En önemli şeyin “dini
olmak mı yoksa milli olmak mıdır” sorgusu; dünya ile ahiret, diğer bir
ifadeyle fanilik ile bakilik tercihini de ortaya koymaktadır.
Hem
dini hem milli olmak fevkalade gizemli öyle bir paradokstur ki, hangi davanın neferi
olunması gerektiği ikilemi ve güvensizliği doğurduğundan şeytanın baştan
çıkaran mükemmel bir avcılığıdır.
Ancak
tıpkı ruh ve bedenden ibaret insan misali gerek dini gerekse nefsi bir milli
olmak, adaletin topal kalmasına neden olur ki, zaten ateist köklü seküler-laik
ve demokratik düzende ruh reddedildiğinden beyin yani bedenin hâkim kılınıyor
olmasıyla benlik öne çıkmakta; dolayısıyla kendinden başkasını düşünmemeye
götürmektedir.
Başta Türkler olmak üzere diğer Müslüman toplumlar milliyetçileşmeleri akabinde iktidarlarını, dolayısıyla devletlerini yitirerek darmadağın oldukları tarihle kanıtlıdır. Oysa varlıkları öncesinde tek hedefleri ALLAH’a ortak koşmadan kulluk yapmak ve hükümlerini galebe çalabilmek maksadıyla İslam dinini egemen kılmak suretiyle devasa güçlere ulaşmışlarken; şımararak güç ve zaferlerini kendilerinden bilmeleriyle milliliğe dinden daha fazla önem vermiş olmalarının bedelini düşmanlarına karşı alçalarak ödemişler ve ödemektedirler.
Başta Türkler olmak üzere diğer Müslüman toplumlar milliyetçileşmeleri akabinde iktidarlarını, dolayısıyla devletlerini yitirerek darmadağın oldukları tarihle kanıtlıdır. Oysa varlıkları öncesinde tek hedefleri ALLAH’a ortak koşmadan kulluk yapmak ve hükümlerini galebe çalabilmek maksadıyla İslam dinini egemen kılmak suretiyle devasa güçlere ulaşmışlarken; şımararak güç ve zaferlerini kendilerinden bilmeleriyle milliliğe dinden daha fazla önem vermiş olmalarının bedelini düşmanlarına karşı alçalarak ödemişler ve ödemektedirler.
Bedeni bir millilik, vahyi nefisleştirme manipülasyonudur!
Bu
sebeple Allah indinde millilik, dini bir millilik olup; geri kalan ruhun
bedenden ayrılmasıyla gerçekleşen ceset misali ölülüktür.
Şeytanı temsil eden benlik öylesine
aldatıcı ve korkunçtur ki, çıkarı gördüğü şeyler adına tartışılmaz vahyi değerleri
sattırması yanı sıra, hiç aldırış etmeksizin dostu düşman, düşmanı da dost
ettirebilen bir virüstür. Geçici menfaatler söz konusu olduğunda nefis öyle azgınlaşır
ve yoğunlaşır ki, milliyetçilik adına kayırmacılıklar, haksızlık ve
adaletsizliklere neden olabilecek eylemlerde bulunulur; hakkı ve insanlığı
yontan akıl almaz sapkınlık ve canavarlıklar hukukla ilişkilendirilerek
meşruiyet sağlanır.
Fıtratsal farklılıklar, dini ve milli
ayrıcalıkları doğurarak evrensel değerler olarak düşünce ve sistemlere kazınır.
Hiç kimsenin hangi renkte, ırkta, soyda, ailede veya ülkede yaratılacağını
seçebilme iradeleri bulunmadığı gibi, işlerini, görevlerini, milletlerini ve dinlerini
de tayin edebilme özgürlükleri yoktur. Ruhları programlayarak tarihi yazan yaratıcı
Allah, bu tür farklılıkları zenginliğinden, ilminden, kudretinden ve kurguladığı
kâinatsal düzendeki bilinemeyen bilgisinden, yani “bir bilgi”ye göre
yaratmaktadır. Eğer dileseydi dünyayı tek bir milletten, dinden, kültürden ve ırktan
meydana getirirdi.
Vatan adına can verilen toprakların
önemi olsaydı; namütenahi bir azamilikte el değiştirmez, canlar verilerek
korunan veya alınan topraklar masa başında terk edilmez; dolayısıyla binlerce
ulusa ve medeniyete ev sahipliği yapılmamak suretiyle milliyetçilik baki
kılınırdı.
Eğer bir ülke sınırları içinde veya
dışında onlarca değişik dinsel ve etniksel mücadelede bulunularak vatan adına
söz konusu topraklar için kan dökülüyorsa, o diyarı herhangi bir ırkın tek
başına sahiplenebilmesi meşru değildir. Ancak vahiysel çıkarlar hariç!
İnsanoğlunun yeryüzüne dağılarak farklı
milletler olarak devletler kurması özgür iradeleriyle sağladıkları bir yapılaşma
değildir. Eğer öyle olsaydı geçmişte var olan çok güçlü milletler ve devletler
yok olmaz; dolayısıyla yerlerine yenileri gelmezdi. Milletlerin var oluş ve yok oluş süreçlerini
takdir eden ve hükme bağlayan yaratıcı Allah, nasıl geçmişte birçok toplumu
yokluğa gönderip yerine başka toplumlar getirdiyse, aynısını tekrar yapabileceğinden
şüphe yoktur.
Dolayısıyla
geçmişteki hangi millet ve devlet ebediyeti yakalamış ki, günümüzdeki ve
gelecektekiler yakalayabilsinler?
Düşünüyorum da, özen ve meşakkatle yapılan
eserler, canlar verilerek kurulan devletler, hiç ummadığın bir sırada
darmadağın edilerek yok olabiliyorlarsa, milliyetçilik nedir? Yeryüzünde var olan
her şeyin nasıl var olma tarihi var ise, birde “son kullanma tarihi” vardır. Zaten milliyetçilik anlayışlının
beyhudeliğini de kanıtlayan “son kullanma tarihi” değil midir?
Ancak bu tarih hiçbir zaman
bilinmemektedir. Dünya yaratıldığı andan itibaren binlerce hayvan, bitki,
insan, cin, ülke ve topluluk; zayıflığı veya gücüyle, zenginlik ve
fukaralığıyla, bilgi veya cehaletiyle,
özgürlüğü veya esaretiyle belirli sürelerini tamamladıktan sonra, tıpkı bir
masal veya rüya misali silinip süpürülmüşlerdir. Yaratıksal ve milli hiçbir
irade bu gerçeği değiştirememiş, geciktirememiş ve engelleyememiştir.
Öyleyse ebedi olduğuna inanılarak
uğruna canlar verilen milliyetçiliğin önemi nedir?
Varlığını muhafaza edemeyen, ömrünü
belirleyemeyen ve yarın ne olacağını bilemeyen bir insanın hatta milletinin
iktidarından, zenginliğinden, gücünden, bilgisinden ve iradesinden ne olur?
Neden yaratıcı Allah, milli birliğe
değil de yalnızca dini birliğe hükmederek, “Müminler kardeştir” buyurup diğer düşünce ve
inançta olanları düşman kabul etmektedir? Neden küfrü imana tercih eden baba ve
kardeşi hasım ilan ederek, veli veya dost edinilmemesini; hatta edinenleri
zalimlikle yaftalamaktadır? Neden yargı karşısında Müslim-gayrimüslim ayırımı
yapmaksızın ve hiçbir kayırıma gidilmeksizin adaletle hükmedilmesini istemekte;
bırakın milli bir dayanışmayı, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de
olsa, hatta bir millete duyulan kinin bile adil davranmaya itmemesini
emretmektedir?
Allah, ulu zat-ı dışındaki her türlü
düşünceye, amele, anmaya, birlikteliğe,
hislere, milliyetçiliğe, dayanışmaya, üstün tutmaya, sevgili olmaya, övünmeye,
tazimde bulunmaya, kayırmacılığa, ortak koşulmaya, haksızlık ve adaletsizliğe
karşıdır.
Milliyetçilik, Müslümanlar için öyle şirksel bir zehirdir ki,
İslam’dan uzaklaştıran şeytani bir vesvese olmasıyla birlikte insanlık
karşıtlığıdır. Dolayısıyla aynı milletten olunan bir küfür ehliyle birlik
olabilmek mümkün müdür?
“Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.” Hud 118
“Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine
kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.” Şura 8
”Ey insanlar! Allah dilerse sizi
yokluğa gönderip başkalarını getirir; Allah ona kadirdir.” Nisa 133
“Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez.” Hicr 5
“Ey iman edenler! Adaleti
titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa
Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah
onlara (sizden) daha yakındır.
Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz
ki) Allah yaptıklarınızdan
haberdardır. “ Nisa 135
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veli
edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin
kendileridir.”Tevbe 23
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir
topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok
yakışan (bir davranış) tır. Allah'a
isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.” Maide 8
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin
arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.” Hücurat 10