Öyleyse Reza Zarrab ve
Kemal Kılıçdaroğlu gibi nicelerinin hain olamamaları mümkün müdür?
Ya
yaratıcı Allah’a karşı hainliği meslek edinmişlere ne demeli!
İnsan,
nefsine düşkün öyle bir beşerdir ki, fırsat yakalamaya dursun. Hele o fırsat,
nefsine galebe çaldıracak bir kazanım ise, kendini kul yani insan yapan tüm
değerleri kökten söker atar.
Öyle
ki, Peygamberler dahi insan olmalarından ancak Allah’ın sebatkâr kılmasından
ötürü nefsi her türlü arzu ve isteklerinden soyutlanmışlar; böylece ne rableri
Allah’a ne hükümlerine ne de beşere ihanet etmişlerdir. Çünkü yeryüzündeki hiçbir
paha, imanlarına fiyat etiketi koymaya yetmemiş ve yaptıkları her şeyi
nefisleri adına değil, Allah adına yaptıklarından aleyhlerine dahi olsa
adaletle şahitlik etmekten ve sadakatten kaçınmamışlardır.
Yaratıcı Allah’a hainliği meslek edinmişlerin
hilkatteki eşlerine sadakatleri mümkün değildir. Onun için Allah, birçok
ayetinde “Bana dayanıp güvenin, vekil
ve destek olarak Ben size yeterim” uyarısında bulunmuştur.
Ne var ki, öyle sapkın bir düşünce egemen olmuş
ki, yaratıcı Allah’a karşı yapılan ihanetler meşru; beşere yapılan ihanetler
ise gayrimeşru sayılabilmektedir.
Dolayısıyla insanın Allah’a
ve birbirine karşı işlediği yüzlerce ihanete karşı öne sürdüğü gerekçeler,
bahaneler ve mazeretler öyledir ki, sanki hainlikte değil sadakatte bulunmuşlar
gibi değer kazanmaktadırlar. Oysa ihanet
ve nankörlükle özleşen insan, salgın hastalıklardan ve afetlerden çok daha büyük
tehdit olduğundan Allah’a karşı başlayan hainlik, bir bedel olarak beşere
sirayet etmiştir.
Nefsi hiçbir insan yoktur ki, haksız ve adaletsiz olduğu
halde hak ve adalet aramasın; hain ve nankör olduğu halde merhamet ve vefa
beklemesin; suçlu olduğu halde masum olduğunu söylemesin; fırsat peşinde koştuğu
halde erdemlikten bahsetmesin; insafsız olduğu halde hümanist kesilip hesap
sormasın. Hâlbuki kötülerin en kötüsüdür ancak imkâna kavuşmasıyla hainliği
deşifre olur, böylelikle gerçeği güncelleşir.
Fıtratı gereği günah yani suç işlemeye meyilli bir
insanın masum olabilmesi asla söz konusu değildir. Her neyin içinde yahut her
ne ile karşılaşmışsa mutlaka onu dürten bir faktördür ama ak sütten çıkmış
kaşık misali kendisini bîgünah sanır. Oysa hayatı ile ilgili bir otokritik
yapmış olsa bedbahtın en bedbahtı olduğunu idrak edebilecek ve başına gelen
musibetler ile ilgili o an bir suçu olmasa dahi geçmişte işlediğinin bedelini
ödediğini anlayabilecektir.
İnsanlığı, milletleri ve devletleri zaafa uğratıp
güçsüzleştirerek esaret altına girmelerine yahut yıkımlarına neden olan
ihanetlerdir. Nefsi arzu ve isteklere gem vurulamaması ihanetleri oluşturmakta;
böylece kazanç sonrası kaybı, zafer sonrası mağlubiyeti, mutluluk sonrası
sıkıntıyı, güç sonrası zayıflığı doğurmaktadır.
Hainlik, her insan, toplum ve ülke için asla bağışlanamaz
bir felaket ise de çıkarlar doğrultusunda kimi taraflarca kabul edilebilir
olması hainliği meşrulaştırmaktadır. Oysa
hainliğin hiçbir gerekçesi olamaz!
Türkiye Cumhuriyeti’ni yurt edinmiş bir vatandaş olan
Reza Zarrab adındaki şahıs, kazandığı her şeyi ve namütenahi ticaretlerini Türkiye’ye
borçlu olmasına rağmen gördüğü baskı ve tehdit gerekçesiyle özgürlüğe
kavuşabilme mazeretine sığınmak suretiyle yabancı bir devlete ülkesini peşkeş
çekebilmesi kabul edilebilir değildir. Hele de ilişkilerini jurnallemesi yanlışını
meşrulaştıramaz bir ihanettir.
İster itirafçı olsun, ister iftira söylemiş olsun hiç fark
etmez! Sonuçta ülkesi aleyhine nefsi şahitlik yapan kim olursa olsun, o
affedilmez bir haindir. Madem yaptığı işler gayrimeşru ise, neden yaptığı
yanlışlarla ilgili şikâyetlerini ve hesaplaşmasını ülkesinde değil de yabancı
bir ülkede yapma yolunu seçmiştir? Ticaretlerini de o ülkede yapmış olsa ya da
vatan olarak o ülkeyi seçmiş olsaydı ya!
Öldükleri zaman dahi
cesetlerini “vatanım” diyerek Türkiye’ye taşıtırlar ama diriyken vatanım
dedikleri ülkeyi satmakta sakınca görmezler!
Aile içerinde bile dışarıya yapılan bir şikâyet,
dertlenme veya hayıflanma nasıl bir infial doğuruyor ise, vatan kabul edilen ülkenin
de verdiği tepki odur.
Zaten Reza Zarrab’ın hainliği ABD’deki söylemleriyle ortaya
çıkmış değil tamamen fıtratsaldır. Lakin nasıl bir hain olduğunu okuyamayan
yetkililerde kendisiyle ilişkiye girmiş ve tanıdıkları fırsatların sonucunda
özlerinde taşıdıklarıyla karşılaşmışlardır.
Kişinin
düşüncesi, inancı, vatanı ve ırkı her ne olursa olsun nefsince kuşatılmış ise,
ihanet için fırsat yakaladığı her yolu mubah sayar. Öne sürdüğü gerekçelerle
yanlışı öyle sindirip kabul eder ki, kazandığı zehirle sadece kendisini değil,
etrafındakileri hatta milletini de katleder.
“Kahrolası
insan! Ne nankör (hain) dir!”
Abese 17
“Allah, iman edenleri korur. Şu
da muhakkak ki Allah, hain ve nankör
olan herkesi sevgisinden mahrum eder.” Hac 38
“Şüphesiz
insan, Rabbine karşı pek nankördür.” Adiyat 6
“Kendilerine
hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği
meslek edinmiş günahkârları sevmez.” Nisa 107
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder