Yapılan bir yanlışı hazmetmek,
kazanılmış öyle bir zehirdir ki, dilsiz şeytandan farksızlıktır. Bu sebeple
şeytanlığı kabullenmemek adına yanlışlar sindirilmemeli, sahibine hediye
etmekten kaçınılmamalı, asla kayırılmamalı, ana- baba-kardeş ve yakın aleyhine
dahi olsa adaletle şahitlik yapılmalıdır.
Adalete
dayanmayan kuvvetin fırsatını yani çıkarını yakaladığı anda ne kadar vicdansız
ve hoyrat olduğu nefis güdümündeki dünya hayatıyla sabittir.
İnsanın,
vicdanın hatta kâinatın ruhu adalet ise; geriye
kalan her şey mezbahaya muadildir. İnsanlığı
ruhtan arındırarak bedenden ibaret gören seküler odaklı düşünce ve düzenler, ruhu
bedenden koparmasıyla insaniyeti öyle doğramıştır ki, dünyayı hayat ve insanı insan kılan hakkaniyet
harami bedellere peşkeş çekilmiştir.
İnsanoğlunun, özellikle iktidarların
aşk ve tazimle bağlandıkları menfaat duygusu, artık tapınılan gizli bir tanrı
olarak öylesine meşrulaşmış ve olağan bir davranış haline dönüşmüş ki; haksızlık
ve adaletsizliklerin haklı bir gerekçesi olarak toplumlara aşılanmış, böylece
çıkara dayalı menfaatperestlik siyasallaşarak yenidünya düzeninin anahtar
ilkesi olabilmiştir.
Organizmada hastalığa yol açan bir mikrobun genel veya yerel gelişmesi ve yayılması nasıl sinsi bir düzenekte olgunlaşıyor ise; “çıkar” da aynı maskelikte ilerlemesini sürdürerek, hakkı bitirip haksızlığı egemen kılmaktadır. Ancak adaletsizliği sözde iyilik adına gerçekleştirmesi; çok geçmeden korkunç ve ürkütücü hilesini ortaya çıkarsa da, beraberinde telafisi imkânsız zararları da meydana getirmektedir. Başka bir deyişle; insanın, zevksel en doruğa ulaştığı anın cinsellikteki tatmini ve sonrasında yaşanılan hüsran dikkate alınarak bir sorgulamaya gidilirse, çıkar ilişkilerinin de aynı gidişatla bir anlık mutluluk ve yıkıcı üzüntüyü tattırdığı muhakeme edilebilecektir. Tahrip ettiği insanlığı zamanla eriterek bambaşka bir dönüşüme yol açması, içinde yaşadığımız seküler dünya ile kanıtlanmaktadır.
Gündelik ilişkilerden, devlet ve uluslararası birlikteliklere kadar; aşkta, iş âleminde, siyasette, dinde, bilimde, sosyal yaşamda ve her alanda, hatta aile arasında bile samimiyet ve dürüstlüğün doğranarak vazgeçilmez hale gelen çıkar münasebetleri erdemliği ve dürüstlüğünü kırmış; maskeli yüzlerin gizli veya aşikâr sömürüleri, dünyayı mezarsı bir karanlığa gömmüştür.
İlişkilerde sinsice beslenip saklanan nefsi menfaat, gerekli güveni sağladıktan sonra hiç beklenilmeyen bir anda öyle kalbi bir vuruş yapmaktadır ki, perişanlığın ardı arkası kesilmeyebilmektedir.
Artık insanlık; vicdan, iyilik, barış ve merhamet gibi terimlerin kullanılamayacağı öyle bir dünyaya ile yok edilmiş ki, adalete kıyasıya meydan okunarak yakılıp yıkılabilmiştir ama insani değerler pratikte değil sözde kullanılmak suretiyle aldatıcılık sürebilmektedir.
Organizmada hastalığa yol açan bir mikrobun genel veya yerel gelişmesi ve yayılması nasıl sinsi bir düzenekte olgunlaşıyor ise; “çıkar” da aynı maskelikte ilerlemesini sürdürerek, hakkı bitirip haksızlığı egemen kılmaktadır. Ancak adaletsizliği sözde iyilik adına gerçekleştirmesi; çok geçmeden korkunç ve ürkütücü hilesini ortaya çıkarsa da, beraberinde telafisi imkânsız zararları da meydana getirmektedir. Başka bir deyişle; insanın, zevksel en doruğa ulaştığı anın cinsellikteki tatmini ve sonrasında yaşanılan hüsran dikkate alınarak bir sorgulamaya gidilirse, çıkar ilişkilerinin de aynı gidişatla bir anlık mutluluk ve yıkıcı üzüntüyü tattırdığı muhakeme edilebilecektir. Tahrip ettiği insanlığı zamanla eriterek bambaşka bir dönüşüme yol açması, içinde yaşadığımız seküler dünya ile kanıtlanmaktadır.
Gündelik ilişkilerden, devlet ve uluslararası birlikteliklere kadar; aşkta, iş âleminde, siyasette, dinde, bilimde, sosyal yaşamda ve her alanda, hatta aile arasında bile samimiyet ve dürüstlüğün doğranarak vazgeçilmez hale gelen çıkar münasebetleri erdemliği ve dürüstlüğünü kırmış; maskeli yüzlerin gizli veya aşikâr sömürüleri, dünyayı mezarsı bir karanlığa gömmüştür.
İlişkilerde sinsice beslenip saklanan nefsi menfaat, gerekli güveni sağladıktan sonra hiç beklenilmeyen bir anda öyle kalbi bir vuruş yapmaktadır ki, perişanlığın ardı arkası kesilmeyebilmektedir.
Artık insanlık; vicdan, iyilik, barış ve merhamet gibi terimlerin kullanılamayacağı öyle bir dünyaya ile yok edilmiş ki, adalete kıyasıya meydan okunarak yakılıp yıkılabilmiştir ama insani değerler pratikte değil sözde kullanılmak suretiyle aldatıcılık sürebilmektedir.
Oysa insanlığın yani vicdanın ya da
adaletin ölçüsü, Allah’a
ve kanunlarına kayıtsız-şartsız bağlılıkla mümkündür. İnanmak yeterli değil, imanda ancak amelle
kanıtlıdır. Dolayısıyla iman yerine küfrü tercih etmiş seküler-laik düzenin bir
politikacısı adil davranamamaktadır.
Mahatma Gandhi’nin çok güzel bir sözü vardır; “Haksızlığa sapıp bütün insanların senin
peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman daha iyidir.”
Kuvvetle muhtemel solcular, laikler
ve Kemalistler gibi diğer seküleristlerin takdirlerini kazanıp oylarını lehine
dönüştürebilmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan, milletin diğer vatandaşlarına
sağlamayacağı bir ayrıcalıkla, hasta olan Deniz Baykal adlı şöhretli bir
vatandaşa özel uçağını tahsis ederek dünyanın bir ucundan ünlü bir cerrahı
getirtebilmesi asla kabul edilemez. Çünkü ülkede sayısız doktorlar bulunup,
hasta olan her vatandaş sağlığını kazabilmek için onlara mecbur bırakılmakta ve
Deniz Baykal denen şahsa gösterdiği ayrıcalığa ve ihtimama kavuşamamaktadırlar.
Ki, onlar, vatanları uğruna ya
canlarını vererek ya da birçok yerlerinden sakat kalarak mücadele verdikleri
halde!
Türkiye’de zinanın serbest bırakılmasıyla
birlikte evli ve çocuklu hatta torun sahibi olanların zinalarına ilk meşruiyeti
kazandırarak bayraktarlık yapan Deniz Baykal, partisinden, evli bir kadın
milletvekilli ile olan ilişkisinin kamuoyu önünde deşifre olmasıyla beraber her
ne kadar komplo yapıldığı gerekçesiyle ahlaksızlığını örtbas etmeye çalışmış olsa
da, vicdanlardan söküp atamamıştı.
Ömrü boyunca Allah'ın hükümlerine, diğer bir ifadeyle
İslam'a, Kur'an'a ve Şeriat'a savaş açarak küfürde sınır tanımayan Deniz
Baykal, seküler-laik arenanın dayatmasıyla ahlaksızlığının üstü örtülmüştü. Ne
var ki, Deniz Baykal'a karşı İslam ve ahlak adına cephe alması gereken muhafazakâr
hatta İslamcı algısı taşıyanlarda manevi değerlere ihanet ederek, ona sahip
çıkabilmişlerdi.
Lakin halkı Müslüman olan Türkiye 'de zinayı serbest bırakan
Ak Parti ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, aynı hümanist düşünceyle din ve
namus düşmanı Deniz Baykal'ı sahiplenmiş ise de, milletten daha üstün ve
itibarlı tutabilmesi, adalete ihanetin ta kendisidir.
Ne demektir, ülkede görev yapan dâhili doktorlara güvenmeyip
de tahsis ettiği bir uçakla özel bir cerrah getirilebilmeleri? Öyleyse
rahatsızlık geçiren her vatandaş içinde özel uçaklar ve doktorlar tahsis etmesi
gereken Erdoğan, devletin başı bir cumhurbaşkanı olarak adil olması zaruri iken,
Baykal'a gösterdiği mümtaz bir ayrıcalık; gaflet, delalet hatta hıyanet değil
midir?
Gerçek bir siyaseti imar edemediklerinden her şart ve koşulda hak ve adaleti ilke edinmeyen hükümetler, hem kendilerini hem de sevk ve idareyle yükümlü oldukları halklarını mahvetmekte, dolayısıyla adil bir düzeninin inşasına engel olmaktadırlar.
Gerçek bir siyaseti imar edemediklerinden her şart ve koşulda hak ve adaleti ilke edinmeyen hükümetler, hem kendilerini hem de sevk ve idareyle yükümlü oldukları halklarını mahvetmekte, dolayısıyla adil bir düzeninin inşasına engel olmaktadırlar.
Oysa halkın temel besini adalettir. Adaletle hükmedilen bir
halk, asla maddi ihtiyaçlar için isyan etmez, suç işlemez, günaha kalkışmaz ve şikâyetlerini
maddiyata dayandırmaz.
Her kim olursa olsun, ister
dost-ister düşman, ister yakın-ister uzak olsun hayatın en önemli prensibi, hiç
kimseye hiçbir şekilde adaletsiz davranmamaktır. Dolayısıyla nefsi menfaati zihin ve kalplerden
söküp atamadıkça, adil olunamaz.
“Kahrolası insan! Ne de nankör!” Abese 17
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” Maide 105
“Kahrolası insan! Ne de nankör!” Abese 17
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” Maide 105
“Ey iman
edenler! Adaleti titizlikle ayakta
tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik
eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut
şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. “
Nisa 135
“Ey iman
edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle
şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil
davranmamaya itmesin. Adaletli olun;
bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a
isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir. “
Maide 8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder