2 Aralık 2018 Pazar

Kaçıp kurtulmak imkânsız!

Öyleyse gelecek nedir; istikbal nerededir; yarın, kimin elindedir?

İnsan zihninin temel fonksiyonu her türlü önyargıdan arınmış bir gerçekçilik olmalıdır. Ancak nefsi ve yersiz gururu yüzünden fani olan geleceği öyle ebedileştirmiş ki, bizzat yaşadığı eceli dahi yok sayan bir duyguya kapılmıştır.

Gerçekte ne aklın, ne zekânın, ne bilgeliğin, ne cesaretin, ne azmin, ne tecrübenin, ne bilimin ne teknolojinin ne de gücün hiçbir önem arz etmediği; hayatı renklendiren birer bahane, araç ve sebepler dizisi olduğu muhakkaktır. 

Yeryüzünde vuku bulan ve başa gelen namütenahi olay ve gelişimlerin özünü örtbas eden fiziki oluşumlar ruhsal gerçeği öyle bloke ediyor ki, sanala ve abartılara ilgi duyulan fani dünya, hayat felsefesi yapılabiliyor.   

Oysa Einstein der ki; “Uzun yaşamımda öğrendiğim tek şey var: Gerçeklikle kıyaslandığında, tüm bilimimiz ilkel ve çocukça kalmaktadır.” Popper ise, “Yıldızlar âleminin sonsuzluğunu izlediğimizde, bilgisizliğimizin ne kadar sonsuz olduğunu anlarız.“

Gerçeği ve doğruyu bulabilmek için yapılması gereken tek şey, karşı konulan görüşlerde olduğu gibi kendi görüşlerin de aynı eleştirel anlayışla yaklaşılmasıdır. Diğer bir ifadeyle iğneyi önce kendine, sonra karşındakine batırmaktır. Dolayısıyla gerçekle yoğrulmuş bir siyasetçi, devlet adamı veya bilim adam kesin konuşmaktan ve spekülasyonlardan kaçmaya mecburdur.  Çünkü geleceği plânlamak gibi bir düşünce ne siyasetçiye ne de bilim adamına yakışır. Böylesine bir tavır ideolojik ve politik olduğundan gerçekle taban tabana zıttır.

“Bir kimseyi inada kapılmış çekişmeci ve kendi görüşünü beğenmiş görürsen bil ki, onun ziyanı tamamdır.” Hz. Muhammed

Görünen, işitilen, vaat edilen ne varsa kuşkuyla yaklaş ki, gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırabilesin. Aksi takdirde gerçek gibi görünen, bilinen ve güvenilen şeylerin aslında yalan olduğunu başka türlü anlayamasın.

İnsan neyin doğru veya yanlış ya da neyin gerçek veya yalan olduğuna dair kesin ve her zaman geçerli olabilecek yanıtları bulabilmenin peşinde olmalıdır ki, yarım bardak suya sokulan kalemin kırık görüntüsü misali aldanarak tuzağa düşmekten kurtulabilsin.

Seküler-laik ve demokratik, diğer bir ifadeyle nefsin önündeki bariyer ölümdür! Herkes geleceğin peşine düşer ama gelecekteki ölümü yok sayar. Dolayısıyla nefse odaklı her söz, düşünce ve eylemin amacı ne olursa olsun çürüktür. Çünkü insanın hâkimiyet kurarak hükmedebilmesi mümkün değildir!

Huzur, güven ve sabrın anahtarı ölüm gerçeğidir! Dolayısıyla her türlü sıkıntı, korku ve adaletsizlikleri gideren “ölüm hissiyatı” öyle bir ilaçtır ki, her an olsun ne akıl ne de kalpten çıkarılmaması gereken bir psikoterapidir. Ama insan öyle aptaldır ki, ölümü hatırlamak ve yüzleşeceğini anımsamak yerine yok sayarak kaçıp kurtulabilme umudundan bedel ödemektedir.

Ahiret inancı büyük bir huzur kazandırır. Her ne kadar ölümsüz olmak istense de, ölümün bir başlangıç olduğunu düşünmek nefsi arzulara uymamayı, hırslara gem vurmayı ve faniliğe kanmamayı mukim kılar. Böylelikle dünya için değil ahiret için çaba sarf edilerek, ebedi bir refaha kavuşturacak adalette tavizsiz olunabilecektir.  

Kadere ve her işte bir hayrın olduğuna iman öyle bir dayanma gücü sağlar ki, başa gelecek bütün olaylar karşısında sabır verir. Ki, ne kadar kötü hale düşülürse düşülsün Allah’ın yeteceği inancı ne isyana ne de başkalarına kulluk yaparcasına boyun eğmeye götürür.

Gelecekle ilgili her şeyin ruhsal ve fiziki belirsizliğini koruması apaçık ortadayken; gerek politikacılara, liderlere ve gerekse bilim adamlarına inanılıp güvenilmesi yığınsallığı kanıtlamaktadır. Ruhun özgür olmayıp Mutlak İrade’nin etkisinde varlık göstermesi insana olan güvensizliğe yeterli nedendir.

Nefisteki sonsuz heves, arzu, ihtiras ve şehvetin süresi, ancak başa gelen musibetin tadılmasına kadardır. O an, dünyaya karşı duyulan isteklerden vazgeçilir ve belâdan kurtulabilme arayışına girmek suretiyle can derdine düşülür. Ve ne yazık ki, inanılıp güvenilen beşerin tekbirini kurtarıcı olarak yanında bulamazsın. Böylece her şeyin hile, aldatma ve görüntüden ibaret anlık bir yalan olduğu gerçeğini anlar.

(Resûlüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir. Ahzab 16

“Gaybın (geleceğin) anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır. En’am 59

“De ki: «Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.» A’raf 188

“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmazsın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.  Lokman 33


“İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.  Abese 34-35-36 

Hiç yorum yok: