Öyleyse gelecek nedir; istikbal nerededir; yarın, kimin elindedir?
İnsan zihninin temel fonksiyonu her
türlü önyargıdan arınmış bir gerçekçilik olmalıdır. Ancak nefsi ve yersiz
gururu yüzünden fani olan geleceği öyle ebedileştirmiş ki, bizzat yaşadığı
eceli dahi yok sayan bir duyguya kapılmıştır.
Gerçekte ne aklın, ne zekânın, ne
bilgeliğin, ne cesaretin, ne azmin, ne tecrübenin, ne bilimin ne teknolojinin ne
de gücün hiçbir önem arz etmediği; hayatı renklendiren birer bahane, araç ve
sebepler dizisi olduğu muhakkaktır.
Yeryüzünde vuku bulan ve başa gelen
namütenahi olay ve gelişimlerin özünü örtbas eden fiziki oluşumlar ruhsal
gerçeği öyle bloke ediyor ki, sanala ve abartılara ilgi duyulan fani dünya,
hayat felsefesi yapılabiliyor.
Oysa Einstein der ki; “Uzun yaşamımda
öğrendiğim tek şey var: Gerçeklikle kıyaslandığında, tüm bilimimiz ilkel ve
çocukça kalmaktadır.” Popper ise, “Yıldızlar
âleminin sonsuzluğunu izlediğimizde, bilgisizliğimizin ne kadar sonsuz olduğunu
anlarız.“
Gerçeği ve doğruyu bulabilmek için yapılması
gereken tek şey, karşı konulan görüşlerde olduğu gibi kendi görüşlerin de aynı
eleştirel anlayışla yaklaşılmasıdır. Diğer bir ifadeyle iğneyi önce kendine,
sonra karşındakine batırmaktır. Dolayısıyla gerçekle yoğrulmuş bir siyasetçi,
devlet adamı veya bilim adam kesin konuşmaktan ve spekülasyonlardan kaçmaya
mecburdur. Çünkü geleceği plânlamak gibi
bir düşünce ne siyasetçiye ne de bilim adamına yakışır. Böylesine bir tavır
ideolojik ve politik olduğundan gerçekle taban tabana zıttır.
“Bir kimseyi inada kapılmış çekişmeci ve kendi görüşünü beğenmiş
görürsen bil ki, onun ziyanı tamamdır.” Hz. Muhammed
Görünen, işitilen, vaat
edilen ne varsa kuşkuyla yaklaş ki, gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırabilesin. Aksi
takdirde gerçek gibi görünen, bilinen ve güvenilen şeylerin aslında yalan
olduğunu başka türlü anlayamasın.
İnsan neyin doğru veya yanlış ya da
neyin gerçek veya yalan olduğuna dair kesin ve her zaman geçerli olabilecek yanıtları
bulabilmenin peşinde olmalıdır ki, yarım bardak suya sokulan kalemin kırık
görüntüsü misali aldanarak tuzağa düşmekten kurtulabilsin.
Seküler-laik ve demokratik, diğer bir ifadeyle nefsin
önündeki bariyer ölümdür! Herkes geleceğin peşine düşer ama gelecekteki ölümü yok
sayar. Dolayısıyla nefse odaklı her söz, düşünce ve eylemin amacı ne olursa olsun
çürüktür. Çünkü insanın hâkimiyet kurarak hükmedebilmesi mümkün değildir!
Huzur, güven ve
sabrın anahtarı ölüm gerçeğidir! Dolayısıyla her türlü sıkıntı, korku ve
adaletsizlikleri gideren “ölüm
hissiyatı” öyle bir ilaçtır ki, her an olsun ne akıl ne de kalpten
çıkarılmaması gereken bir psikoterapidir. Ama insan öyle aptaldır ki, ölümü
hatırlamak ve yüzleşeceğini anımsamak yerine yok sayarak kaçıp kurtulabilme umudundan
bedel ödemektedir.
Ahiret inancı büyük bir huzur
kazandırır. Her ne kadar ölümsüz olmak istense de, ölümün bir başlangıç olduğunu
düşünmek nefsi arzulara uymamayı, hırslara gem vurmayı ve faniliğe kanmamayı
mukim kılar. Böylelikle dünya için değil ahiret için çaba sarf edilerek, ebedi
bir refaha kavuşturacak adalette tavizsiz olunabilecektir.
Kadere ve her işte bir hayrın olduğuna
iman öyle bir dayanma gücü sağlar ki, başa gelecek bütün olaylar karşısında
sabır verir. Ki, ne kadar kötü hale düşülürse düşülsün Allah’ın yeteceği inancı
ne isyana ne de başkalarına kulluk yaparcasına boyun eğmeye götürür.
Gelecekle ilgili her şeyin ruhsal ve fiziki
belirsizliğini koruması apaçık ortadayken; gerek politikacılara, liderlere ve gerekse
bilim adamlarına inanılıp güvenilmesi yığınsallığı kanıtlamaktadır. Ruhun özgür
olmayıp Mutlak İrade’nin etkisinde varlık göstermesi insana olan güvensizliğe
yeterli nedendir.
Nefisteki sonsuz heves, arzu, ihtiras
ve şehvetin süresi, ancak başa gelen musibetin tadılmasına kadardır. O an,
dünyaya karşı duyulan isteklerden vazgeçilir ve belâdan kurtulabilme arayışına
girmek suretiyle can derdine düşülür. Ve ne yazık ki, inanılıp güvenilen
beşerin tekbirini kurtarıcı olarak yanında bulamazsın. Böylece her şeyin hile,
aldatma ve görüntüden ibaret anlık bir yalan olduğu gerçeğini anlar.
“(Resûlüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten
kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok
değildir.” Ahzab 16
“Gaybın (geleceğin) anahtarları Allah'ın yanındadır; onları
O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında
bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi
bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” En’am 59
“De ki: «Ben, Allah'ın dilediğinden
başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer
ben gaybı bilseydim elbette daha çok
hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir
kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.»” A’raf 188
“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı
gelmekten sakının. Ne babanın evladı,
ne evladın babası namına bir şey
ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın
dünya hayatı sizi aldatmazsın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi
kandırmasın. “ Lokman 33
“İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden,
babasından, eşinden ve çocuklarından
kaçar.” Abese 34-35-36
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder