Kendini
tanıyıp bilmeyen bir insanın bilen bir bilge olmasının ne bir faydası vardır?
Önce kendini tanıyıp bil ki, gıpta edip
rehber kıldığın başkalarının hayatlarının vereceği nefsi katkılardan
kurtulabil.
Bilmek ya da bilmemek eylemle diğer bir
ifadeyle mutlak bir iradeyle orantılı ise, hilkatteki bir eşin bilge yahut
egemen olabilmesi mümkün değildir.
İnsanın dünyadaki hayatı, aslında ana
karnında ve öldükten sonra kabirdeki beşeri yalnızlığından farksızdır. Ancak o
bunun bilincinde olmayıp, beşeri birlikteliğin yanılgısını yaşamaktadır.
Gökleri, yeri ve arasındakileri sahiplendiği gibi, hilkatteki eşlerini de
sahiplenerek güç, dost ve yardımcı görebilmekte, her türlü yaptırıma sahip egemen
güçler olduğu algısıyla vesvese yaşamaktadır.
Oysa insan, yaratılmış bir beşer olmasına
rağmen; neden bizzat içinde yaşadığı dünyayı ve kâinatı muhakeme edemiyor,
hiçbir dayanağı ve yaptırımı olmayan abartıların peşine takılıp gören bir kör,
duyan bir sağır ve hissetmeyen bir kalbe sahip olabiliyor? Bir an olsun
otokritik yaparak kendini, gelişmeleri, düzenleri, her türlü olayı tattığı veya
gözlemlediği olayları hiç sorgulamıyor mu? Neden sonuca değil de sebeplere
odaklanıp özden kopabiliyor?
Sürekli değişebilmeleri, güçlerini ve
dengelerini muhafaza edememeleri ve başkalaşım gösterebilmeleri, birbirlerine
karşı olan güveni sarsmamaktadır. Neden? Çünkü kul olmalarının getirdiği irade
yetersizliğinden!
Nefse iman edildiği seküler
bir düşünce düzeyinde değişim ile ilgili böbürlenmenin nasıl bir manipülasyon
olduğu kadere karşı etkisizliğiyle aşikardır. Dolayısıyla değişimin kadere
karşı yapılan bir başkalaşım değil kaderin ta kendisi olduğu baz alınmalıdır.
Acaba bilmek mi iyidir, yoksa bilmemek
mi ya da ruhi mi, bedeni olan mı? Çoğu kez bildiklerinden dolayı karşılaştığın
zarar, bilmemenin yararından çok daha fazladır. Bazen övünülen bilgi mahva ve
yok oluşa, cehalet ise saadete ve kurtuluşa neden olabilmektedir. Tıpkı
zenginlik veya fakirlik ya da saltanatlık veya pejmürdelik gibi!
Herhangi bir iktidara ve bilgiye
iradesel hüviyet kazandırarak eyleme dönüştürmek ve egemenlikle bütünleştirmek
nasıl mümkün değil ise, sefalet ve cehaleti de sefillikle örtüştürmek söz konusu
değildir. İktidar ve sefaletle, bilgi ve cehaletin şartlara göre saçtığı dehşet
ve neden olduğu vahşetin yanında hayırları da göz önüne alındığında, bu
ayarlamayı ve yönlendirmeyi yapan mutlak bir gücün varlığı açıkça
görülebilmektedir.
Her bilgenin bir cahil, her cahilinde
bir bilge olabildiği gerçek dünyada, acaba bilgelik ve cahillik iradesel mi,
yoksa kadersel midir?
Neden bazen bildiklerinden,
gördüklerinden, işittiklerinden ve araştırmalarından pişman olup, “keşke” bu
keşfi yapmasaydım; olaylara şahit veya varlıklara sahip olmasaydım veya irdeleyerek
gerçekle yüzleşmektense bitki misali bir hayat yaşasaydım diyebiliyorsunuz? Tıpkı
Einstein’ın keşfettiği atom bombasından duyduğu pişmanlık veya her insanın yaptığı
şeylerden sonra çıldırırcasına veya kahredercesine hayıflanmaları gibi! Ya da
asla kabul etmediğiniz ölümle nişanlanıp ölümü tanıyabilmek için yaşıyorsunuz?
Hatırlar mısınız; dünyaca ünlü Kevin
Carter adlı bir fotoğrafçı vardı. 1994 yılında Sudan’daki kıtlık sırasında ölümcül
açlığını giderebilmek isteyen bir çocuğun emekleyerek 1 km. ötedeki BM kampına
sürünerek gitmeye çalışmasını ve arkasında duran akbabanın çocuğu
parçalayabilmek için ölmesini beklemesiyle ilgili çektiği ibret vesikası
dehşetsi fotoğraf kendisine Pulitzer Ödülü kazandırmıştı.
Peki, sonra ne oldu?
Aradan 3 ay geçip, 1994’ün bir Haziran
günü bahçe sulama hortumunu araba egzozuna bağlayarak intihar etmişti. İntihar
etmeden önce bıraktığı notta ise;“Kendimi
normal insanlara yabancılaşmış hissediyorum. Objektif kapakları kapanıyor ve korkunç
kan görüntüleriyle karanlık yerlere doğru geriliyorum” demişti.
Daha niceleri…
Kendini nefse adamış
bir düşüncenin doğru veya yanlışı yoktur; sadece yaptığı vardır. Bu sebeple her
nefis için yaptığı ölçü olduğundan merhamet, hak ve adalet umurunda değildir.
Eğer ölümle her şey sona erebiliyor, hastalık ve sakatlıkların
kahır sonuçları engellenemiyor; musibetler durdurulamıyor ve eceller
belirlenemiyor ise; öyleyse bilmek ile bilmemek arasındaki fark nedir; bilim ve
teknolojinin üstünlüğü ve yaratıcılığı nedir; demokratik bir ortak aklın
yaptırımı nedir?
“Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür.
Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” Tevbe 116
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder