini yöneten Allah’tır.”
Kendini ilme ve insanlığa hizmete adamış bilim adamları
gerçekleştirdikleri icatlar karşısında asla böbürlenmemişler, yaptıkları tek
şeyin Allah’ın yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek tevazusuyla
eserlerinin kendilerine ait değil, yaratıcı Allah’a ait olduğuna inanmışlardı.
Çünkü mümkün olmayanı değil, mümkün olanı kullanılabilir hale getirmişlerdi.
Bilimi insanların huzur ve refahı için değil, savaşsız
mahvedebilmenin yolu görerek akılları karıştıran seküler-laik akademisyenler ve
politikacılar, her ne kadar sokak teröristleri gibi ellerine silah alıp
öldürmüyorlarsa da, gerçeği örtbas edebilme maksadıyla insanları asileştirerek isyana
teşvik etmelerinden bilimsel teröristlerdir.
"İnsanların
olumlu bilim ve akıl ile aydınlatılmasıyla bir gün dine gerekseme kalmayacaktır."
G. Lessing
Hiçbir buluş başaramadıkları halde liyakatsiz unvan ve
ezberleriyle öylesi bir benlikle tanrılık hevesine kapılmışlardır ki,
yaşamlarında öğrendikleri bilgileri ve yaptıklarını gerçeklikle kıyaslayamadıklarından
bilimlerinin çakıl taşları veya midye kabuklarını toplamaktan ibaret olduklarını
fark edememektedirler.
"Uzun
yaşamımda öğrendiğim tek şey var. Gerçeklikle kıyaslandığında, tüm bilimimiz
ilkel ve çocukça kalmaktadır."
A.Einstein
Akademik hiçbir eğitim almadıkları ve insan gibi akıl
sahibi olmadıkları halde böceklerin dahi onlardan üstün ve yetenekli oldukları;
kadersi hayatın haddi bildirme gerçeğidir.
Örneğin; optik kuralları bilen ve ömürleri çok kısa olan kelebekler
kadar herhangi bir insan mevcut değildir. Optikte kullanılan üç temel kural vardır.
1) Bir yüzey, üzerine gelen güneş ışınların yüzeyle
yaptığı açı 90 dereceye yaklaştıkça ısınır.
2) Aynı açıda güneş ışını alan iki yüzeyden koyu renkli
olanı daha çok ısınır.
3) Yansıtıcı bir yüzey, üzerine gelen ışını normali
(yüzey ile 90 derece yaptığı var sayılan dikme) ile kaç derece yapıyorsa o
açıyla yansıtır.
Size, akıl ve bilimin
yaratıcılığından ahkâm kesenlerin bilmediği ya da farkında olmadığı bu
kuralları bilen kelebekler olduğu söylense, buna inanır mısınız?
Adı Colias Kelebekleri olan böcekler; vücut sıcaklığı 28
dereceden düşük olduğunda uçmayıp hemen kanatlarını açarak sırtını güneşe
dönmek suretiyle güneş ışınlarını dik alacak şekilde durur. Kelebek yeterince
ısınıp vücut ısısı 40 dereceye çıktığında, kendi ekseni etrafında 90 derece
döner. Böylece güneş ışınlarını yatay alır hale gelir. Bu durumda güneş
ışınlarının ısıtıcı etkisi en aza indirildiğinden kelebeğin vücut ısısı düşmeğe
başlar. Ayrıca bu cins kelebeklerin kanatlarında siyah lekecikler bulunur,
üstelik bunlar vücudun en çok ısınmaya ihtiyaç duyduğu yerlere yakın olarak
yerleştirilmiştir. Böylece daha çabuk ısınan lekeciklerden yapılacak ısı nakli
için kullanılan mesafe kısalmış ve tam bir yarar sağlanmış olur. Diğer taraftan
Pieris cinsi kelebekler ise, kanatlarını öyle bir açıda ayarlarlar ki, tıpkı
bir mercekteki gibi tüm ışınları vücudunun en çok ısınması gereken yerde
toplarlar.
Şüphesiz bu kelebekler, hayatlarının hiçbir döneminde
fizik optik eğitimi almamışlardır. İçlerindeki herhangi birinin bir şekilde
bunları öğrenip sonraki nesillere aktarabilme imkânsızlığı ve okullarının da bulunmadığı
ortadadır. Colias ve Pieris kelebeklerine en çok ısınmak için ne yapmaları
gerektiği, hem kendilerinin hem de güneşin ve onun ışınlarının yaratıcısı olan
Mutlak İrade’ce bilgilendirilmesi ve yönlendirilmeleri, insan dâhil tüm
yaratıklar için uyguna gelen öğretiler olmasına rağmen; bu tafra niye?
Belki fark etmiyoruz ama burnumuzun dibinde beşeri
teknolojilerden değeri çok daha yüksek savaşlar cereyan etmektedir. Ancak bu
savaşlar uçaklar ve radarlarla değil, yarasalar ile güveler arasında
geçmektedir. Bu iki canlı da uçaklara nazaran son derece zerrecik olmalarına
karşın, onlardan çok daha etkili bir hedef tespit ve erken uyarı sistemine
sahiptirler. Yarasalar avlarının yerini bulmak için “ekolokasyon” adı verilen
bir yöntemi kullanırlar. Yarasa, sayısı saniyede 25 ile 60 arasında değişen ses
dalgalarını çevresine yayar.
Ses dalgalar›, etraftaki cisimlere ve canlılara çarpıp
yarasaya geri döner. Yarasa, geri dönen dalgaları yorumlayarak çevresi hakkında
son derece detaylı bilgiler edinir. Sistem öyle kusursuzdur ki, yarasa, gece
karanlığında yakınındaki bir sineğin ne tarafa hangi hızla uçtuğunu tespit edebilir.
Yeri belirlenen bir sineğin yarasa karşısında yapabileceği fazla bir şey
yoktur. Oysa bazı güveler sineklerden çok daha üstündürler. Tıpkı bir kıs›m
insan ya da devletin diğerlerinden üstün olmaları gibi! Çünkü onlar diğer
güveler ve böceklerden farklı olarak, tıpkı AWACS uçaklarındaki gibi bir “erken uyarı” sistemi ile donatılmışlardır.
Noctuidae, Geometridae ve Arctiidae ailelerinden olan
güvelerin kanatlarının altında bir “erken uyarı sistemi” gibi çalışan kulaklar bulunur.
Bu kulaklar güve için son derece hayati öneme sahiptir. Güve kulakları
sayesinde kendisinden 100 metre uzaktaki yarasayı duyarak yerini kestirebilir.
Dahası yarasanın ortalıkta öylesine mi dolaştığını, yoksa kendisini hedef alan
bir saldırıya mı başladığını belirleyebilir. Güvelerin kulakları, yarasaların
yaydıkları çok düşük frekanslı ses dalgalarını algılayabilecek biçimde yaratılmışlardır.
Böylesi akıl ve teknoloji üstü güce sahip hayvanlar için ne denebilir?
Neredeyse hayatın her karesinde sahip olduklarıyla
şımaran ve böbürlenen kimselerin yaptırımsız bilgi ve iradeleriyle kendilerini
üstün addederek nice böcekler kadar dâhi ve kabiliyetli olamadıkları aşikârdır.
Fertsel veya toplumsal, sosyal veya cinssel, siyasal veya bilimsel geçici
kazanımlarını iradece oluşturduklarını sanarak benliksel yanılgıdan
kurtulamamalarından yaratıcılığa özenilmektedir.
"Dünyanın
beni nasıl gördüğünü bilmiyorum. Ama ben, kendimi, deniz kenarında oynayan
küçük bir çocuk gibi hissediyorum. Uçsuz bucaksız doğrular denizi, bilinmez
olarak önümde dururken, şurada ve burada daha düzgün çakıl taşlarını ya da
güzel midye kabuklarını toplamakla yetiniyorum." Newton
Hayvan ve böceklerin eğitim almaksızın insanüstü muhteşem
ve şaşmaz yeteneklerini fizyolojik bir içgüdü safsatasıyla açıklayan pozitif
bilim; Darvin’in Türlerin Kökeni adlı kitabında ki “İçgüdüler
doğal seçmeyle kazanılabilir veya değişikliğe uğratılabilir mi? Arıyı, -büyük
matematikçilerin buluşlarından çok önceden- petek gözlerini yapmaya yönelten
içgüdü için ne diyeceğiz?” sorgusuyla içine düştüğü çelişkiyi itiraf
etmesi, teorilerinin hiçbir dayanağı olmadığına bir delildir. Darvin’i
teorisini sorgulayabilecek kadar zor duruma düşüren, her şeyin kendiliğinde
oluştuğuna dair doktriniydi. Yaratıcısız bir yaşam!
Bilimsel kural ve kaidelerin dışında edinilen bilgi, yapılan
hareket ve davranışlar bilinçsiz bir içgüdü, eğitim ve iradece gerçekleşenler ise
bilinçli ve mantıklı olarak değerlendirilmektedir. Gerçekte her iki yaklaşımda
soyut olup fizyolojik ve biyolojik herhangi bir anlam ve değer ifade
etmemektedir. Çeşitli sıfatlarla adlandırılan zihinsel ve duygusal oluşumların
tamamı ruhun gizemli varlığından üreyen kulsal olgulardır. İçgüdülerle yapılan
bir davranış nasıl bir reaksiyon oluşturabilsin ki, organizmada fonksiyonel bir
görevi olan beyni dürterek idaresel gücü etkileyebilsin? Nasıl oluyor da
zihinden bağımsız geliştiği iddia edilen olaylar doğuştan gelen bilinçsiz bir
davranış, kendilerince kabul edilebilir davranışlar ise geliştikten sonra oluşan
akılcı ve mantıklı düşüncenin bilinçli sonuçları olabilsin? Öyleyse özgür eğitim
ve iradenin etkisel ve dengesel işleyişini denetleyen egemen bir görevi bulunmamaktadır.
Bu durumda bilinçli ya da bilinçsiz yapılaşmayla özleştirilen beyinsel bir
düzeneğin ve özgürlüğün tutarlılığından bahsedebilmek ne derece mümkündür?
İnsan düşünce ve iradesinin merkez noktası olan ruha etki
veya bir zorlama yapıldığında davranış bilinçli olabiliyor da, olağan bırakıldığında
nasıl bilinçsiz bir davranışa dönüşüyor? Acaba beyin ve içgüdü aynı anda mı,
yoksa farklı zamanlarda mı denetim sağlıyor, kabiliyet kazanıyor veya hangisi,
nasıl üstün geliyor? Öyleyse bunların işlevini organize eden, denetleyen, çatışmalarını
engelleyerek sağlıklı veya sağlıksız karar alabilmelerini sağlayan nedir? Duyguların
sistem içindeki etkinliğini kim kontrol ediyor? Aklı ve iradeyi tahakküm altında
bulunduran ruh mu, fiziksel beyin mi? Kadersel kanıtlar doğrultusunda hepsini
denetleyen ve dilediği gibi ruhu programlayıp insanı yönlendiren yaratıcı Allah
olduğuna göre; beyin, fizik, düşünce, mantık ve içgüdü bu oluşumun neresindedir?
İstenç dışı olanları içgüdü, iradesel olanları beyinle açıklayan bir bilim
olabilir mi?
Yaratıcıyı, ilâhsal kaderi ve ruhsal programı ısrarla
reddeden pozitif bilim; içgüdüyü, fizyolojik bir yaklaşımla beyne adapte
ederek, aracısı ve öğretisi olmayan bilgi ve davranışları bilinçsiz olarak değerlendirebilmektedir.
Hayvan ve bitki üzerinde araştırma yapan ünlü doğa ve
fizik bilimcilerin bir kısmı nasıl yaratıcı Allah’ı keşfederek iman etmişlerse;
bir kısmı da inkâr ederek çeşitli hipotezlerin karanlığında kaybolmuşlardır. Hâlbuki
hayvanların, hatta ufacık böceklerin yapısal mühendislikleri, rızık ve barınak teminleri,
üretimleri, savunmaları, avlanma veya saldırı savaşı yaparken kullandıkları
yöntemler; insan aklının anlayamayacağı bir üstünlük ve yetenektedir. Arı,
karınca, örümcek, yarasa, güve, termit, akrep, kelebek gibi nice böceklerin
eksiksiz ve hatasız olan düzenleri hâlâ anlaşılabilmiş ve çözümlenebilmiş
değildir. Göçebe kuşların dünyanın bir ucundan diğer ucuna uçarken kat
ettikleri inanılmaz yolları, güç ve enerjileri, yön bulma kabiliyetleri,
yiyecek ve içecek teminleri, düşmandan ve afetlerden sakınmaları, hangi insanın
iradesiyle başarabileceği işlerdir? Her canlı düzeneğinde olduğu gibi, bu
muhteşem düzeni de fizyolojik bir yapılanma, içgüdüsel bir kalıtımla ya da
Kuantum Teorisi’yle açıklayamadığımıza göre; demek ki yaratıkların tamamı
programlanmış ruhlarıyla bilgilendirilmekte ve yönlendirilmektedirler.
Eğer akademik unvan ve ezberleriyle bilim adamı
statüsüne kavuşmuş vahyi ve Allah’ı reddeden seküler-laiklere umut bağlayıp
saygı duyulacağına; o böceklere izzette bulunulması daha akılcıdır.
Karanlıklara
tutsak edilmişlerin aydınlık serapları, nesilleri de ütopyalaştırmaktadır.
Yaratılan bir varlığın yaratıcı olabilme iddiası, evrenin
temel yapısına ve tabii kurallarına aykırıdır. Hangi temel dayanağa göre pozitif
bilimin vahiyden yani Allah sözünden üstün olabileceği ve bu anlayış
çerçevesinde Mutlak İrade’ye baskı uygulayarak etkisiz bırakabileceği düşünülmektedir?
Öyleyse neden başarılamıyor?
Einstein’ın ifade ettiği gibi; din duygusu ne zaman
kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüşüyor ise, vahyi ilke
edinmeyen bir siyasette ilhamı olmayan sömürgeci bir politikaya dönüşüyor.
"Hangi
sahada olursa olsun, bilimle ciddi şekilde ilgilenen herkes, bilim mabedinin
kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır. ‘İman et’. İman, bilim adamlarının vazgeçemeyeceği bir vasıftır." Max Planck
“Yeryüzünde yürüyen
hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla
uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta
hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler. “
En’am 38
“Yeryüzünde haksız
yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri
görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat
azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi
yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.”
A’raf 146
“Onlar yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacak
değillerdir; onların Allah'tan başka (yardım isteyecekleri) dostları
da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) ne görebiliyorlar ne de kulak
veriyorlardı.” Hud 20
“Yeryüzünde böbürlenerek
dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne
yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.”
İsra 37
“Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah'ı) âciz
bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız. “
Ankebut 22