Kendini Kaf dağında hisseden Başbakan
Erdoğan, Suriye’den asla beklemediği saldırı karşısında şoka uğramış, güçlü ve
egemen bir devletin yapması gereken ani karşılık yerine sözde uluslararası
hukuk çerçevesinde girişimlere başlayarak olayın sıcaklığını ve vahametini sulandırmıştır.
Hukuk tanımaz bir zorbaya ancak hak ettiği
karşılık verilip caydırıcılık kanıtlandıktan sonra hukukun gereği yapılır.
Suriye’nin meydan okurcasına “Türk
uçağını biz vurduk” açıklaması akabinde bir saniye daha beklememesi gereken
devletin iki pilotun derdine düşerek Suriye ile ortak aramaya girişmesinin
dünyada bir örneğine rastlanmış mıdır bilemiyorum.
En azından bir füze veya bir takım savaş
uçağı gönderip askeri alanların bombalanması akabinde müzakerelere
kalkışılsaydı, yerlerde sürünen itibarımızı kurtarırdık. Ancak kendisine değil
de NATO ve Batı’nın rıza ve desteğine ihtiyaç duyan Türkiye gibi bir devlet, 75
milyonluk milletini ve tarihini utanca boğmuştur.
Suriye’ye verdiği elektriği dahi kesmeye
cüret edemeyen bir hükümetin savaşabilmesi mümkün müdür?
Suriye’nin arkasındaki güçler Rusya, İran
ve Çin; Türkiye’nin ise sözde NATO, AB ve gölgelerinden korkan kimi Arap
Ülkeleri. Öyle bir samimiyet testindeyiz ki, ekonomilerinin iflasıyla didişen
AB ve ABD’nin Türkiye için asla savaşa kalkışmayacakları aleni olup, sonunda Suriye
kazanacak; Türkiye de İsrail saldırısında olduğu gibi mahkeme kapılarını
aşındırmakla kalacaktır.
Zaten ekonomiye odaklanmış bir hükümetin
ekonomisine halel getirecek savaş gibi bir onura cesaret edebilmesi söz konusu
değildir. Hele de savaşan bir ülkeye turist gelir, yatırım yapılır mı? Onur ve
itibarda neymiş; fahişeyi dahi namuslaştıran para, bir devletin itibarsızlığını
mı perdelemeyecek?
Hükümetin sözde meşruiyet zemini
hazırlayabilmek ve destek bulabilmek için çaldıkları kapılar, mastürbasyon
misali bitmek tükenmez tartışmaları, saldırının yerde kalmayacağı ile ilgili
nutuklarının ne kadar trajikomik olduğu, milletimizin Suriye’den daha azılı ve
ezeli düşmanı PKK-BDP teröristleriyle yaptıkları görüşmeden anlaşılmaktadır.
Suriye ile ilgili Başbakanlıkta yapılan zirveye
davet edilen terörist kâfirler Selahhatin Demirtaş ve Gülten Kışınak adlı yaratıkların
muhatap alınması, demokrasi adına hükümetin zavallılığını kanıtlamıştır. Acaba
hangi demokratik güçlü ülke, kendine karşı savaşan bir terör örgütüyle ülkenin
hayati meselelerini görüşebilir? Yoksa kendilerini destekleyen Suriye aleyhine
bir beyanat vermeleri mi düşünülüyordu?
Terörist Demirtaş’ın Suriye’ye karşı askeri
müdahaleyi benimsemedikleri ifadesi, örgütü PKK misali mevcut Suriye politikasından
vazgeçmeli ültimatomunu sindirebilen Başbakan, neden Suriye’nin saldırısını
İsrail’in ki gibi hazmedemesin?
Türkiye’ye
vuruş serbest, savunma yasak…
Acziyeti perdeleme amacı taşıyan Suriye
Halkı ile kardeş edebiyatından vazgeçip, derhal gereğini yapmaktan çekinen
hükümet, Suriye Halkına karşıda samimi duygular beslememektedir. Suriye Halkını
katleden Esed’e karşı yapılacak savaş için yalvarıp duran Suriye Halkı değil
mi?
“ Ya öl ya da ol! İşte bunu bilmiyorsan zavallı bir misafirsin
karanlık yeryüzünde” Goethe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder