Diğer bir ifadeyle ahirettir.
İster
hızlı yaşayıp genç ol; ister yavaş yaşayıp ihtiyar ol; ister dünyanın kralı ol;
ister sokaklarda sürünen bir çapulcu ol; ister müebbet bir hapse çarptırılmış
ol; ister her türlü nimete kavuşmuş bir keyfiyete sahip ol; ister sağlıklı ol;
ister hastalıklı ol; ister çok iyi ol; ister çok kötü ol; ister tedbirli ol;
ister emniyetsiz ol; ister bilge ol; ister cahil ol; ister kuvvetli ol; ister
zayıf ol; ister sarp ve sağlam kalelerde yaşamış ol; ister örümcek ağı misali
fevkalade dayanıksız bir barınakta ol; ister güzel ol; ister çirkin…
Her ne
olursa olsun yaratıcı Allah’ın ‘o kitap’ta
yazdığı ecelin dışına çıkma gibi bir seçenek olmadığına göre; ölümden başka bir
gelecek olabilir mi?
Her canlının, kaderin hükmettiği
olayları yaşamaya mahkûm olduğu bir evrende her birey veya millet, haklarında
yazılanları eksiksiz tatmakla yükümlüdürler. Zaten yaşanılanda o yazgının bir
sonucu değil midir?
Bu sebeple ölüm; güç, emniyet, tedbir,
modern yaşam, aydınlık, başarı, zafer, bilim ve teknoloji gibi övgülerin nasıl safsatadan
ibaret olduğunu ispatlamaktadır.
Peki, sorun nedir diye sorulacak
olursa; süratle unutulan gerçekten kaçılarak fani âlemin aldatıcı düşüne
kanılmaktır.
Fiziğin
görsel cazibesi gözünüzü kör ederse, gelecekte sizi bekleyen ölümsel gerçeğin
inanılmaz dehşetini göremezsiniz.
Bedenin yani fiziğin fani olup da
ruhun baki oluşunu, diğer bir ifadeyle bedenin ölüp ruhun ölmemiş olmasının
sebebini hiç düşündünüz mü? Öyle ya; herhangi bir canlı ruh ile bedenin
bütünleşmesinden meydana geldiğine göre; sadece beden ölerek ruhun berzaha
çekilmek suretiyle diri kalması, şüpheyi ve inkârı gideren yegâne
anahtardır.
.
Yaratılmış olan varlıkların bilgi ve
güçleri etkilememeli ve onun hiçten var olmuş ölümlü bir yaratık olduğu gerçeğini
unutturmamalıdır. Artık, her şey öylesine çığırından çıkmış ve aldatma teknolojisi
ilerlemiş ki, herkes kendini doğrudan veya dolaylı olarak kudret sahibi birer
tanrı gibi görmeye başlamıştır. Nereye kadar? Her an yaşanılan felâketler,
facialar, kayıplar ve ölümlerle karşılaşılıncaya dek!
Platon, Kanunlar III eserinde, “İnsanlar, her nedense, felâketleri garip
bir şekilde unutmuşlardır” diyerek, asla unutulmaması gereken şeylerin
unutulma sebebini çözememiştir.
Geçmiş ve gelecekteki iyi veya kötü
olayların, korku ve felâketlerin, ölümlerin hafızadan silinebilmesi veya
unutulabilmesi, ancak ruhsal müdahaleyle mümkündür. Herhangi bir olayın dış bir
müdahaleyle veya istence bağlı bir iradeyle etki altına alınarak şuurdan
bilinçaltına itilip denetlenebilmesi asla söz konusu değildir. Çünkü soyut oluşumlar,
soyut olan ruhun direktifiyle nüksetmekte ve ruhsal akış, ‘o kitap’taki,
programsal düzeneğe göre faaliyetine devam etmektedir. Aksi takdirde hiç kimse
hata ve yanlış yapmaz, her türlü olumsuzluklar eğitim, ceza, yasa, tedbir, güç,
baskı ve tecrübelerle kontrol altına alınarak etkileşme, denetleme ve
sabitleşme sağlanabilirdi. Böylece ölümünde önüne geçilebilirdi!
Dünya, içindeki gerçeklerle her ne
kadar ortadaysa da bir şekilde idrak edilemiyor, Mutlak İradenin her ruh için
yazdığı yazgı anlaşılamıyor ve gereğini yapabilecek beşeri bir akıl ve irade ya
bulunamıyor ya da icat edilemiyor. Bir kimsenin uzman, tecrübeli, yetenekli ya
da hakikati bilmesi, yanlış veya hata yapmayacağı demek değildir. Nasıl ki çok
iyi bir yüzücünün bir karış suda boğulması; çok iyi bir şoförün inanılmaz
kazayla can verebilmesi; seçilen bir liderin iktidar olamaması, bir bilgenin öğretisiyle
zarar görmesi ve başkalarına vermesi gibi her insan, ister dilesin ister dilemesin,
kaderin hükmü doğrultusunda hem rezil hem de vezir olabilecek bir yaşamı sürdürmek
zorunda ise, gelecek nedir ve beşerin iradesi mümkün müdür?
Daha yaşadığı günün bir saniye sonrasından habersiz insanın
geleceği merak ya da kaygı edinerek ailesi, yakınları ve ülkesi lehine güttüğü
parlak gelecek, kaçıp korkarak şer gördüğü ölüm değil de nedir? Kastettiği
parlak gelecek ölümden başkası olmayacağına göre, ölüme ve ahirete direnebilmesi
nasıl bir düşüncedir? Dolayısıyla gelecekle ilgili her şeyin fiziki
belirsizliğini koruması, ruhsal belirliliği kanıtlamaktadır.
İnsan benliğindeki sonsuz heves, arzu
ve ihtirasın süresi, ancak başına gelecek musibeti tatmasına kadardır. O an,
dünyaya karşı duyduğu ihtiyaç fazlası isteklerden vazgeçer ve belâdan
kurtulabilme arayışına girerek can derdine düşer. Böylece dilediği her şeyin hile,
aldatma ve görüntüden ibaret bir yalan olduğu gerçeğini anlasa da,
olumsuzluklardan kurtulması akabinde yeniden nefsi coşarak eski doyumsuzluk
girdabına kapılır. Ne zamana kadar? Yeni bir fecaat ve sıkıntıya kadar!
“Bir kimseyi inada kapılmış çekişmeci ve kendi görüşünü beğenmiş
görürsen bil ki, onun ziyanı tamamdır.” Hz.
Muhammed
Geçmişte olanların gelecekte renk,
dekor veya maske değişerek aynen devam etmesi, aslında her şeyin anlaşılmasına
yeterli olmakta ve imanın kabulünü kolaylaştırmaktadır. Gerçi dilenilen yapılamadıktan
sonra, inanmış veya anlamış olmak dünyada hiçbir şey ifade etmese de, ahirette
karşılığının mevcut olduğu vahiyle mutlaktır.
Esasen
mesele ölüm öncesi değil sonrası olmalıdır; çünkü dünya fani, ahiret ise
bakidir!
Dolayısıyla geleceği ölüm olanın,
gelecekle ilgili hayat ve ebedilik vaadi apaçık bir yalandır!
“Resulüm de ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da daha öncekilerin akıbetleri
nice oldu görün. Çünkü onların çoğu müşrik idi.” Rum 42
“O halde, yaratan, yaratmayan
gibi olur mu? Hâlâ düşünüyor musunuz?” Nahl
17
“Göklerde ve yerdekiler ister
istemez Allah’a teslim olduğu halde onlar, Allah’ın dininden başkasını mı
arıyorlar? Hâlbuki O’na döndürüleceklerdir.” Al-i İmran
83
“Senden azabı çarçabuk (getirmemi) istiyorlar. Eğer önce den tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azap
elbette onlara gelip çatmıştı. Fakat yinede, farkına varmadıkları bir sırada o
kendilerine mutlaka gelecektir.” Ankebut 53
“De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra
Rabbinize döndürüleceksiniz.” Secde 11
“Hiçbir
millet, ecelinin önüne geçemez, ve onu geciktiremez.” Hicr 5
“Ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden
önce ya helak edecek veya en çetin bir şekilde azaplandıracağız. Bu, Kitap'ta (levh-i
mahfuz'da) yazılıdır.“ İsra 58
“Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken onlara
mühlet verdim. Sonunda onları yakaladım. Dönüş yalnız banadır.” Hac 48
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder