Çünkü
yargı, adalete bağımlıdır; dolayısıyla nasıl ki ruhsuz bir beden insan olamaz
ise, adaletsiz bir yargıda var olamaz.
Ancak ruhu reddeden seküler-laik düşünce
yargıyı hukukla özdeşleştirerek adaleti nefsanîleştirmek suretiyle öyle kıymış
ki, hukuka dayanan her yargı, adalet bellenebilmiştir.
Oysa hukuk, adalet değildir; adalet üretmekle
yükümlü olması gereken bir yasalar bütünüdür. Ancak o yasaların beşere ya da
vahye dayanmış olması adaleti doğurup doğurmayacağı gerçeğini ortaya çıkarır.
Yargı, adalet doğurmaya mahkûmdur; aksi
takdirde yargı değil sadece hukuk var olur ki, nefis tarafından eğilip
büküleceği kesinlik kazanır. Tıpkı seküler-laik odaklı ahkâmlar gibi!
Devlet, millet olmaksızın hiçbir güç ve
yetkiye sahip olamaz; devletin gücü ve yetkisi milletle orantılı değil ise,
vicdanın ve adaletin var olabilmesi mümkün değildir. Lakin devlet ve millet,
düşünce düzeyi itibariyle kendilerini nefse adamışlar ise, yine adalet olası
değildir. Çünkü her nefsi topluluğun bir doğrusu ve yanlışı olduğundan aleyhine
zuhur eden bir kararı adil kabul etmez.
Oysa
vahiy de adalet; canının, malının, ananın, babanın, kardeşinin, devletinin, milletinin
ve vatanının üstündedir! Dolayısıyla adalet, insanın, milletin, devletin ve
insanlığın bir şerefidir, namusudur, izzetidir, itibarıdır, gücüdür ve ahiretidir!
Adaleti delip geçen mazeretler, bahaneler veya
gerekçeler nefsin sığındığı üslerdir. Beşeri hukukta o üslerle inşa edilmiş
olduğundan savcısı nefis, hakimi de şeytan olmuş bir düzenden adalet
çıkmamaktadır.
Herkes adalet ister ama kimse o adaleti
ortaya koyacak vahyi hiç mi hiç umursamaz hatta var olmaması için korkuyla çığlıklar
atarak savaşır. Öyleyse adalet senin neyine gerek?
Öyle ki, terörist papaz Brunson’un
salıverilmesi ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve yargıyı vicdanen ve adaletten
suçlu kılsa da, millette aynı derecede suçludur. Çünkü kendini nefse adamış bir
düşünce düzeyinde çıkar, olmazsa olmaz bir gereksimdir. Yoksa beşere odaklı seküler-laik
bir düşüncede değil de vahyi bir yargılamada olunmuş olunsaydı ne ABD’nin
tehditlerine boyun eğilir ne FETÖ ve PKK at koşturabilir ne de papaz Brunson
gibi nice düşmanlar bağışlanırcasına serbest bırakılabilirlerdi.
Düşünün ki, doların artışı bile ömrünü savaş
meydanlarında geçirmiş milletimizi paniğe kaptırıp ‘bittik, mahvolduk, aç kaldık’ çığırtkanlıklarına götürebiliyor
ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dik durabilmesi mümkün müdür? Dolayısıyla Erdoğan ve muhalefet, milletin
aynasıdır!
Yasama ve yürütme
bağımsız mıdır ki, yargı bağımsız olabilsin?
İnsan, millet, devlet, dünya hatta kâinatın gıdası
adalet olduğundan yargının bağımsızlığı ne Allah ne de beşer nezdinde mümkün
değildir.
Asıl kahredici zillet, yargının bağımsızlığını savunanların
haçlı-siyonist güçlere olan bağımlılığıdır! Nefse karşı olan bağımlılığıdır!
Seküler-laik düşünceye olan bağımlılığıdır!
Bu
sebeple yargının bağımsızlığına vurgu yapmaktan maksat, Allah’ın indirdiği vahyi
hükümlerle muhakemeleşmek istenmemesi; yani adaletin reddedilmesidir.
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri
sürenleri görmedin mi? Tağut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde,
Tağut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar.
Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.“ Nisa 60
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder