Ne akılsızlık; ne eğitimsizlik; ne kariyersizlik; ne bilgisizlik; ne
zekâsızlık; ne ümmilik; ne deneyimsizlik; ne düşüncesizlik; ne de kültürsüzlüktür.
Cehalet odur ki; bildiğini,
kavradığını, gördüğünü ve işittiğini muhakeme edememek; yüzeysellikte kalıp derinliğe
inememek; ezberin dışına çıkamamak, bilineni yaşadıklarınla kıyaslayamamak;
otokritik yapmamak; kendini karşısındakinin yerine koymamak; fıtratı idrak edememek;
ruhsallığı yok saymak; düşünce ile duyguyu birbirinden ayırmak; deneycilikte
kalmak; gönül gözünün biliciliğine inanmamak; her şeyi fizikten ibaret saymak; benliği
öne çıkarmak; haddi aşmak; önyargılı olmak; beşeri överek yüceltmek; faniliğe
sarılmak; yaratıcı Allah’ı hâkim bellememektir.
Kaynağını Kur’an ve
sünnetten almayan bir eğitim nasıl bir çöp ise, teoriden öte hiçbir yaptırımı
olmayıp hayatın gerçekleriyle örtüşmeyen bilgi de çöptür.
Acaba bilmek mi iyidir, yoksa bilmemek
mi? Çoğu kez bildiklerinden dolayı karşılaşılan zarar, bilmemenin yararından
çok daha fazladır. Bazen övünülen bilgi mahva ve yok oluşa, cehalet ise saadete
ve kurtuluşa neden olabilmektedir. Her bilgenin bir cahil, her cahilinde bir
bilge olabildiği kâinatta, bilginin ölçüsü nedir?
Bir kimse cahil iken varlıklı olduğu
halde, âlim olunca muhtaç hale düşebilmektedir. Eğer rızık akla ve ilme göre
verilseydi, hayvanlar cehaletleri sebebiyle helak olurlardı.
İnsanların kimi hayatı boyunca doğrudan,
kimi yanlıştan şaşmıyor, kimi her ikisinin arasında gidip geliyor, kimi
bitkisel hayattaymış gibi hiçbir tepki vermiyor, kimi okullu bir cahil olarak
verimsiz, kimi de okulsuz bir deha olarak umulmadık başarılara imza atıp tarihe
geçebilmektedir.
Fikirsel zenginlik mi, yoksa bilimsel
çöplük mü olduğu belirsiz o kadar çok anlamsız ve faydasız terminolojiler ve
kavramlar kullanılmaktadır ki, hiçbir şey ifade etmedikleri ve gerçekle
bütünleşmedikleri gibi kargaşa ve sapkınlıklara da neden olmaktadırlar. Böylelikle
cehalet öyle açığa çıkmaktadır ki, gerçeklere örtü çeken bilge cahiller oluşmakta
ve dolayısıyla her şey birbirine karışarak abuk anlayışlar türemektedir. Düşünce
ve davranışları, bilinç, içgüdü, eğitim, kalıtım ve mantık çerçevesinde değerlendirerek
pozitivist bir bilgeliğe bağlamak bilimsel bir felakettir.
Her bilgenin bir cahil, her cahilinde
bir bilge olabildiği dünyada, acaba bilgelik ya da cahillik nefissel mi, yoksa
kadersel midir? Neden bazen bilinenlerden, görülenlerden, işitilenlerden,
öğretilerden, araştırmalardan veya buluşlardan pişman olup, “keşke” denilerek, gerçekle
yüzleşmektense hiç şahit olunmak istenmemektedir? Tıpkı Einstein’ın keşfettiği denklemden ötürü
atom bombasının bulunmuş olmasından büyük pişmanlık duyması veya her insanın
yaptığı şeylerden sonra çıldırırcasına veya kahredercesine hayıflanmaları gibi!
Seküler-laik düşünce
düzeyinde eğitimsiz kabul edilen nice mucitler arasında elektrik motorunu bulan
Michael Faraday, doğru dürüst bir okul
eğitimi almamış; dindar ve cahil görülen mücellit bir gençti.
O günün
bilim otoritelerince anlaşılmayan gerçek, bir metal teldeki elektrik gücünün nasıl
dışarı sıçrayıp magnetik bir pusula iğnesini döndürebilmesiydi. Öyle ilginçti ki,
her ne kadar bilimsel bir konu ileri bir aşamaya varınca, konuya yeni başlayanların
eğitim almadan ona vâkıf olabilmesi seküler bilim çevrelerince olanaksız
karşılansa da, eğitimsiz ve cahil görülen Faraday’dan bu ilişkinin nasıl
çalışabildiği üzerinde çalışmasının istenmesi, düşüncelerine göre bir utançtı.
Faraday, düz hatlar üstünde düşünme
saplantısına sahip olmadığından ilham almak için doğrudan "İncil"e
başvurdu ve zamanın çoğunu kilisede geçirerek teoriyi pratiğe geçirmek
suretiyle elektrik motorunu buldu.
Faraday, 1821 de elektrikle magnetizma
arasındaki ilişki üstüne çalışırken; ampulün mucidi Thomas Edison’un doğmasına
26 yıl; elektriği bulan Nikola Tesla’nın doğmasına 35 yıl; telefonun mucidi
Alexander Graham Bell’in doğmasına 20 yıl; Einstein‘in doğmasına ise 50 yıldan
fazla zaman vardı. Faraday, bir çubuk mıknatısını dik koydu. Dinsel eğitiminden
esinlenerek mıknatısın çevresinde görünmez dairesel çizgilerin hızla dönüp durduğunu
hayal etti. Eğer haklıysa, serbestçe sarkan bir tel, bu mistik çemberlerin
etkisine girebilirdi ve tıpkı bir girdaba yakalanan bir tekne misali aküyü çalıştırırdı.
O anda yüzyılın keşfini yapmış oldu. Faraday’ın 29 yaşında bodrum katındaki
ilkel laboratuarında icat ettiği şey, elektrik motorunun temeliydi.
Günümüzdeki gibi o günde din dışı
seküler-laik akademisyenlerin zıt olaylarla karşılaşmaları kendilerini öyle
kudurtmuş ki, kıskanmış, çıldırmış, karalamaya kalkışmış, tahammül edememiş ve
iftiralarıyla üste çıkmaya çalışmış olsalar da, gerçeği örtbas edememişlerdi. Tıpkı
İngiliz biliminin lideri, Londra yüksek sosyetesinin övülen ve adeta tapınılan
bilim adamı Sir Humphry Davy ve günümüzdeki seküler-laik pozitivistler gibi!
Nasıl ki cahil bir dost akıllı bir düşmandan
tehlikeliyse; yanlış bir din, bir rehber, bir eğitim ve bir bilgi de sonu
korkunç bir felâkettir. Onun için vahiyde ve pratikte karşılığı olmayan bilgi
değil, delilleri olan ve gerçekle çakışan bilgi ve eğitime itibar edilmelidir.
Sıradan bir insan, bilge veya liderin
inanç, ilke, görüş ve ilmine rağmen gereği gibi pratikte davranamıyor, düşünce,
duygu ve söylemlerini yerine getiremiyorsa, onun inandırıcı, güçlü ve iradeli
olduğuna nasıl güvenilebilinir? Peygamberler büyük mucizelerle donatılarak sebatkâr
kılınmalarına rağmen, Allah’ın izin vermediği insanları, hatta sevdiklerini
dahi hidayete kavuşturamamışlardır. Şeytan, muhteşem bilgisine ve yetkisine karşın
dilediğini saptıramamakta ve Allah’ın izin vermediği insanlara musallat olup
yoldan çıkaramamaktadır. İnsanlarda sahip oldukları bilgi ve iktidarlarıyla
dilediklerini yapamamakta, arzu ettiklerini gerçekleştirememektedirler.
Yaşam serüveninde oyalandığın süreçte
üzerinde bulunduğun çizginin kim tarafından, silgi kullanılmaksızın neden ve
neye göre çizildiği bilgisi, ancak o çizgiyi çizenin akliyatıyla öğrenilir. Bir
zaman tuzağa düşürüp mahvolmana neden olan iradeyle, tuzaktan kurtarıp iyilik
yapan iradenin kimliği, yaşam düğümünü çözecek temel bilgidir. Olayların doğuşundan
bitişine kadar ki süreçte işlenen senaryonun profesyonelliği veya acemiliği,
kusur veya mükemmelliği, cehalet veya bilgeliğin hiçbir önemi yoktur. Önemli
olan o işin arkasındaki Etkin Aklın ve Mutlak İrade’nin kimliğidir.
Bilgelik ya da cehalet ancak yaratıcı
Allah ve elçi olarak gönderdiği Resulü’ne imanla orantılıdır. Bir bilge değil
ümmi bir insanı seçerek nasıl yüce zatına elçi yaparak ilim akıtmış ise, yarattığı
birçok insana da Rahman sıfatıyla ilim vermiş ve buluşlar gerçekleştirmiştir.
Kimine dâhilik vermiş ama cehalette bırakmış; kimine bilgiyi ezber olarak verip
muhakeme ettirmemiş; kimini dünya debdebesiyle aldatmayıp ahirete odaklattırmış;
kimini ise horlatmış ama iman vermiş.
“Biz emaneti, göklere, yere
ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu
insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” Ahzab 72
“De
ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” Zümer 64
“De ki: Bizim için Allah’ın yazdığından başkası bize asla erişmez.
O, bizim sahibimizdir. Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” Tevbe 51
“Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık,
artık görmezler.” Yasin 9
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için
yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler;
kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha
da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır. “ A’raf 179
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder