İhanet içindeki Ermeni fışkırtmalı
Kürtlerin sorunu vardır, o da bağımsız Kürdistan kurma sorunudur. Türkiye’nin
de bir terör sorunu vardır ve o da hiçbir tartışmaya fırsat verilmeyip yok
edilmesi gereken bir sorundur.
Peki,
AKP, hangi sorunu çözmeye çalışmaktadır? Kürt meselesi adı altında bağımsız bir
Kürdistan’ı mı, yoksa terörü mü?
Artık Ak Parti iktidarının miladını
doldurduğu, azılı PKK terörünün kökünü kazımak yerine muhatap alıp şımartarak
daha da cüretkârlaştırmasının vahameti ve çıkmazlığı yaşanmaktadır. Çünkü
sürekli iktidarda kalma hırsı, sorun çözme yükümlülüğünü unutturmuştur.
10 yıllık iktidarın getirdiği benlik
sarhoşluğundan cesaretini yitiren Ak Partinin tehditlere boyun eğmekte olduğunu
gözlemlemekte, tavrını açıkça ortaya koyamamasından kahredici bir ikilem içinde
bocaladığı, sonunda CHP ile giriştiği uzlaşmadan da anlaşılmaktadır. Samimiyetsizlikle
suçlayıp sabah başka akşam başka diye nitelendirdiği CHP ile yola çıkması,
soruna terör olarak değil Kürt meselesi olarak baktığını kanıtlamaktadır.
BDP ve MHP’nin safları apaçık olmasına rağmen;
Ak Parti ve CHP’nin barış ve çözüm edebiyatından öte net bir tutum sergileyememeleri,
doğrudan PKK’yı amacına yaklaştırmakta, bitirici bir duruş yerine günü
geçiştirici politikalarla Kürt meselesi kamuflajı altında adım adım PKK’ya
iktidar zemini hazırlamaktadırlar. Terörle ilgili mücadelenin nasıl bir
müzakeresi ve çözüm arayışları olabilir? Ki, silah kullanan bir terör örgütüne bitirici
darbeyi indirmeyip siyasi uzantılarını TBMM ve devlet kurumlarında yetki sahibi
kılmaları, siyasi özgürlükle propagandalarına izin vermeleri; teröre karşı bir
mücadele midir, yoksa terörü meşrulaştıran bir politika mıdır?
PKK’nın Kürt sorunu manipülasyonunu kabul
etmesiyle terörü haklılaştıran Ak Parti, iktidarı süresince sürdürdüğü diyalog
politikalarından PKK’nın hedefindeki haçlı bir devlet kurma hayallerinin gerçekleşmesine
yardımcı olmakta, analar ağlamasın sömürüsüyle ortaya çıkan taşeron CHP ile de
işbirliğine girişerek, PKK taleplerini yerine getirmeleri ardından sözde çözümü
başarma yolunda kazanacaklarını zannettikleri zaferin Türkiye’nin sonu olacağı
malumdur. MHP tuzağa düşürülmeden BDP’nin bu uzlaşıdan uzak tutulup doğrudan
yer aldırılmamasının sebebi, milleti ürkütmemek içindir.
Ezilmesi gereken terörün sözde Kürt sorunuyla
harmanlaştırılması Kürtleri de PKK-BDP saflarına kattırmış, hayati değerleri
olan İslam ve ahlaki inançlarını dahi arka plana attırmıştır. Dinlisiyle
dinsizliğiyle topyekûn bağımsız bir Kürdistan oluşturabilme düşüncesiyle
gizlice PKK desteğinde bulunan Kürtler, milletin kardeşlik ve akrabalık bağlarından
dolayı PKK’lılardan ayrı tutulmaları, yanlıştan dönerek hidayete kavuşurlar
ümidindendir.
Aslında 30 yıl öncesinde yapılması gereken
çözümün hala tartışılıyor olması, siyasilerin PKK yanlısı politikalarındandır. PKK’nın
Kürtler adına mücadele veren bir özgürlük hareketi mi, yoksa bir terör örgütü mü
olduğu kararsızlığı, her geçen gün PKK lehine ilerlemektedir.
Dünya savaşları dahi birkaç yılda
sonlanırken, PKK gibi çapulcu bir terör örgütünün 30 yıldır Türk devletiyle
savaşabilmesini hangi akıl izah edebilir?
Başbakan Erdoğan’ın ifade ettiği gibi
BDP’nin tehditle oy aldığına kesinlikle katılmıyor, şayet öyle olsaydı, Ak
Parti bölgeden tek bir milletvekili çıkaramayacağına inanıyorum. Peki, İstanbul, Mersin, Adana ve diğer Batı
illerinden aldıkları oy oranlarına ve çıkardıkları vekil sayılarına ne demeli?
Eğer binlerce insanın ölümüyle sonlanacak
bir müdahaleye sözde insanlık adına karşı çıkılıyor ise, PKK terörün bitirilme
sorumlusu Kürtlere yüklenilmeli ve ayırım yapılmadan kökeni Kürt olan
vatandaşlara caydırıcı yaptırımlar getirilmelidir. Çünkü PKK, katliamlarını
Kürtlerin adına yaptığını söylüyor…
Ancak Kürt olup da kendini insanlığa adamış
Bingöllü Hatice Belgin gibi birkaç yiğit, PKK’ya haddini bildirmiş olsalardı,
ortada ne PKK ne BDP ne de KCK kalırdı. Allah, şahadetini ve rahmetini kabul
eylesin!
Kürt olduğunu kabul eden bir vicdan,
hayvandan daha aşağı saldıran canavarların güya kendi adlarına yaptıkları
katliamlara nasıl seyirci kalabilir ve insanlık suçlarını sindirebilirler? Yakınlarını
katleden PKK’nın BDP’li vekillerini evlerine kabul ederek taziye dileklerinden
hoşnut olanlar terörist değiller de kimlerdir? Böylesi korkunç bir yaftayla
damgalanmış bir topluma insanlık adına merhamet güdülemeyeceği her din ve
düşüncede mubah olup, cezalandırılmaları kaçınılmazdır.
Çünkü neredeyse tamamı, gizliden gizliye
PKK’nın zaferi için temennilerde bulunup, yardım için ellerinden geleni artlarına
koymamaktadırlar. Düşünün ki, insan hakları savunucusu egemen ülkeler, bir
Müslüman’ın hatasını tüm İslam âlemine fatura ederek ülkelere işgale girişmekte,
bombalarla kıyabilmekte ve yurtlarından edebilmektedirler. Müslüman
olunmasından yasaklar getirtip sınır dışı yapmakta, sorgulara alınıp
işkencelere tabi tutmaktadırlar. Vuku bulan her türlü olayda Müslümanları hedef
almaları, hangi insani değerlerle örtüşmektedir? Bugün bize hesap soran ve
yasaları yöneten AİHM, neden bu zulmün ve ayırımcılığın müsebbibi iktidarlara
tek bir yaptırım uygulamamaktadır?
Yaşadıkları vatanları Türkiye’de dahi vahye
itaat eden kadınlarımıza uygulanan zulümler, namaz kıldıkları gerekçesiyle
işten atılan işçilerle ilgili gerçeklere her gün şahit olmakta ama ülkeyi yakıp
yıkanlara bir ateş misali dokunulunca yanılabilir endişesiyle yaklaşılmamaktadır.
Hatta aralarında terörden dolayı tutuklanarak yargılananların tutuklu
kalmalarına ülkenin huzur ve güveninden sorumlu Başbakanı bile tepki
gösterebiliyor ise, suçu ve terörü bitirebilmek mümkün müdür?
Açıkça ifade ederim ki, Kürtler adına
ülkeyi yakıp yıkan terör örgütüne karşı mücadele yapması gereken her Türk
vatandaşıyla eşit imkânlardan istifa eden Kürt kökenlilerdir. Kalplerinde saklı
olanlar okunamadığından PKK-BDP’li olmalarına bakılmayarak, adlarına yapılan
teröre karşı ya fikirle ya da silahla mücadele yapmaları mutlaka şart
koşulmalı, ifade ve düşünce hürriyeti adına terörü Kürt haklarıyla bütünleştiren
açıklamaları mutlaka yasaklanmalıdır. Bırakın fiziki desteği kalbi bir
sempatileri dahi cezayla sonuçlanmalıdır.
AK Parti Genel
Başkan Yardımcısı Ömer Çelik denen şahıs, egemenlik paranoyasına tutularak hükümet
ile yargı arasına
öyle bir nifak sokmaktadır ki, "Özel yetkili mahkemeler kalkarsa darbelerle mücadele edemeyiz,
diyenler, hükümeti hiçe sayıyor demektir" delaletiyle yargıya gövde gösterisi, suçu ve terörü koruyucu bir
ihanettir. Madem hükümet etkin, ateşe tapan teröristlerle pazarlık yapmaları
yerine neden yerin dibine sokamıyorlar? Zerdüşt PKK’lıların ateşe tapma nedeni,
ilahları şeytanın ateşten yaratılmış olmasındandır.
Hâlbuki yargı, meclisin yaptığı yasalar ve
hükümetin yakaladığı suçlularla ilgili ortaya konan delillerle hükmetmektedir.
Sonuçta yasayı yapan TBMM, yasanın onaylanması için hazırlayarak meclise
gönderen hükümet, suçluları yargının karşısına çıkaran da hükümet olduğuna
göre; nasıl bir akıl yargıyla didişerek üstünlük mücadelesine kalkışabilir?
Ancak Ömer Çelik, PKK lehine casusluk
yaparak sürdürdüğü işbirliğiyle devlet ve milleti akamete uğratan MİT Başkanı
Hakan Fidan’ın aleyhine kanıtların deşifre olmasının kendilerine de sıçrayacağı
endişesinden Özel Yetkili Savcı ve Hâkimlere saldırmakta ve ortadan kaldırması
için uğraşmaktadır. Demek ki, çıkarılacak yasalar ile mahkemeler etkisizleştirilebiliyor
ama yargı, hükümeti etkisizleştiremiyor. Öyleyse bu güç rekabeti niye?
Kuvvetle muhtemel hükümetin PKK ile olan işbirliğinden
sorumlu Ömer Çelik, ”Dünyanın hiçbir yerinde,
hiçbir savcı, o ülkenin istihbarat başkanını doğrudan sorgulamaya
çağırmaz" açıklaması, hiçbir hükümetin milletine ihanet edici
bir yönlendirmeyle istihbarat başkanını görevlendiremeyeceği sorgusunu da
doğurmaktadır.
“Hata yapmak insanlara vergidir, bunu başkalarının üstüne atmak
politikadır.”
Bill Vaugheur
Onurlu savcılar, yasalar çerçevesinde nasıl
ülke Genelkurmay Başkanını, Kuvvet Komutanlarını, Emniyet Müdürlerini ve
Generalleri sorgulayabiliyor ise, istihbarat başkanı kimdir, her makamdan ve
milletten üstün bir dokunulmazlığa mı sahiptir ki, sorgulanmaz olabiliyor? Yıllardır
askeriyenin en üst düzeylerinde görev yapmış ve Genelkurmay Başkanı olup
emekliliği ardından terör örgütü kurmak suçundan bir Genelkurmay Başkanı hain
olabiliyor da, istihbarat başkanı neden olamıyor?
Hükümet ile yargıyı birbirine düşürücü,
adaleti engelleyici ve meydan okuyucu açıklamalarından dolayı Ömer Çelik hakkında
fezleke düzenlenmesi kaçınılmaz olmalıdır. Kendilerini adalet karşısında dokunulmaz
sayan ve PKK ile olan ihanetsi işbirliğini dahi müdafaa eden Ömer Çelik, Ak
Partiden ihraç edilmediği sürece, Ak Partinin adı Kara Partiye dönüşecektir.
Asıl tehlike odur ki, muhalefet partileri ya
da suçluların yargıya saldırmaları değil iktidarın kapanamayacak yarasıdır.
İşte bu zihniyetten dolayı PKK varlığını güçlendirerek
sürdürmekte, terör sorununu Kürt sorunu olarak dayatmalarından PKK desteği
artmaktadır.
10 yıldır hükümeti yürüten bir iktidar
partisinin sorunu tespit edememesinden daha acizlik ne olabilir? Bir taraftan
terörle mücadele diye evlatlarımız şehit ettirilip halk maddi ve manevi acılara
boğdurulurken; diğer taraftan soruna Kürt meselesi olarak değerlendirip PKK-BDP
terör örgütüyle pazarlığa kalkışılması, bir milletin içinde boğulabileceği en
korkunç bataklıktır.
Bundan dolayıdır ki, Ak Parti yetkililerin
birbirleriyle çelişen açıklamalarından sonra Başbakan Erdoğan’ın Hakan Fidan
sorgulamasının önünü kesebilmek için Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılacağı
ifadesi, PKK ile olan ilişkinin çok daha derin olduğunu kanıtlamaktadır.
Açık ve kesin ol ki,
sorunu kökleştirmeden çözebilesin. Ancak kangrenleşmiş bir sorunu çözme
müşkülatı, soruna muhatap kişi yahut toplumu derin acılara mahkûm kılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder