Öyleyse birbirimizden farkımız nedir?
Sen kendini dünyaya
adayarak öldün; ben de kendimi ahirete adayarak öldüm.
Sen öldükten sonra
tekrar dirileceğine ya inanmıyor ya da şüphe içinde bocalanarak başına
gelecekleri umursamasızcasına takmıyor; ben de tekrar dirileceğime inanarak başıma gelebileceklerden korkmak
suretiyle boyun eğiyorum.
Ancak sen, ahirete gidenden
bir duyum almadığın için fiziki düzeyde karar alırken; ben de ahiretin var
olduğuna ruhsal olarak inandığımdan şüphe etmiyorum. Çünkü ruhun gütmediği bir fizik var olamaz!
Hz.
Ali’nin inanmayan bir komşusu vardı. Komşusu Hz. Ali’ye; ''Allah'a,
ahirete inanıyorsunuz. Peki ya yoksa?” diye sormuş. Hz. Ali’de cevaben; ''Yoksa benim kaybedecek bir şeyim olmaz;
ya varsa sen ne yapacaksın?'' demiş.
Şu
dünyadan kimler geçip gitmedi! İlimde,
bilimde, siyasette, ekonomide, sanatta ve askeriyede öylesine güçlü kuvvetli
kahramanlar, dehalar, yetenekler, bilgeler, zenginler ki, devletler,
krallıklar, imparatorluklar kurulup yıkıldı; servetler darmadağın oldu; doğulduğu
gibi ölümler gerçekleşti; sayısız yapılar ve eserler terk edilip ya yok oldular
ya da Firavunun cesedi misali gelecek nesillere ibret olabilmesi için geri
bırakıldılar; bir taraftan nefsin bitmek tükenmez iştahı sınır tanımazken,
diğer taraftan sabır ve adalet dengeleri sağladı.
Ama hiç kimse ölümden kaçıp kurtulamadı!
Ölüm
mutlak ise, sahip olunan kuvvet ve kıymetlerin emanet olmadığı iddia edilebilinir
mi; gurur ve kibir duyulabilir mi; övünebilinir mi; zafer ya da başarı addedilebilinir
mi?
Kazanç
yahut kayıp bedende midir; yoksa ruhta mıdır; dünyada mıdır ya da ahirette midir?
Dünyadaki her şey fani ise, bakilik yok mudur ki, ahiretin varlığına şüphe
duyulabilmektedir? Toprak altında birinin diğerinden fiziki açıdan hiçbir farkı
yok ise, ruhsal açıdan olmaması mümkün müdür?
Makedonya
Kralı İskender seferden döndüğü bir gün ordusuyla Sri Lanka üzerinden geçerken
halkın büyük sevgi ve coşkusuyla karşılanmıştı. Bir duvarın dibinde oturmuş üstü
başı yırtık, pejmürde bir hırpani adam dikkatini çekmişti. Atını adamın olduğu
yere sürmüş ve kendisine, “Ey sefil! Nedir senin bu halin? Bak tüm dünya
benim gücüm ve ihtişamımla titrerken sen hiç oralı olmuyorsun” diye serzenişte
bulunmuş. Adam da hiç istifini bozmaksızın kafasını kaldırarak, “Ey İskender! Bir zaman önce burada senin gibi bir kral
vardı ve bir müddet sonra ölmüştü. Aynı anda benim gibi itibarsız ve kimsenin
selam vermeyip yüzüne bakmadığı bir gariban da ölmüştü. Bir müddet sonra merak
edip her ikisinin de kabirlerini açtığımda, hangisinin o güçlü büyük kral ve
hangisin hırpani gariban olduğunu tanıyamadım!” diye yanıt vermiş.
Her
nefis ölümü tatmaya mahkûm ise, nefse karşı duyulabilecek bir güven kesinlikle
mümkün değildir. Doğuştan ölümle nişanlanmış bir nefsin, ölümle evlenmesi akabinde
yeniden dirilerek bekârlığa dönüşünün doğumdan farkı nedir ki, inanılmaz
olabilsin?
“Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her
kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını
isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.” Al-i İmran 145
“(Resûlüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız,
kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok
değildir.” Ahzab 16
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam
kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa «Bu Allah'tan» derler;
başlarına bir kötülük gelince de «Bu senden» derler. «Hepsi Allah'tandır» de.
Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!” Nisa 78
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder