Vahiy yaratılışı; bilim
tahmini güder. Dolayısıyla vahiy mutlak; bilim nazariyedir!
Eğer yaratan ve öldüren
ALLAH ise, beşerin konumu yaratık olmaktan öte nedir?
Vahye
karşı sürdürülen bilgi ve irade yarışıyla rakip olabileceğini düşünen seküler-laik
pozitivistler, diğer bir ifadeyle kâfir, münafık ve atesitler, toplumları vahiyden uzaklaştıracak bilimsel
telkinleri ne kadar abartsalar ve makyajlasalar da, iddia ettikleri vahiysiz
bir bilim ve akıl ile insanları ayetlerden uzaklaştıramadıkları gibi,
yaratıcılık vasfı kazanabilmek adına bilimi de paçavraya dönüştürerek dünyayı
cehenneme çevirip sapıklaştırmaktadırlar.
İslam
yerine hümaniteyi; vahiy yerine bilimi; kulluk yerine özgürlüğü; kader yerine
iradeyi; iman etme yerine benliği; ruh yerine beyni ön plana çıkartıp üstün
kılabilmek adına Allahsız beşeri bir düzen inşa edebilecekleri hezeyanlarıyla çırpındıkça
battılar, makyözlükten öte hiçbir ilerleme kaydedemediler. Dolayısıyla ne ölümü
durdurabildiler, ne yaşamı belirleyebildiler, ne hastalıkları engelleyip mutlak
bir şifayı gerçekleştirebildiler; ne sıkıntıları yok edip insanlığı mutluluğa
ulaştırabildiler; ne de kötülük ve musibetleri kökten kesebilecek bir mutlakıyeti
yaratabildiler…
Ki, tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak tarihe
geçen Isaac Newton’un evrene bakışı; “Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların
harika sistemleri, yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir.
Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil her şeyini yöneten Allah’tır.”
Bilimi vahiy ışığında güderek toplumların huzur ve refahı
için değil, savaşsız mahvedebilmenin yolu görerek akılları karıştıran seküler-laik
çevreler, her ne kadar sokak teröristleri gibi ellerine silah alıp
öldürmüyorlarsa da gerçeği örtbas edebilme maksadıyla insanları asileştirerek,
nankör ve hain bir zümreye sokmaklarından silahlı teröristlerden daha beter bir
bilimsel terör doğurmaktadırlar.
“Bilgi
hazinelerine ulaşabilen insanların sayısı ne kadar artarsa, dini inançlardan
kopuş da o kadar yaygınlaşır.“ S.Freud
Azgın bir suçluya idam, yaratıcı ALLAH’ın kayıtsız-şartsız
bir hükmüdür. Dolayısıyla herhangi bir düşüncenin veya beşerin karşı çıkması
potansiyel bir suçlu, diğer bir ifadeyle terörist, katil, cani, tecavüzcü, ahlaksız,
çocuk tacizcisi, ırz düşmanı, jenosit, gaddar veya şeytan olduğunu kanıtlar.
Öyleyse neden karşı
çıkılıyor diye sorulacak olursa; Allah’a
boyun eğmemek ve fırsat yakaladıklarında yapacakları sapıklıklardan
kurtulabilmek için. Dolayısıyla insanın nasıl hayvanlaştırıldığı müebbet cezaya
razı gelip idam edilmeye karşı çıkmasıyla kanıtlıdır!
Albert Einstein’in de ifade ettiği gibi; “Karşılaşılan
önemli yaşam sorunları, o sorunları ortaya çıkaran düşünce düzeyinde çözülemez.”
Bu
sebeple ana-baba ve çocuklar başta olmak üzere insanlığı perişan eden terörist,
sapık ve ahlaksızlıkta sınır tanımayanlara layık görülen idamsız bir ceza asla
çözüm değildir.
Ki,
yarattığı kuluna yaratıcısından daha sevgili ve adil başka biri olabilir mi ki,
hümanist odaklı canavarlar taktıkları maskelerle kendilerini üstün kılmaya
çalışarak örtbas etmeye kalkışmaktadırlar.
Özellikle psikanalizde her şey bir hayal ürünü;
psikoterapi de apaçık bir mastürbasyon olmasına rağmen seküler bilimin çare
üretebilmesi mümkün değildir. Zaten var olan tehdidi ortaya çıkaran p bilimin
argümanlar ve fanteziler değil midir? Dolayısıyla
gerek bilim insanları, gerek nörologlar, gerek psikiyatrlar, gerek psikologlar,
gerek toplum bilimciler, gerekse hukukçuların çare üretebilmeleri söz konusu
değildir. Çünkü yaratan kendileri olmadığından idamsız bir çözümleri
bulunmamakta ve bulunabilmesi de imkânsızdır.
Bir tarafta elinde sadece gözlemleme ve örnekleme metoduyla
yola çıkarak rastlantısallığa dayanmış bir bilim var; diğer tarafta o bilimi ve
insanları yaratan bir ALLAH; vahiy ve Kur’an var. Hangisi doğrudur?
"Uzun
yaşamımda öğrendiğim tek şey var. Gerçeklikle kıyaslandığında, tüm bilimimiz
ilkel ve çocukça kalmaktadır."
A.Einstein
Dolayısıyla azgın bir suçluyu ancak yaratıcısı ALLAH durdurur
ve nasıl durdurulacağıyla ilgili vahyettiği Kur’an ile hükümlerde bulunur. Eğer
bulunduğu hüküm o suçlunun idam ile cezalandırması ise, başka bir çözümün
olmadığı ortaya çıkmaktadır ki, tartışılacak hiçbir şey yoktur.
Şüphesiz şeytanın olduğu her yerde suç ve sapıklık olduğu
gibi, Kur’an’ın olduğu her yerde de idam kaçınılmazdır.
Ya uyulur ya da uyulmayarak
yaşanılan dehşetsi fiiliyatlarla cebelleşilir!
“Allah ve
Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni
bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da
bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar
için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33
“Ey iman
edenler! Adaleti titizlikle ayakta
tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik
eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz
ki) Allah yaptıklarınızdan
haberdardır. “ Nisa 135
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder