29 Temmuz 2018 Pazar

Ne kadar hoş görünmeye çalışılsa da…

Asla razı olmazlar!

Her ne kadar siyaset arenasında egemenliklerini kabul edip laik ve demokrat arzularına uyulsa da Müslüman olunmasından dolayı sindirebilmeleri mümkün değildir.

Öyle ki, gerek IŞİD gerek El Kaide gerekse başka cihad ehline düşman olunması, savaşılması, dışlanılması, aynı üslupların kullanılması, cihada karşı kurulan koalisyona katılması dahi yaranmaya yeterli değildir.

Menfaate dayalı ilişkiler ancak bir yere kadardır; o da din kuvveti ile birlikte kırılmaya mahkûmdur.  Dolayısıyla Müslüman ile gayrimüslimlerin devlet arası müttefiklikleri kesinlikle söz konusu değildir.

Kur’an’ı Kerim kendileri için öyle bir tehlike ve tehdittir ki, elde edecekleri diplomatik çıkarları dahi umursamamalarına neden olmakta; dolayısıyla din gerçeği maskelerini düşürmektedir.

Amaçları Müslümanları Kur’an’dan vazgeçirmek olup, laiklik ve demokrasi manipülasyonuyla ayetleri eğip büktürmek ya da inkâr ettirmek suretiyle kendilerine uydurmaktır.

Dinlerine uyulmadıkça hıristiyan ve yahudilerin Müslümanlardan razı olmayacakları yaratıcı Allah tarafından açıkça bildirilmiş ise, Allah’tan daha mı iyi bilinmektedir ki, doğruya, huzura, güvene, refaha ve iyiye kavuşulabileceği sanılmaktadır? 

Allah’ın dinini yeryüzünde hâkim kılabilmek amacıyla indirdiği hükümleri anayasa yapabilmek için cihad eylemini şer gören haçlı-siyonist’lerle birlik olmak, onlardan olmak değil midir?

Haydi, Müslümanları öldürdükleri gerekçesiyle karşı çıkıldığını varsayarsak, ABD, Rusya, AB ve diğer haçlı-siyonistler Müslümanları kadın-çocuk demeden katletmiyorlar mı? Ki, cihad ehli,  Müslümanları değil, Müslüman maskeli münafıkları cezalandırıyor!

Haçlı-siyonist’lerin kendi egemenlikleri veya demokrasi uğruna yaptıkları savaşları meşru kabul edilip de; Allah adına yapılan cihadların gayrimeşru ya da terör sayılabilmesi hâkimiyetin beşerde olduğu inancını kanıtlayan bir şirk değil midir? 

Hıristiyan ve yahudileri, Allah’tan üstün güç görürce yaptırım sahibi yaparak arzularına uymak ya da takiyye ile gizlenmek, saklanmak veya korunmak amaçlı tehlikeden arınabilme düşüncesi de bir ortak koşmadır. Musibetleri yaratan da, kayıran da, dilediğine zarar verip dilediğini koruyan da, kaderi yazan da Allah değil midir?

Onlarla girişilen dostluk ilişkileri ve elde edilen kazanımların nasıl yanıltıcı oldukları dönüşün Allah’a olmasıyla kanıtlıdır. Allah’tan daha kuvvetli bir mutlaklık ne hıristiyan ne yahudi ne de başka bir beşeri güçte bulunmadığı aşikârken; ayetleri satacak ve ahireti dünyaya peşkeş çekebilecek kazanım ne olabilir?

Sonuçta dünya, içindekiler, kıymet biçilmez eserler, fikirler yok olacağına göre; geri kalanın ne olacağı idrak edilebildiğinde; yaratıcı Allah’ın dünya nimetleri gibi az bir bedele satılamayacağı anlaşılacaktır.

Dolayısıyla fani olan değil, baki olan insana lazımdır! Hıristiyanlar, Yahudiler veya diğerleri bakilik verebilir mi?
“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. Bakara 120

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. Maide 51

“Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” Tevbe 73
  
“Ey Peygamber! Allah'tan kork, kafirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Ahzab 1


“Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol bulamazsın!” Nisa 88  

27 Temmuz 2018 Cuma

Faniliği umursama…

Dünyadaki kıymet ve kuvvetlerinde fani olduğunu asla unutma ki, bakilikle ulaşacağın zafere kavuşabilesin.

İnsanların neredeyse tamamı dünyanın yalan, oyun, oyuncak, aldatma ve eğlence olduğunu; bir saniye sonra gelecek ecelleriyle öleceklerini bildikleri halde heva ve heveslerine kapılarak nefislerine yenik düşebilmeleri ancak kaderlerinin bir tutsağı olmalarından başka bir şey değildir.

Yoksa doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırarak muhakeme yetisine sahip olmak suretiyle aklıyla övünebilen bir insanın bildiklerinin aksine bir düşünce ve davranışta bulunabilmesi mümkün değildir. Ya da görünen veya okunan bir şeyin farklı yorumlarla tarifi mümkün müdür?

Diyelim ki; Allah’a, ahirete, vahye, bakiliğe, yeniden dirilmeye inanmamak; ya da şüphe duyarak agnostik bir kararsızlık içinde olmak dünyanın fani olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyorsa; beklenti ne olabilir ki dünyaya tamah edilebilmektedir?

Beterin daha beterinin yaşandığı dünyada vuku bulan olaylar öyle sayısız ki, sevgi ile nefret; dost ile düşman; barış ile savaş; mutluluk ile dehşet, korku ile güven, huzur ile felaket, kayıp ile kazanç, galibiyet ile yenilginin her çeşidi görülmekte; başa gelen bitmek tükenmez hadiseler birbirlerini aratmaktadırlar. Ancak yine de kötü duruma düşme gerçeğini idrak edemeyen insan, kıyastan kaçınarak ne haline razı olmakta ne de sabrederek daha beterine uğramadığından şükredebilmektedir.

M.Ö 535-475 yılları arasında yaşamış olan filozof  Herakleitos; “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir".sözü, seküler laik ve demokrat politikacı ve bilim adamları tarafından öyle manipüle edilerek yüzeyselleştirilmiş ve makyajsı bir tadilata indirgenmiştir ki, fıtrat ve kader, iddia edilen bir değişimin olamayacağına apaçık bir kanıttır.

"Benim tek yaptığım, Allah’ın yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek. Bu, Allah’ın eseri, benim değil." G. W. Carwer

Mümkün olan bir şey, başlı başına bir şeyi yoktan var edemediğinden özdeki bir değişim imkânsızdır. Çünkü o,  kendinin malik olmadığı bir şeyi kendi dışındaki şeylere vermek olanağına sahip değildir. Nasıl ki sıfırdan pozitif bir sayı türetmek mümkün değil ise, mümkün olmayan bir şeyden de yeni bir şey meydana getirmek ya da inisiyatifi bulunmayan bir şeyi dileği doğrultusunda güdebilmek mümkün değildir.

Şöyle ki, her sabah güneş doğar hatta başka başka şekillerde de doğup, her akşam başka başka da batar. Lakin o güneşin başkaca doğup batmış olması hiçbir zaman gerçeğini, diğer bir ifadeyle özünü etkileyip başkalaştırmaz.

Haydi diyelim daha iyi, daha güçlü, daha mutlu, daha zengin, daha refah, daha kalkınmış, daha güvenli, daha yenilmez olabilmek için çabalanılıyorsa; sonunda ölüm yok mu ki, vazgeçilmez bir kıymet taşıyabilsinler?

Hem doğarken ölümle nişanlanacaksın; hem ölümü tanıyabilmek için yaşayacaksın; hem ölmekten yahut öldürülmekten kaçıp kurtulamayacaksın; hem de ecelini ne ileri ne de geri koyabilecek bir bilgiye sahip olamayacaksın; birde kalkıp fani dünyaya meyledip dilediğin değişiklikleri yapmak isteyerek hakkında yazılmış olan kadere meydan okuyacaksın.

Oysa muhakeme yetisi olan bir insan ancak baki olana iman eder. Geri kalan faniliğin ve fanilerin tamamı yalandır; dünyanın cazibesine kapılan insan, faniliğin abartısıyla öyle tükenir ki, bakiliğe inanmış olanlar dahi yontuldukları dipten çıkıp kurtulamazlar.

Bilinmelidir ki, her ne gerekçeyle olursa olsun fani dünya hayatının menfaatlerine odaklanmış ölümlü bir insanın bakiliğin değil de faniliğin peşinde koşarak eğlenceye tav olabilmesi özgür değil kul olduğunun bir kanıtıdır! Aksi hâlde faniye umut bağlar; fanilikten medet umabilir miydi?

“Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; (bununla) sadece fani dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz. Yunus 23

“Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bakidir. Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükafatlarını vereceğiz. Nahl 96

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.Hadid 20


“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı! Ankebut 64

26 Temmuz 2018 Perşembe

Hani FETÖ teröründen taviz yoktu…

Sesin ne kadar yanıltıcı olduğu papaz A. Brunson’un cezaevinden tahliyesiyle bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bataklıktan çıkabilmek için debelenen kimsenin çıkardığı sesler kurtulma çabası olarak algılansa da, o sesin ulumaktan farksız bir çırpınış olduğu zaman içinde anlaşılmaktadır.

Terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işleyerek casusluk yapan papaz Brunson’un sağlık nedenleri gerekçe gösterilerek eve çıkarılabilmesi hazmedilemez öyle bir yenilgi ve teslimiyettir ki, sözde şahlanan Türkiye’yi bataklığa gömmektir.

Papaz Brunson’un tahliye edilmesiyle ilgili aylardır süren pazarlık ve ABD tehdidi kısmen karşılık bulmuş; dolayısıyla ceberut ABD, eskiden olduğu gibi Türkiye’yi dize getirmiştir. Böylece tellakların değişmiş olması eski hamam eski tas durumunu farklılaştırmamıştır.

Bu sebeple söylenebilecek tek şey, ABD güdümündeki müstemlekeliğe devam ettiğimiz; dolayısıyla ne dünya beşten büyüktür, ne one minute’, ne FETÖ ile mücadele, ne lider Türkiye, ne de İsrail karşıtı sözlerin fiziki yani eylemsel hiçbir yaptırımının olmamış olmasıdır.

Bakın, Brunson’un ev hapsine alınmasıyla ilişkin ABD dışişleri bakanı Mike Pompeo demiş ki, “Karar olumlu ama yeterli değil. Brunson aleyhine güvenilir bir kanıt görmedik.”  
Papaz F. Gülen hakkında da güvenilir bir kanıt görmediğinden yargılanmak üzere Türkiye’ye iade etmeyen ABD değil mi?

Ayrıca hükümette diyordur ki, ancak bu kadarını becerebildik, gerisini CIA’ye bırakarak Hoolywood filmlerinde olduğu gibi kaçırılarak ABD’ye götürülmesi size kalmıştır.

Aslında gerek FETÖ gerek PKK gerekse İsrail terörlerinin bayraktarı ABD ama kendini Allah’a adamış bir devlet ortaya çıkarak hakkettiği yanıtı veremiyor.  Aksi takdirde hak ve adalete karşı savaşan ABD hoyratlığı mümkün olamazdı.

Avrupa Hun İmparatorluğunun hükümdarı Attila der ki; Yüksek Roma duvarlarının, atlarımızın nal sesleriyle yıkılmasını bekleyemeyiz.

Müslüman milletimiz her daim aslan olmuştur ama diplomasi denen sömürgeci çıkarcılık bizi öyle kuşa çevirmiş ki, kıyameti koparacak aslanlığımızla maalesef ABD tutsaklığı yıkılamamıştır. Çünkü verilen yetkiyle ihanete sapılmıştır.

Artık amansız FETÖ’cü terörist papaz Brunson’un tahliyesiyle ABD boyundurukluğu altındaki müstemlekeliğimizi kanıtlamış; hapishanelerde yatan diğer FETÖ ve PKK’ı teröristlere de ev hapsi hakkı doğmuştur.

Dolayısıyla ABD zulmüyle kısılan seslerin nara olamaması, para için her şeyi göze alan satılmış ruhlardandır.


“Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!” Nur 50

23 Temmuz 2018 Pazartesi

Atatürk’ten öyle korkuyorlar ki…

Kemalistler bile yanlarında cesur ve dürüst kalmaktadırlar!

Muhakeme yetisi olmayan Safiye İnci adlı bir kadın, Anıtkabire yaptığı ziyarette Atatürk’ü sevmeyip nefret ettiğini; geldiğinden utanıp pişmanlık duyduğunu ve Atatürk’ün, Tayyib’in boku bile olamayacağını ifade etmesi fevkalade iğrenç, bayağı ve adi bir üsluptu. 

Oysa Atatürk, hem hiçbir etkisi olmayan beşeri bir ölü hem de üstün kıldığı Tayyip, Atatürk ilke ve inkılâplarına boyun eğip kendisini devletin tanrılığına oturtmuş bir kişi. Dolayısıyla hiçbir açıdan kıyasları mümkün değil!

Ancak çarşaflı o kadının Atatürk’e galiz hakaretleri söz konusu o çevreyi ürküterek, kadını kerhanede çalışan orospudan daha beter hale getirmelerine sebep oldu. Hele fırıldaklık ve cambazlıkta sınır tanımayan Melih Gökçek adlı bir AKP’li, o kadından farksız bir davranışta bulunarak iftirada öyle ileri gitti ki, başka bir kadının açık fotoğrafını kullanarak aklı sıra aşağılamaya kalkıştı.

Hâlbuki hem kendi karısı hem de partisindeki bakanlar dâhil olmak üzere birçok AKP’li açık ve ifadelerine göre Müslüman değiller mi ki, açık-kapalı üzerinden Atatürk’e yapılan hakareti, aslında açık olan çarşaflı o kadının bir provokatif olduğu algısıyla tahrikçiliğe kalkışabilmiştir. İnançlarına göre sadece çarşaflılar Müslüman ve AKP’li ise, açıklar kimdir ve AKP’de ne işleri vardır? Ayrıca AKP’nin İslam esasları doğrultusunda bir parti olmadığını Başkan Erdoğan beyan etmemiş miydi? 

Öyleyse onlara ne oluyor ki, şerefsizlere ve idrakten yoksunlara mahsus o hakaretlerin örtülü ya da örtüsüz bir kadın tarafından yapılmış olunmasından elem duyabilmekte ve aleyhlerine tertiplenmiş bir komplo olarak görebilmektedirler?

Atatürk ne yaptıysa diriyken yaptığına göre; öldükten sonra ne yaptırımı olabilmiş ki, Atatürk’ün şahsına, kabrine ve ailesine yüklenilebilinmektedir?

Haydi, o kadını yereceklerine cesaretleri var ise,  Atatürk ilke ve inkılâplarını değiştirsinler!
O kadının ifadelerinden anlaşıldığına göre bir AKP seçmeni! Oysa CHP’liler çarşafları sokak ortasında paramparça yaparlarken ve Peygamber Efendimize akıl almaz hakaretler düzerken partilerinden hiçbir tepki almamışlardı.

Arkadaş! Atatürk’e devletin mülkiyetini veren iktidarlar değil midir? Atatürk’ü devletin başına tanrı olarak oturtan onlar değil midir? Atatürk ilkelerine bağlılık yemini ederek izinden giden onlar değil midir? Atatürk’ün kabri başında kıyama duran, mozolesine çelenk bırakırken rükûa varan iktidarlar değil midir? Atatürk’ün anıt defterine yolunda ilerleyeceğine dair sözler veren Başkan Erdoğan gibi hükümetler değil midir? Mahkeme salonlarında dahi Atatürk ilkeleri doğrultusunda muhakemeleşmeyi meşrulaştıran onlar değil midir?

İslam karşıtı Kemalistler ve solcular ile sözde İslam lehtarı muhafazakâr demokratlar ve kimlik Müslümanların paydaşları nedir bilir misiniz; taktıkları Atatürk maskelerdir. Yoksa hiçbiri Atatürk’ü umursamamakta; nefsi çıkarları uğruna kullandıkları Atatürk’ün de onların ne sevgi ne de nefretlerini umursamadığı muhakkaktır.

Böylece bir ölünün dirileri nasıl korkuttuğu Atatürk Türkiye’sinde öyle aşikâr ki, yaratıcı Allah’a şirk koşmaktan korkmayanların nasıl münafık oldukları kanıtlarıyla ortadadır.

Zamanında Atatürk’e karşı ölümüne direniş göstermeyenler nasıl riyakârlar ise, aradan yüz yıl geçmesine rağmen Atatürk ilkelerine boyun eğmiş olanlarda aynıdır!  Bu sebeple gerek hükümet gerekse destekçileri Atatürk’ü eleştirmek yerine münafıklıklarını sorgulamalılar; nasıl sözde iman ettikleri Allah’ın ilkelerine kayıtsız-şartsız itaatleri emrolunmuşken; ölü bir beşer olan Atatürk ilkelerine bağlılıklarını yanıltlamalılardır.

Evet; ‘Atatürk, Tayyip’in boku olamaz’ diyen Safiye İnci adlı salak kadın en ağır cezaya çarptırılmalı ve aynı düşüncede olanlarda, Tayyip’in, Atatürk güdümünde devlet başkanlığı yaptığını; ilke ve inkılâplarına yemin etmeden değil başkanlık, devletin kapısından bile içeri giremeyeceğini öğrenmelilerdir. Dolayısıyla Allah’ın ilkelerini, diğer bir ifadeyle ayetlerini satan asla övülemez… 
   
 “Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz. Maide 35

 Allah buyurdu ki: İki tanrı edinmeyin! O ancak bir Tanrı'dır. O halde yalnız benden korkun!” Nahlı 51

İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korksun. Al-i İnran 175


“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” Maide 105  

21 Temmuz 2018 Cumartesi

“Kahrolası insan! Ne de nankör!”

Fıtratına müdahale edilemeyen insana karşı yapılabilecek yegâne şey sert bir müdahale, savaş ve sabırdır.

Demokratik düşünceyle nefse sürdürülen hüküm ile toplumlara yaratıcı Allah’ın indirdiği iyiyi ve doğruyu, hakkı ve adaleti kabul ettirebilmek imkânsızdır. Yalnızca çıkara odaklı nefsin kendinden başkasını elem edinebilmesi mümkün olmadığından nankörlük ve ihanette sınır tanınmamakta; ancak haksızlık ve adaletsizlikler gözyaşı ve üzüntüyle geçiştirilmektedir.

Yıllar önce bir belgeselde izlediğim 40 kadını öldüren ABD’li idamlık bir mahkûmun yargılandığı mahkeme öyle ibretlikti ki, insan gerçeğini özetlemekteydi.

Amerika’da 40’ın üzerindeki kadına önce tecavüz edip sonra öldüren azılı bir caninin mahkemedeki duruşması, gerçekte nasıl fıtratsal bir yaratık olunduğunu ispatlıyordu. Öldürülen kadınların onlarca yakını mahkeme salonunda caniyi suçluyor; beddualar yağdırıyor, tehditler savuruyor, kendisini dilimleyerek doğramaktan haz duyacaklarını, işkenceler altında yavaşça öldürmek istediklerini; vücudunu parçalarken tadacakları zevki iştahla anlatıyorlardı.

Mahkûm sandalyesinde mağdur yakınlarını dinleyen katil, öylesine masum ve anlamlı bir ifadeyle kendilerine bakıyordu ki, gözlerinden akan yaşlarla caniliğini örtbas edici bir pişmanlığı yansıtıyordu. 

İşte haksızlık ve adaletsizlik karşısında müdahalede bulunmayan insanlarda o caniden farksızdırlar. Dolayısıyla akıtılan gözyaşları, çekilen üzüntüler, gösterilen tepkiler, o caninin hisleriyle aynıdır. 

Neredeyse herkesin benliğine çalıştığı bir dünyada insaniyet, barış, hak ve adalet argümanları tamamen aldatmaca olup, ancak kendini yaratıcı Allah’a adayıp dünyayı ahiret karşılığı satanlar nefislerini düşünmezler.

Ne var ki, gerek kendilerine gerekse Allah’a ihanet eden nankör hain ve münafıkların direnişe, diğer bir ifadeyle cihada karşı çıkan düşünceleri haksızlıklara cüretkârlık kazandırıp caniliği öyle meşrulaştırmış ki,  barbarlara ahkâm kestirmiştir.

Neymiş; terör devleti İsrail, yahudi ulus devleti kuran bir yasayla yahudi devleti olduğunu ilan etmiş; dolayısıyla tek resmi dilinin İbranice, başkentinin Kudüs; dünyadaki tüm yahudilerin İsrail topraklarına yerleşebileceğini; hukukta Tevrat’ın kullanılacağını zapt altına almış.

Sonunda Filistin silinip süpürüldü! Böylece Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa da yahudilerin mülkü haline geldi.

Yahudi İsrail, yahudi ulus devleti kurmayacaktı da, İslam devleti yahut seküler-laik bir devlet mi kuracaktı ki, müdahale etmek yerine çığırtmakla yetiniliyor? Zaten İsrail’e söz konusu yahudi devleti kurmasına cesaret veren başta Filistinliler olmak üzere o çığırtkanlar ve sessiz kalmak suretiyle ruhlarını satanlar değil midir? Dolayısıyla ABD müttefiklerinin İsrail’e tepkileri, Müslümanların cihadlarını engellemekten başka bir şey değildir.

Öyle ki, ülkelerin ve toplumların güvencesi olan BM, haçlı-siyonist güdümündeki İslam karşıtı öyle skandal bir kurumdur ki, İsrail ordusunun abluka altına alarak savaş uçakları, tank ve toplarla düzenlediği saldırılara mani olucu bir yaptırım uygulamak yerine itidal çağrısında bulunarak, Filistinlilerin bilmukabelede bulunarak İsraillilere karşı savaşmamasını isteyebilmektedir. Gerçi bugüne değin hep aynı teranelerle yahudilerin yaptıkları yanlarına kâr kalarak Filistin Halkı dışlanmadı mı?
    
Zaten yıllardır İsrail’i o topraklarda yaşatan ve savaşmak yerine hüküm sürmesini sağlayan Filistinliler ve münafık ülkelerdir. Oysa Müslüman için şehit olmak yerine şerefsizce yaşamak zilletin ta kendisidir. Lakin haçlı-siyonist güdümündeki küresel seküler-laik ve demokratik düzenin Müslüman toplumları nasıl tahakküm altına aldığı Filistin ve diğer gerçeklerle kanıtlıdır.  

Cihad ehli IŞİD, Hamas’a teklif götürerek birlikte İsrail’e karşı savaşmayı önermiş ama Hamas,, IŞİD’in bir terör örgütü olduğunu ileri sürerek reddetmişti.

Ya İsrail Parlamentosundaki yaklaşık 13 kişi olan Filistinli milletvekillerine ne demeli biliyor musunuz; şerefsizler!
Hani demokrasi; hani uluslararası hukuk; hakların egemenlik hakları; hani dil, düşünce ve ifade özgürlüğü; hani BM ve güvenlik konseyi!
Aslında İsrail’in kurduğu yahudi ulus devleti, diğer Müslüman ülkelere örnek olmalı; demokrasi manipülasyonundan vazgeçip hak ve adaletin ta kendisi olan İslam devletleriyle farklı din, dil ve ırkta olanlara insaniyetlik tanımalıdırlar. Hıristiyanlarında AB çatısı altında birleşerek kendilerini soyutladıkları unutulmamalıdır. 
   
Cihad, hıristiyan ve yahudi uygarlıkları için nasıl bir şer ise; Müslümanlar için de hem dünya hem de ahirette o denli bir hayır ve kurtuluştur.

Peki, İslam kimliğine bürünmüş sözde Müslümanların cihad emrinden korkup kaçabilmeleri, onların Müslüman değil münafık olduklarını kanıtlamaktadır. Allah’ın en sevdiği amel olan cihaddan, hele de şehit olmaktan hiçbir Müslüman kaçmaz! Ki, onlarında tıpkı kâfirler gibi cihadı şer görmeleri, hak ve adil düzen olan şeriattan korkmalarındandır.
 
Hıristiyan, yahudi ve sözde Müslüman toplum iktidarlarının ittifak kurarak cihada karşı oluşturdukları haçlı-siyonist birliktelikleri geçmişte olduğu gibi günümüzde de hedefine ulaşamayacak, Allah’ın inayetiyle şehadete koşan Müslümanların tüm yeryüzünde hakkı ve adaleti egemen kılabilmek için azgınları silip süpüreceği muhakkaktır.

Dolayısıyla tıpkı rüzgârın savurduğu çerçöp misali darmadağın olacakları yakındır. Çünkü Allah nezdinde bir gün, dünyada sayılmakta olunan bin yıl kadardır.

“Kahrolası insan! Ne de nankör!” Abese 17

 “Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” A’raf 179

(0 münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar korkan bir toplumdur.” Tevbe 56
“Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Hâlbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol bulamazsın!”  Nisa 88


(Resulüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vadinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” Hac 47

17 Temmuz 2018 Salı

Ey Müslüman; Ey kâfir!

Seküler-laik bir hümanist ve demokrasi düşüncesiyle dini, diğer bir ifadeyle vahyi yok sayarak insanları “tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak” altında toplamak suretiyle bütünlük kazanılmaya çalışılmasının Kur’an’a nasıl aykırı olduğu; ayetlerin yanı sıra yerden çıkacak olan Dabbe’tül Arz adlı canlının amacıyla da kanıtlıdır.

Ahir zamanda insanların fesadı ve Allah’ın emirlerini terk ederek, dini devletten ayırdıkları ve vahyi değiştirdikleri sırada bir canlı çıkarılacak. Bu canlının adı “Dabbe’tül Arz” olup, uzak bir çöldeki toprağın altından çıkacak. Dabbe’tül Arz, çöldeki bir yarıktan kısrağın koşması misali çıkacak; üç günde üçte biri dahi çıkmış olmayacaktır. İnsanlarla konuşacak; herkes onu işitecek; hamile kadınlar günleri dolmadan önce doğuracak; tatlı sular tuzlu sulara dönüşecek; dostlar birbirlerine düşman olacak; hikmet yıkılacak ve ilim kaldırılacaktır. Yeryüzü, kendisini takip eden şeyle konuşacak. İşte o zamanda insanlar, erişemeyecekleri şeyleri umup; nail olamayacakları şeyleri isteyeceklerdir. O öyle bir canlıdır ki, iki boynuzunun arası, bir atlı için bir fersahlık yoldur. Onun tavuk telekleri gibi telekleri, sarı tüyleri, tırnağı ve sakalı vardır. Soylu bir atın koşması gibi üç gün çıkmaya devam edecek de, henüz üçte biri bile çıkmış olmayacaktır. Onun başı öküz başı, gözü domuz gözü, kulağı filkulağı, boynuzu dağ keçisi boynuzu, boynu devekuşu boynu, göğsü aslan göğsü, rengi kaplan rengi, böğrü kedi böğrü, kuyruğu koç kuyruğu, ayakları deve ayakları gibidir. Her iki mafsal arası iki kulaçtır. Onunla beraber Hz. Musa’nın asası ve Hz. Süleyman’ın yüzüğü de çıkacaktır. Hiçbir mümin bırakmaksızın yüzlerine Hz. Musa’nın asasıyla dokunacak ve onların yüzünde beyaz bir nokta oluşacak, bu nokta yayılıp sonunda bütün yüzü bembeyaz kılacaktır. Hiçbir kâfir bırakmayıp yüzlerine Hz. Süleyman’ın yüzüğü ile dokunacak ve siyah bir nokta oluşacak, bu nokta yayılıp bütün yüzünü simsiyah kılacaktır. O kadar ki, insanlar çarşılarda, “Ey mümin şu kaça; ey kâfir şu kaça” diye alışveriş yapacaklar. Hatta bir aile, sofralarının başına oturduklarında, kimin mümin kimin kâfir olduğunu bilip tanıyacaktır. Sonra Dabbe’tül Arz onlara; “Ey filanca kişi, sana müjdeler olsun, sen cennet ehlindensin; ey filanca kâfir, sen cehennem ehlindensin” diyecektir. İşte Allah, Neml Süresi 82. ayetinde; “Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman yerden bir canlı çıkarılır ki, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyleyerek konuşur.” 
 
Dolayısıyla Kur’an’la bildirilen Dabbet’ül Arz, her ne kadar apaçık bir gerçek ise de, hümanist ve demokrat sapkınların işine gelmediğinden kendisinden bahsetmemektedirler. Çünkü Dabbe’tül Arz ne hidayet verici ne kurtarıcı ne zulmedici ne de saptırıcıdır. O, yaratıcının takdiriyle iman ya da küfür yoluna girmiş olanları deşifre etmekle görevli ve saklanılmaya çalışılan yüzleri açığa çıkarmakla yükümlüdür.

İnsanları iyi veya kötü; masum ya da suçlu olarak ayıran sadece din yani vahyi hükümlerdir. Bu sebeple kalplerde saklı olanlar bilinmese de yaratıcı Allah’ın bilmesi yeterli bilgi olmasından uyarı ve öğütler ayetlerle buyrulmuş ama derin aykırılıkları bütünleştiren demokrat hümanistler diledikleri fıtratta insanlar yaratmışlar gibi vahyi tedbirleri hiç takmamacasına dualiteyi ortadan kaldırmak suretiyle tektip bir küresel inanca odaklanmışlardır.

Mulhid kime denir bilir misiniz; Allah’a ve peygambere inanır ama nefsi ya da çıkarı baz alarak inandıklarını söyler. Her ne kadar küfre kaymış ise de yine de İslamiyet’ten ayrılmaz. Dolayısıyla itikadı bozuk olmasına rağmen kendisini Müslüman sanır; kendisi gibi hümanist ve demokrat olmayanlara dine karşı olan, radikal, sapmış, zulme meyletmiş ve iman etmemiş kimse olarak görür. Çünkü onlar, Allah hakkında şüpheye düşmüş hastalardır!

Öyleyse din olmaksızın tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek vatan olabilir mi? Din apaçık bir ruh olduğuna göre; ruhsuz bir devlet, ruhsuz bir millet, ruhsuz bir bayrak ve ruhsuz bir vatan hiçbir ehemmiyet taşımamakta; dolayısıyla ruhsuz bir bedenin yani ölünün canlı tutulmaya çalışılması gibi kıymete alınmaktadır.

Kur’an, sadece tek ve hak din olarak İslam’ı vurgulayıp din ile yücelip alçalabileceğini ya da kazanılıp kaybedileceğini açıkça ortaya koyduğu halde; seküler-laik düşüncenin ve şeriat karşıtlığının siyasi terminolojisi olan demokratik anlayışın dini kuvvet olarak ele almaması öyle bir bedbahtlıktır ki, ölülükten daha beterdir. 
    
Bu sebeple Allah yolunda şehit olan Müslümanlar bile “demokrasi şehidi” olarak nitelendirilebilmekte; böylece hem seküler-laik devlet, hem de küfür içinde olan ve küfre rıza gösteren milletin bir kesimi Müslümanlarla aynı çatı altına sokularak birlik iiçinde kardeş yapılmaya çalışılmaktadır.

Asıl tehlikeli olan dindar referanslı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güdümü altında kalan Müslümanların iğfal edilmiş olmalarından hümanizm ve demokrasinin etkisinde kalabilmeleridir. Nede simge olarak kullanılan Rabia hareketinin içinde din yani İslam yoktur?

Oysa aynı milletten olduğum gerekçesiyle PKK/HDP; din ve namus düşmanı CHP; LBGT’li sapkınlar; şeriat karşıtları; ateist güruhlar; Allah ve Resul’üne karşı savaşan zalimler; tecavüzcüler; çocuk katilleri; hainler; solcular; kâfir ve münafıklarla aynı çatı altındaki bir birlik ve beraberlik içinde bulunmayacağım gibi aynı milletten olmayı da sindirebilmem mümkün değildir. Çünkü Kur’an’a iman etmiş bir Müslüman olarak ALLAH buyurmaktadır! 

İnsanoğlunun dünyadaki hayattan ibaret olmadığı aleniyken; ahiret hayatını yok sayarcasına “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan” olarak hedeflenmek öyle bir küfürdür ki, dinin meşru kılınmadığı bir şeytanlıktır.

Dolayısıyla Allah’ın hesap günü hangi devletten, milletten, vatandan ve bayraktan sormayıp sadece din üzerinde duracağı; dolayısıyla kıyamet arifesinde göndereceği Dabbet-ül Arz adlı canlıyla da fiziksel kanıtı ve amacı ortaya koymaktadır.
           
O söz başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dabbe (mahlûk) çıkarırız da, bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.” Neml 82
 “Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir.  Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Hâlbuki o, eşsiz bir kitaptır.” Fussilet 40-41


“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. Ahzab 36

13 Temmuz 2018 Cuma

Sadece Adnan Oktar mı?

İslam Devleti’nin olmadığı bir ülkede İslami müesseseler kurup din ve namus adına nutuklar çekmek ve hizmet manipülasyonuyla dünyalık edinmek hem ölünün kırık kolunu tedavi etmek hem de ölüden tatmin olmaktan farksızdır!

Ete kemiğe bürünen şeytan, yalnızca Adnan Oktar olarak ortada değil ki,  Müslüman milletin din ve namusuna tasallut edebilmiş olsun. Dolayısıyla mesele Adnan Oktar ve diğer sömürücüler değil, seküler-laik sistemin demokrasi hezeyanın ta kendisidir. Çünkü onları azmettirerek cesaret veren vahiy dışı hukuktur.  

Oysa sözde rehber edinen Hz. Muhammed veya diğer peygamberler, dünyalık bir makam, şöhret, kariyer, şaşaa, saltanat, istismarsı ticaret ve nefsi bir sefayı hizmet olarak görmemişler; fakirlik içinde diğer bir ifadeyle geçimleri dışında hiçbir şeye tamah etmeyerek Allah yolunda cihad etmek suretiyle küfre karşı imanı galebe çalabilmek için yaptığı mücadeleyi hizmet bellemişlerdir. Çünkü Allah öyle buyuruyordu!

Ki, Allah’a hizmet ancak uğruna mal ve can vermekle orantılıdır!

Hz. Peygamber, devlet başkanı olduğu dönemde dahi İslam’ı hâkim kılmaktan ve adaletten başka hiçbir proje gerçekleştirmemiş; yeryüzünde tek bir fitne kalmayıncaya kadar Allah’ın tek dini İslam’ın mukim kılınabilmesi için nefisten yana asla tavır almamıştı.

Yoksa Allah Resul’ü de hizmet adına Kur’an’ı kitaplar hailene getirerek satmakla yetinir; (haşa) devekuşu misali kafasını kuma gömercesine tasavvuftan ayrılmayıp savaş meydanlarında çarpışmaz; sadece Müslümanlardan para toplayarak sözdeki İslam’ı yaymak için çaba harcar, müşriklerle ittifak kurarak boyun eğmek suretiyle ekonomide sınır tanımaz; nefsi hoşnut kılacak her türlü projeye girişerek günümüzdekilerinden daha mükemmel dünyalık eserler bırakır; dolayısıyla İslam karşıtlarıyla savaşarak düşman olma değil, kendilerine uyarak dost olurdu.

"Güneşi sağ elime ayı da sol elime verseniz vallahi ben davamdan vazgeçmem." Hz. Muhammed

Başta seküler-laik ve demokratik siyasiler olmak üzere, o siyasete bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı, tarikatlar, cemaatler, vakıflar, dermekler, şeyhler ve hocaların Adnan Oktar’dan farkları, sadece cinsel odaklı örgütsel bir yapı değil, dinsel bir sömürü merkezleri olduklarıdır. Ama onlar öyle nefsi münafıklardır ki, yaptıklarını peygamberimizden bile üstün buldukları kuvvetle muhtemeldir.

Dolayısıyla Adnan Oktar örgütü gibi onlarında tahakküm altına alınmaları kaçınılmaz olsa da, devlet dinine hizmet etmelerinden yaptıkları mubah görülmektedir.

Acaba Adnan Oktar çetesinin cinsel sapkınlıkları deşifre olmasaydı, dokunulur muydu?

Bu sebeple seküler-laik ve demokratik bir düzende kimse diğerinden daha dindar, daha temiz, daha ahlaklı, daha adil ve daha namuslu değildir.  

Allah’ın tek ve hak dini İslam’ın egemen olmadığı düzende herkes gizli veya aşikâr bir Adnan Oktar’dır!

Allah’ın dinine mi devletin dinine mi itaat ediyorsun; yaşamında devlet dinin kurallarına mı, Allah dinin kurallarına mı boyun eğiyorsun; kimin emrine bağlısın; kimin üstünlüğünü kabul edip ilkelerini rehber ediyorsun; Allah dinine mi, devlet dinine mi hizmet ediyorsun; kimin kurallarına koşulsuz bağlılık gösterip yaşamında uyguluyorsun; Allah’ın indirdiği hükümler mi, devletin koyduğu hükümler mi bağlayıcıdır; devletin anayasası mı, Allah’ın anayasası mı zorunlu bir kanundur; devletin milleti mi, Allah’ın milleti misin; devletin cezaları mı, Allah’ın cezaları mı güçlü ve caydırıcıdır; her iki dini bir arada yaşamak meşru mudur ve sindirilebilinir mi; yasa yapıcı devlet mi, Allah mıdır; Allah dinini reddeden seküler-laik bir devlete bağlılık, itaat ve hizmet; Allah’a küfür değil midir; insanların kaderlerine devlet değil de Allah hükmediyorsa; devlet dinine itaati nasıl bir düşünce ve duyguyla kabullenebiliyorsun?


“Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır. A’raf 186

11 Temmuz 2018 Çarşamba

Eşiniz, çocuklarınız veya ananız…

İğfal edilmiş olsalar sindirebilir misiniz? Yahut içten yapmamış olsalar bile rıza gösterebilir misiniz?

Ya da devletiniz, vatanınız, bayrağınız ve milletinizin iğfal edilmelerine tepkisiz kalabilir misiniz? Veya çıkarlarınızdan ötürü umursamamaktan gelmek suretiyle hainlik ve nankörlük yapabilir misiniz?

Atatürk ilkelerine bağlı kalınacağı üzere yapılan yemin, Allah ve Resulünü apaçık bir iğfal olduğuna göre; gerek Recep Tayyip Erdoğan ve gerekse AKP’nin Kemalist ve İslam olmadıklarıyla ilgili yazıma tepki gösterenler; onları Allah ve Resul’ünden daha sevgili tuttuklarını ortaya koymaktadırlar. 

Ya İslam sanılan başta Diyanet İşleri Başkanlığı, ilahiyatçılar, tarikatlar, şeyhler, hocalar, yazarlar ve gazetecilere ne demeli!

Ulan hepside mi imansız; içlerinden ruhuna ve kalbine fiyat etiketi koymamış biri de mi yok ki, tek bir kınamada bulunamıyor?
  
Dolayısıyla baştan kabul edilmiş yanlışlık öyle zehir olup ateizmden daha beter bir şirki doğurmuştur ki, İbrahim Suresi 22. Ayette buyrulduğu gibi şeytanın bile onlara karşı bir gücü olmadığı; hatta şeytanı dahi Allah’a ortak koşmasını istedikleri açıkça bildirilmiştir.
  
Bu sebeple şu bir gerçektir ki, şeytan dahi o yemini ederek Allah’a şirk koşmazdı!

Hakk’a ve millete hizmet adına gizliden gizliye nefsi galebe çalabilmek için vahiy dışı dinsel, bilimsel, sosyal ve siyasal manipülasyonlarla aldatanlar şeytandan daha iyi bir serviste bulunacaklarını mı sanıyorlar ki, şeytanın işlemeyeceği bir şirke cesaret edebiliyorlar?

Allah’a güvensizlik hatta imansızlık öyle had safhadadır ki, dünya nimetlerinin her türlüsünü veren; gelişmeye ve kalkınmaya ulaştıran; refaha, emniyete, sağlığa ve zenginliğe kavuşturan; dolayısıyla yerin binlerce metre derinliğindeki ve kayaların arasındaki canlıları dahi yöneten Allah olduğu aleniyken; beşer kimdir ki, Allah’tan daha üstün tutulurcasına kurtarıcı ve sevgili yapılabilmekte; devlet ve siyasette anılması yanı sıra ilkesine bağlılık yemini edilebilmektedir?

Oysa dilediğine dilediği kadar dünyalık sunarak, isteseydi evlerin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri de gümüşten yaparak tek bir yoksul ve hasta bırakmaksızın her kulunu zengin ve sağlıklı kılmaya muktedir Allah değil de, Atatürk mü, Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi mi; AKP mi; CHP mi; ABD mi; AB mi veya başkaları mı muktedir?

Sadece Allah dediğim için mi tepki gösteriyor; ağzınızı açamıyor;  Erdoğan ve AKP’yi üstün tutuyor, Allah yerine Atatürk’ü anarak tanrıymışçasına ilkelerine bağlılıkta bulunanlara kâfir dediğim için mi hoşnutsuz oluyorsunuz?

Laikliği ve demokrasiyi savunan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’lilere; “Madem laiklik ve demokrasi Allahsızlık, dinsizlik, putperestlik ve din karşıtlığı değil ise, neden yaptıkları yeminde yaratıcı Allah değil de ölü olan Atatürk anılarak ilkelerine bağlılıkta bulunabiliyorlar” sorusunu yöneltiyorum.

Gerçi tumturaklı iman etmiş Müslüman olmalarından sindirebildikleri de tartışılmaz bir gerçektir.

Şirkten daha büyük bir günah ve affedilmez bir suç olmadığına göre; cinayet, fahişelik, sapıklık, içki, uyuşturucu, kumar, zina ve diğer haramlar çerez kalmaktadır. Ama onlara karşı şedit olanlar şirke karşı fevkalade müsamahakârlar!
  
Bilinmelidir ki, hem ALLAH hem Resulü hem İslam gizlenilecek değerler değildirler; ne devlete ne siyasete ne de Atatürk’e peşkeş çekilebilirler. Dolayısıyla çekenler kesinlikle Müslüman değil fasıktırlar!

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.“ Tevbe 24

(Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki: «Şüphesiz Allah size gerçek olanı vadetti, ben de size vadettim ama, size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi (inkara) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı reddettim.» Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır. İbrahim 22

“Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahman'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (hep gümüşten yapardık).” Zuhruf  33-34

9 Temmuz 2018 Pazartesi

R.T Erdoğan ve AKP Kemalist’tirler!

Ancak üstüne serpiştirdikleri dinle yaptıkları kamuflajdan dolayı farklılarmış gibi algılanmaktadırlar.

16 yıldır tek başlarına iktidarda bulunmalarına rağmen Atatürk gibi ölü bir beşeri tanrı yapan CHP ve darbecilerin dayattıkları ilkelerinin yanlışlığıyla ilgili hiçbir değişim gerçekleştirememiş; hatta onun üzerine ettikleri yeminle Allah’a karşı olan şeref ve namuslarını satabilmişlerdir.
Dolayısıyla devletteki namus ve şeref ancak Atatürk ilkelerine bağlılıkla orantılı ise, Allah, Peygamber, Kur’an ve vahiy nedir?

Meselem Atatürk ile ilgili değil; çünkü o küfrü ya da imanıyla geçmişte yaşamış bir ölüdür. Dolayısıyla sorunum onun ilkelerine bağlı kalacağına yemin ederek, pergel misali bir ayağını Atatürk hukukuna koymak suretiyle devlet ve siyasette Allah’ın ilkelerini beğenmeyerek tanımayan şeriat karşıtı kâfir ve münafıklarladır.

Bir Müslüman’ın Allah’ın değil de Atatürk ya da başka bir beşerin ilkesine bağlı kalacağına dair yemin ederek sindirebilmesi fasıklığın ta kendisidir. Başta Hz. Peygamberimiz olmak üzere gelmiş tüm peygamberlerin Kur’an dışı hiçbir ilkesi olmamış; bugün üzerine yemin edilen batıl odaklı ilkelere karşı savaşarak yükümlülüklerini tamamlamışlardır.

Başkan Erdoğan’ın Atatürk ilkelerine bağlı kalacağına istinaden yemin etmesi akabinde anıtkabire giderek devlet tanrısı Atatürk mozolesine çiçek koyma taziminde bulunup (ki o çiçek koyma eyleminin nasıl bir rükûa varmak olduğu görüntülerle alenidir), geri geri gelmek suretiyle kıyama varırcasına saygı duruşu yapması nasıl bir pagan inancına sahip olduğunu kanıtlamaktadır.
 
Bakanlarla birlikte Cuma günü Hacı Bayram Veli Camisine giderek namaz kılacak olması ve ardından bakalar kurulu toplantısı yapacağını bildirmesi apaçık bir göz boyama ve bir algı değil de nedir?

Hatırıma; Mustafa Kemal’in seküler-laik Cumhuriyeti kurmadan önce Balıkesir’deki Zağnos Paşa Camiisin de yaptığı hutbe geldi. Demişti ki; “Ey millet! Allah birdir; şanı büyüktür. Allah’ın selameti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizami, hepimizin bildiği Kur’an-ı Azimussan’daki açık ve kesin hükümlerdir. İnsanlara manevi mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir; mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi, bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.”

Peki, sonra ne olduysa ve nasıl inkârsı bir değişim vuku bulmuş ise, Recep Tayyip Erdoğan ve AKP de o olmuştur!

Atatürk nasıl ki Kur’an Müslümanlarına savaş açarak cihad ehlini kıymış ise, mirasını sürdüren Recep Tayyip Erdoğan’da aynısını daha yumuşak yapmaktadır.  Ancak CHP ile farkı, İslam kimliğine sahip referansıyla ürkütmeden öyle bir manipülasyonla siyasetini sürdürmektedir ki, Atatürk ve CHP döneminden daha ılımlı bir hal yaşatmaktadır. Kesiştikleri nokta demokrasi için cihadı şer görmüş olmalarıdır. Çünkü ABD eski bakanı George W. Bush’un ifadesine göre,  Hıristiyan uygarlığı için en büyük tehlike cihaddır!

Ki, bir şapka kanunu için yüzlerce insanı kurşuna dizmekle kalmayan hatta Rize gibi bir ili bombalayabilen ve mezardan çıkardıkları bir alimi asarak tekrar gömen Atatürk ve CHP’nin Kur’an Müslümanlarına olan şedit tepkisi Recep Tayyip Erdoğan’da mevcut olmasa da ilkelerini koruyabilmektedir.
 
Çanakkale Savaşıyla İngilizleri ağır bir mağlubiyete uğratanlardan biri olan Atatürk daha sonraki yıllarda İngilizler tarafından sevilip dost edilebilmesi ve ödüllere layık görülebilmesini hiç anlayamamış; bunun üzerine Atatürk’ün ya Mustafa Kemal olmadığını ya da devletini peşkeş çekmiş bir karşılık aldığı konusunda yazılar yazmıştım.

Acaba Recep Tayyip Erdoğan’da aynı taktik içinde Müslüman milletin teveccühünü mü kazanmaya çalışmaktadır?

Öyle ki, 2002 yılında Başkan Erdoğan; Değiştim, değiştim, gelişerek değişim. Çünkü çağdışı değilim" demişti. Deniz Baykal da, TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında kendisine; “Ben ne isem, şimdide aynıyım ve hiç değişmedim” yanıtını vermişti.

Atatürk gibi iktidara gelmesiyle değişen ve değişikliğini tumturaklı sürdürebilen Erdoğan ve AKP’yi Kur’an’la özdeşleştirebilmek mümkün değil ise, fani dünya veya nefis için yaptıklarının dışında Allah için yaptığı bir hizmetin olmadığı Atatürk ilkesine bağlılığıyla ortadadır.  

Dünyanın bir oyun, oyuncak, eğlence, süs ve aldatma olduğunu birçok ayetinde bildiren Allah’ı kazanabilmek için yapılanların bir değeri olabilir mi?

Atatürk’ün cumhuriyeti kurmasıyla şeriatın ve hilafetin süreceğini sanan halk nasıl aldanmış ise, Erdoğan’dan şeriat bekleyen halk da öyle bir aldatılma içindedir. Hele 16 yıldır tek başına iktidarda olmasına rağmen Kur’an’a muvafık hiçbir uygulamada bulunmayan Erdoğan, Atatürkçülüğün sağ kanadı olan MHP müttefikliğiyle nasıl bir hale geldiği alenidir.

Atatürk’te Erdoğan gibi "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet" amacı için siyaset ve devlet başkanlığı yapmamış mıydı?  Öyleyse Atatürk, şeriat karşıtı olmasından ötürü eleştiriliyorsa, neden Erdoğan kınanmayarak sindirilebiliyor? Lakin Hz. Muhammed, Allah’ın indirdiği hükümleri egemen kılabilmek için devlet başkanlığı yapmıştı!  

Kimin ilkesine bağlı kalınacağı üzerine yemin ediliyorsa, o bir tanrıdır. Çünkü ilke, temel inanç demektir. Madem devletin tanrısı Atatürk ise, Allah kimdir?  Yaratıcı Allah’ın ilkeleri yok mu ki, Atatürk gibi 100 yıl öncesinde yaşamış ölü bir beşerin ilkelerine baplı kalınacağına yemin edilebiliyor?

Bu sebeple Recep Tayyip Erdoğan ve AKP gizli Kemalist’lerdir; Allah’ın değil Atatürk’ün rızasını kazanabilmek için siyaset yapmaktadırlar.  

"(İnsanlar!) Kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir." Enbiya 93

“Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler (çeşitli din ve kitaplara ayrıldılar). Her grup, kendinde bulunan (tuttuğu yol) ile sevinip böbürlendi.” Müminûn 53

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz. İnkâr edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bunun sebebi, Allah'ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.” Muhammed 7-8-9

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” En’am 32 


“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. Ahzab 36

6 Temmuz 2018 Cuma

İdam karşıtlığı sapıklıktır…

Vahiy yaratılışı; bilim tahmini güder. Dolayısıyla vahiy mutlak; bilim nazariyedir!

Eğer yaratan ve öldüren ALLAH ise, beşerin konumu yaratık olmaktan öte nedir?

Vahye karşı sürdürülen bilgi ve irade yarışıyla rakip olabileceğini düşünen seküler-laik pozitivistler, diğer bir ifadeyle kâfir, münafık ve atesitler,  toplumları vahiyden uzaklaştıracak bilimsel telkinleri ne kadar abartsalar ve makyajlasalar da, iddia ettikleri vahiysiz bir bilim ve akıl ile insanları ayetlerden uzaklaştıramadıkları gibi, yaratıcılık vasfı kazanabilmek adına bilimi de paçavraya dönüştürerek dünyayı cehenneme çevirip sapıklaştırmaktadırlar.

İslam yerine hümaniteyi; vahiy yerine bilimi; kulluk yerine özgürlüğü; kader yerine iradeyi; iman etme yerine benliği; ruh yerine beyni ön plana çıkartıp üstün kılabilmek adına Allahsız beşeri bir düzen inşa edebilecekleri hezeyanlarıyla çırpındıkça battılar, makyözlükten öte hiçbir ilerleme kaydedemediler. Dolayısıyla ne ölümü durdurabildiler, ne yaşamı belirleyebildiler, ne hastalıkları engelleyip mutlak bir şifayı gerçekleştirebildiler; ne sıkıntıları yok edip insanlığı mutluluğa ulaştırabildiler; ne de kötülük ve musibetleri kökten kesebilecek bir mutlakıyeti yaratabildiler…

Ki, tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak tarihe geçen Isaac Newton’un evrene bakışı; “Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri, yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil her şeyini yöneten Allah’tır.”

Bilimi vahiy ışığında güderek toplumların huzur ve refahı için değil, savaşsız mahvedebilmenin yolu görerek akılları karıştıran seküler-laik çevreler, her ne kadar sokak teröristleri gibi ellerine silah alıp öldürmüyorlarsa da gerçeği örtbas edebilme maksadıyla insanları asileştirerek, nankör ve hain bir zümreye sokmaklarından silahlı teröristlerden daha beter bir bilimsel terör doğurmaktadırlar.

“Bilgi hazinelerine ulaşabilen insanların sayısı ne kadar artarsa, dini inançlardan kopuş da o kadar yaygınlaşır.“ S.Freud

Azgın bir suçluya idam, yaratıcı ALLAH’ın kayıtsız-şartsız bir hükmüdür. Dolayısıyla herhangi bir düşüncenin veya beşerin karşı çıkması potansiyel bir suçlu, diğer bir ifadeyle terörist, katil, cani, tecavüzcü, ahlaksız, çocuk tacizcisi, ırz düşmanı, jenosit, gaddar veya şeytan olduğunu kanıtlar.

Öyleyse neden karşı çıkılıyor diye sorulacak olursa;  Allah’a boyun eğmemek ve fırsat yakaladıklarında yapacakları sapıklıklardan kurtulabilmek için. Dolayısıyla insanın nasıl hayvanlaştırıldığı müebbet cezaya razı gelip idam edilmeye karşı çıkmasıyla kanıtlıdır!

Albert Einstein’in de ifade ettiği gibi; “Karşılaşılan önemli yaşam sorunları, o sorunları ortaya çıkaran düşünce düzeyinde çözülemez.”

Bu sebeple ana-baba ve çocuklar başta olmak üzere insanlığı perişan eden terörist, sapık ve ahlaksızlıkta sınır tanımayanlara layık görülen idamsız bir ceza asla çözüm değildir.
Ki, yarattığı kuluna yaratıcısından daha sevgili ve adil başka biri olabilir mi ki, hümanist odaklı canavarlar taktıkları maskelerle kendilerini üstün kılmaya çalışarak örtbas etmeye kalkışmaktadırlar. 
  
Özellikle psikanalizde her şey bir hayal ürünü; psikoterapi de apaçık bir mastürbasyon olmasına rağmen seküler bilimin çare üretebilmesi mümkün değildir. Zaten var olan tehdidi ortaya çıkaran p bilimin argümanlar ve fanteziler değil midir?  Dolayısıyla gerek bilim insanları, gerek nörologlar, gerek psikiyatrlar, gerek psikologlar, gerek toplum bilimciler, gerekse hukukçuların çare üretebilmeleri söz konusu değildir. Çünkü yaratan kendileri olmadığından idamsız bir çözümleri bulunmamakta ve bulunabilmesi de imkânsızdır.
  
Bir tarafta elinde sadece gözlemleme ve örnekleme metoduyla yola çıkarak rastlantısallığa dayanmış bir bilim var; diğer tarafta o bilimi ve insanları yaratan bir ALLAH; vahiy ve Kur’an var. Hangisi doğrudur?

"Uzun yaşamımda öğrendiğim tek şey var. Gerçeklikle kıyaslandığında, tüm bilimimiz ilkel ve çocukça kalmaktadır." A.Einstein

Dolayısıyla azgın bir suçluyu ancak yaratıcısı ALLAH durdurur ve nasıl durdurulacağıyla ilgili vahyettiği Kur’an ile hükümlerde bulunur. Eğer bulunduğu hüküm o suçlunun idam ile cezalandırması ise, başka bir çözümün olmadığı ortaya çıkmaktadır ki, tartışılacak hiçbir şey yoktur.

Şüphesiz şeytanın olduğu her yerde suç ve sapıklık olduğu gibi, Kur’an’ın olduğu her yerde de idam kaçınılmazdır.

Ya uyulur ya da uyulmayarak yaşanılan dehşetsi fiiliyatlarla cebelleşilir!   

“Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır. Maide 33

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. “ Nisa 135