Oysa
ayrılması imkânsız bir nişanlıyı sevmemek ve kaçılması olanaksız bir evlilikten
sıyrılabilmek mümkün değildir.
Hem ahirete iman etmiş bir mümin
olacaksın, hem de ölümü sevmeyeceksin? Dolayısıyla ölümü sevmemek, Allah’a ve
ahirete iman etmemek, direnmek demektir.
Asıl başlangıç olan dünya
hayatındaki doğum değil, ahiret hayatına geçiş olan ölümdür. Dolayısıyla ölümün
iddia edildiği gibi keskin bir son yani bitiş değil, sonsuz bir başlangıçtır.
Uykuda bir ölüm olduğuna göre;
uykuyu sevenin ölümden nefret edebilmesi nasıl bir aklın ürünüdür?
Ruhun vücuttan ayrılmasıyla insan uyur
ve tekrar bedenle bütünleştiğinde ise uyanır. Gerçekte uyku, ölümle ilgili
öylesine bir ibret ve kanıttır ki, o anda hiçbir şey hissettirmez, ister
sarayda ister zindandaki bir zeminin üstünde uyunmuş olunsa bile musalla
taşında yatmaktan farksız değildir. Yaşam ve ölüm de bu temel üzerine inşa
edilmiş ve bu çerçevede sunulmuş delillerle idrak sağlanmıştır.
Uyku sürecinde kiminin ruhu geri gelip
fani olan dünyada kalmaya devam eder; kiminin ruhu ise dünyaya bir daha geri
dönmemek üzere baki olan ahiret hayatına göç eder. Ama insan, yersiz gururu
yüzünden bu kadar açık bilgileri ve kanıtları değerlendirilemiyor; doğru düşünemiyor
ve gerçekçi bir yargıya varamıyor.
Ölüm hakkında bilgisiz olanların hayat
hakkında bilgi sahibi oldukları sanılmamalıdır. Talebelerinden biri,
Konfüçyüs’e; “Ölüm nedir” diye
sorduğunda, Konfüçyüs, “Hayat hakkında ne biliyorsun ki sana ölümden bahsedeyim.”
der.
İnsan, ne nefsi ne hilkatteki eşi ne
de başka bir şey için yaratılmamışsa, yaratıcısına karşı gelmesinin veya
direnmesinin anlamı nedir? Eğer yaratıcısını inkâr ederek ‘ben’’iddiasında
bulunup hayatının kendi iradesinde olduğuna inanıyorsa; neden ölümünü
durduramıyor; başına gelen musibetleri engelleyemiyor; hastalıklarının önüne
geçemiyor; yaşam süresi olan ecelini belirleyemiyor ve yarınını bilemiyor?
Her insanın ölerek ahireteki hayata
başlayacağı ve dünyadaki yaşam sürecinin de belirsiz olduğu bir fanilikte
ölmekten kaçmak isteyerek korkması, zillet içinde sürünmenin ve uluyan kalabalıkların
ardına düşülerek şerefsizce yaşamanın temel sebebidir.
Ölüm
hem şerefli hem de kahredici bir acıdır!
Ölüm
biçimi, oluşu ve sebepleri, ecel gerçeğini manipüle eden öyle bir kamuflaj
yöntemidir ki, doğal veya yapay olarak şekillendirilmek suretiyle yaratıcı ile
yaratık arasında paylaştırılmış fiziki bir hadsizliktir.
Yatakta ya da hastalıktan ölmeyi doğal, ayakta ya da beşer
araçlı bir öldürülmenin farklı değerlendirilmesi, ecel sahibini çoklaştıran bir
hezeyandır. Dünyada her şey tartışılır ama asıl tartışılması ve gündemden hiç
düşürülmemesi gereken ölümün her türlüsünün bir ecel olduğu bilinmemekte;
dolayısıyla ölümün ecelle birlikte geldiği; sebepler ve araçlar ne olursa olsun
hiçbir şeyin değişmediği idrak edilememektedir.
İnsanı sefalet içindeki bir yaşama ve
aşağılık koşullardaki ölüme götüren can kaygısıdır. Oysa ölümden kurtaracak
başka bir umut mu var ki, doğarken mahkûm olduğu ölümden nefret etmek suretiyle
mücadeleden kaçınılabilinmektedir. Tartışılmaz olan yaşam ışığı ve baştaki
tacın Allah’’a ve ahirete iman olduğu bir gerçekte insanı aldatan nefsi, fani
dünyayı baki kıldığından ölümü yok oluş sandırmaktadır.
Zaten hadis adı altında Alman Filozof
Max Weberi’in; “Hiç ölmeyecekmiş için
dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış“ sözü, peygamberimize
atfedilebilmiş öyle bir iftiradır ki, Müslümanları bile etkileyip tenakuzda
bırakmak suretiyle her an başa gelecek ölüm gerçeğini umursattırmamaktadır.
Doğum anındaki sevinç ve şükür gözyaşlarıyla,
ölüm anındaki acı ve kahır gözyaşları ne ifade etmektedir?
Ölümle nişanlılık olan doğuma mutlu olup da, evlilik olan
ölüme kahretmek sahiplenmektir. Oysa insan hiçbir şeyin sahibi değil
emanetçisidir. Gerek doğum gerekse ölüm
için her gün öyle bir yeni gündür ki, her ikisinin varlığı gözyaşına sebep
olduğundan sevinç ile üzüntünün bir farkı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Peki,
sevinç ile üzüntüdeki asıl mesele nedir diye sorulacak olursa, ne ve kimin için
doğulup ölündüğüdür!
Her kim ne düşünürse düşünsün doğum bir ölüm; ölüm de bir
doğumdur!
“Geceleyin sizi öldüren (öldürür
gibi uyutan), gündüzün ne işlediğinizi
bilen, sonra belirlenmiş süre tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uykudan
uyandıran) O’dur.” En’am 60
“Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur; din de yalnız O’nundur. O
halde Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” Nahl 52
“Bilin
ki O, (kainat yokken) ilk olarak yaratan, (ölümden sonra
tekrar hayatı) geri getirendir.” Bürüc 13
“Allah, ölenin ölüm zamanı
gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini
muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim
için ibretler vardır.” Zümer 42
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder