Kibirde
şeytanla yarışan insanın devleti de, politikacısı da, hükümeti de, yöneticisi
de, bürokratı da, zengini de, din ve bilim adamları da kibirlidir ama tanrılarmışçasına
sindirebilmektedirler.
Her ne kadar şeytan, ateşten yaratıldığını baz
alıp topraktan yaratılan insandan üstün olduğu çalımından yaratıcı Allah
tarafından lanetlenmiş ise de, insan gibi asla Allah’a ortak koşmamış;
reddetmemiş ve Allah’tan başkasını güç görerek ne ardına takılmış ne de fayda
yahut zarar göreceği umudu gütmüştür.
Ancak ateş gibi bir nefisten yaratıldığı
hezeyanına kapılmasından ebedi olarak lanetlenmiş olsa da, böbürtüde insandan
farklı olmadığı; hatta insanın çok daha beter olduğu azgınlaşan ve kendini
beğenen düşünce ve davranışlarıyla alenidir.
Nefsini Allah’a adamamış ve indirdiği
hükümleri hem sosyal hem siyasi hem de ekonomi hayatına ilke edinmeyerek dünya
hayatını ahirete tercih etmemiş ve Allah’ın yasalarına meyletmeyerek nefis
doğrultusunda kanunlar yapan her düzen, her devlet, her siyasi, her hükümet,
her yönetici ve her insan kibirlidir.
Gerek dindarı gerek dinlisi gerekse dinsizi
olsun öyle kibir içindedirler ki, Allah’ın kitabı Kur’an ve Resul’ünün sünneti
yerine batıl düşüncelerin egemenliğine razı olabilmesi apaçık kanıttır.
Dolayısıyla Allah ve Resul’e karşı kibir içinde olanların hilkatteki eşlerine
kibirli olmaları şeytanın durumundan daha bedbahttır.
Unutulmamalıdır
ki, şeytanın kibri yaratıcısı Allah’a değil, insanadır. Çünkü yaratıcısı Allah’ı
reddetmemiş ve ortak koşmamıştır.
Hiç kimse kibri ve kibirli olanı sevmez ama fırsat
yakaladığında, caka atacak makama, bilgeliğe veya zenginliğe kavuştuğunda,
övgülerle arşa yükselen iltifatları işittiğinde, ihtiyaç karşılayan veya hizmet
eden konuma ulaştığında kalbindeki kibri öyle açığa çıkar ki, şeytan bile
secdeye kapanarak tevbe eder.
Yardım ve hizmet öyle manipüle edilmektedir
ki, nefsi kazanımı için halkın gözünü boyama maksatlı basın çağrılarak
propaganda yapılır, şöhret ve gösterişte sınır tanınmamaya çalışılır. Çünkü
dil, her ne kadar “Allah rızası” dese de, kalbi ya sosyal ya siyasi ya da
ekonomik menfaat atar!
Bir devletin, milletin, meclisin, partinin veya
siyasinin kibirli olup olmadığı ya da insanlara tepeden bakıp bakmadığının
ölçüsü tumturaklı İslam’a olan bağlılığıdır. Diğer bir ifadeyle kendini dünya
menfaatlerine değil şüphe duymaksızın ahirete adamış olmasıdır.
Kimi politikacılar der ki, "Kibir,
siyasetin zehridir. Aramızda makam mevki budalalarının yeri yoktur. Aramızda
şan, şöhret sevenlerin yeri yoktur. Bizim aramızda insanlara tepeden bakanlara
yer yoktur, olmayacaktır, olmamalıdır."
Oysa gerek iktidar gerek muhalefet partileri gerekse
hizmetlerindeki memurlar ya da çalışanlar dahi kibrin abideleri ise, seküler-laik
sistemin içinde kibrin olmaması mümkün müdür?
Öyle gariptir ki, kendileri istediklerinde mütevazılıkten
neredeyse kırılırlar ama bir sorununuzdan dolayı görüşmek istediğinizde ise
kapı-duvar olurlar. Çünkü o sırada gösteriş yapabilecekleri bir medya yoktur!
Hele de cihadı ve şeriatı yani hâkimiyetin
kayıtsız-şartsız Allah da olduğunu savunan birisi isen, bırakın görüşmeyi
aradığınız telefon numarasını bile değiştirirler.
Beşer için çalışanın, mücadele edenin, hizmet
yapanın, yardımda bulunanın ve ölüme koşanın alacağı karşılık ancak beşerin
verebileceği ölçüdedir. Beşerinde ne kadar nankör ve hain olduğu Kur’an’daki
birçok ayetle belirlenmiştir.
Allah’ın hükümlerine kulluk etmekten kibir
duyanın çıkar amaçlı alçakgönüllülüğü öyle bir aldatıcılıktır ki, güvenildiği
andan itibaren komadaki hasta misali hayatı faaliyetlerini yitirtir ve rüzgârın
tarladaki bitkileri bir o yana bir bu yana sallaması gibi çerçöp eder bırakır.
Müslümanlıktan başka bir şeref, izzet, itibar
ve güç arayan devlet, meclis, siyaset ve yönetici şeytanın ta kendisi hatta
daha beteridir!
Hz. Ömer, bir gün, Şam’ı ziyaret ettiğinde
ordusunun komutanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh, büyük bir kalabalıkla kendisini karşıladı.
Şam’a giderken, kendisine refakat eden kölesinin devesi rahatsızlanmış ve kendi
devesini kölesiyle paylaşıp sırayla biniyorlardı. Uzaktan bakanlar, deveye
binmiş köleyi halife yani devlet başkanı; devenin yularını çeken Hz. Ömer’i de
köle zannediyordu. Bunu gören komutan Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Hz. Ömer’in yanına
giderek, dedi ki, “Efendim, bütün Şamlılar,
bilhassa Rumlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler, Müslümanların büyük halifesini
görmek için toplandılar, size bakıyorlar, bu yaptığınızı nasıl izah
edebilirsiniz; sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler?”
Komutanın kibir içerikli bu kompleksli
telaşı karşısında Hz. Ömer şöyle cevap verdi. “Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler,
insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte, süslü elbise giymekte ve saltanat
içinde yaşamakta sanacaklar. Biz daha önce zelil ve hakir bir kavimdik. Allah’ü
Teâlâ bizleri Müslümanlıkla şereflendirerek yüceltti. Bundan başka şeref
ararsak, Allah’ü Teâlâ bizi zelil eder, her şeyden aşağı kılar.”
“Bizim ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara
gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete
giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” Araf 40
“Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince
onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik. “ Araf
166
“İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve
(vahye dayanan) aydınlatıcı
bir kitabı olmadığı halde, sırf Allah yolundan saptırmak için yanını eğip
bükerek (kibir ve azamet
içinde) Allah hakkında tartışmaya
kalkar. Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı
azabı tattıracağız.” Hac 8-9
“(Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki:
«Şüphesiz Allah size gerçek olanı vadetti, ben de size vadettim ama, size
yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi
(inkara) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin,
kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz!
Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı reddettim.» Şüphesiz
zalimler için elem verici bir azap vardır.” İbrahim 22
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder