Dolayısıyla mirasçı
olarak fışkıran yığınlarda maddi hiçbir hak talep edemez.
İslam esası üzerine
kurulmuş Osmanlı Devleti’nde herhangi bir sultan ya da hanedan
üyesinin şahsi despotizmi, sultalığı, malı ve serveti bulunamaz. Çünkü var olma
amaçlarının sadece Allah için olduğuna söz vermişler; bu uğurda yola çıkarak kendilerini
küfre karşı imanı galebe çalabilmek için cihada adamışlardır.
Allah’ın tek ve hak dini İslam’ı ve Peygamber
Efendimizin hak sünnetini yaymak üzere eline aldığı cihad bayrağı ile devasa
bir imparatorluk haline gelmek suretiyle yaklaşık 30 milyon
kilometre karelik bir yüz ölçüme ulaşan Osmanlı Devleti sultanlarına baba ve
dedelerinden kalan tek miras, cihad aşkı, İslam gayreti, güzel ahlak, haksızlık
ve adaletsizliklere karşı hiçbir şart ve koşulda rıza göstermemek, zalimi
defedip mazluma yardım etmek ve fitne yok edilinceye kadar batıla karşı
fetihler gerçekleştirmekti.
Bir Müslüman'ın hatta bir İslam devletinin
ihtişam ve debdebesi şahsı için değil Allah içindir. Şüphesiz helal olan servet
ve miras haktır ama o miras, halkın kanlarıyla inşa edilmiş bir devlet ise, söz
sahibi doğrudan halktır.
Lakin devleti sadece kendinden ve hanedanından
ibaret bilip halkını kul yani köle gören bir düşünce İslam değildir ve Osmanlı
sultanları da asla böyle bir anlayışa sahip olamaz ve olmamalıydı. Ancak olmaya
başlamasıyla da cihaddan vazgeçilerek fetihler durmuş; Allah'a dayandırılan devletin
batıl Avrupa'ya meyletmesiyle çöküş başlamış; saltanatın ivme kazanmasıyla da yıkılarak helak olmuştur.
Hatalarına rağmen Osmanlı Devleti'ne duyulan hayranlık ve
çekilen özlemde İslam esası üzerine hükmetmesi; kul olabilme itikadını taşıyarak
vahyin emrettiği hak ve adaleti gözetmiş olmasındandı.
Yoksa bana
ne; sultanlardan, hanedandan ve ortalıkta dolaşan para avcısı şehzade ya da
sultan artıklarından.
Hep
aklıma takılan; Osmanlı Devleti'nin o kadar sultanı olmasına karşın neden
sadece Sultan Abdülhamid'in devasa nitelikteki mirasından ve vasilerinden söz
edilmesidir. Acaba diğer padişahlar hiçbir miras bırakmamış ve mirasçıları
bulunmamakta mıydı? Ya da atfedilen miras haçlı-siyonist düşmanlarının bir
fitnesi midir? Yahut bıraktıkları İslam ve cihad aşkı miras olarak yeterli
bulunmayıp zenginliğe mi odaklanılmıştır?
Birçok
küfür beldelerini fethederek Osmanlı Devleti'ni kuran Osman Gazi, vefat edip
Bursa'ya defnedilmesi akabinde bıraktığı maddi miras hesaplanmıştı. Üstelik
saraya ve Bizans'a hükmeden Koca Osman Gazi, geriye birkaç at, bir kat elbise,
bir çift çizme, eyer takımı, tuzluk, kaşıklık ve yüz kadar koyunla birkaç çift
de öküz kalmıştı. Ne malı ne de parası vardı! Ki,
koyun sürüsü de devletin malı olup, padişah şöleninin gerektirdiği emtiaydı.
Gerek
Allah Resulü, gerekse halifelerde miras olarak ne mal ne de para bırakmışlar;
Allah'ın yüce dini İslam'ı yegâne servet görmüşlerdi. Eş, evlat ve yakınları da
kendilerine bırakılan böylesi bir mirastan dolayı mutluluk duymuşlar; şerefin
ve zenginliğin en doruğuna kavuşmalarından ötürü sevinmişlerdi.
Osmanlı
hanedanından geldikleri gerekçesiyle av peşinde koşan süprüntü şehzade ve
sultan numuneleri cihad ehli devletlerini, halkını, vatanlarını ve şereflerini
öyle sömürüyorlar ki, İslam ve Osmanlı maskeleriyle olmayan haklarını elde etmeye
koyulabiliyorlar.
Oysa
Osmanlı soyunu taşıyarak Osmanoğlu olmak asla bir ayrıcalık ve avantaj
değildir. Çünkü kulun kula üstünlüğü ancak takva iledir. Ama insan öyle
budaladır ki, kimini peygamber soyundan gelen bir seyid olduğu sebebiyle baş
tacı yapar; kimini Osmanlı soyundan gelmesinden dolayı sultan yapar; kimini
bilmem nereden geldiğini gerçekçe göstererek evliya yapar. Hâlbuki Allah
yolunda cihad eden veya şehid olan birinden daha üstün kim olabilir ki, onlara
saygı duyabilinsin.
Sultan
Abdülhamid'in varisleri olarak ortaya çıkanların büyük bir
kısmı dünyadaki farklı ülkelerin vatandaşları olup, Osmanlı Devleti
zihniyetinin zerresine sahip değillerdir. O asalakların hedefi gizli bir
dolandırıcılıktır. Devletleri, halkları, vatanları ve dedeleri için ne
yapmışlar ki, miras talebinde bulunabilme cüretini gösterebiliyorlar?
Öyle
kibirli, menfaatçi, lüpçü, fırsatçı ve kendilerini Kaf dağında gören bir
haldedirler ki, milletin malına göz dikerek kursaklarından geçirmeye kalkışabilmektedirler.
Eğer
Abdülhamid Han'ın üzerine kayıtlı bir mal varlığı zapt altına alınmış ise, o,
ne şahsı ne de geriye kalacak yakınları içindi. O günün şartlarına göre Müslüman
milleti adına vekillik yapmış ve hazineye ait olan mala ihanet edercesine
zimmetine geçirmemişti. En sıkıntılı
döneminde dahi borçlarına karşılık Filistin topraklarını çok yüksek bedellerle İsrail'e
peşkeş çekmemiş Sultan Abdülhamid, günümüzdeki hazırcılar için mi cehenneme
razı olacaktı? Çünkü kendini Allah'a adamış Abdülhamid Han, dünya malını ahiret
karşılığı satan bir muttakiydi.
Osmanlı
Devleti her ne kadar monarşik bir yapıya sahip olsa da, diğer monarşilerden
kendini ayıran İslam inancıydı. Dolayısıyla Allah'ın ipine sarılmasından adaletiyle
üstün bir vasfa ulaşmış; iman etmiş halkıyla da cenk, hizmet ve merhametiyle
sınırları aşabilmişti. Dünyayı sadece vatanından ibaret saymamış; yeryüzünü
Allah'ın arzı bilmesinden diğer topluluklara da Hakkı ve adaleti yaymak
gayesiyle zalimlerle mücadele ederek zulümlere son vermeye çalışmıştı. Zaten cihad
şuurunu edinerek aşkına tutuşmuş olması, küfürden arınmış bir dünyayı var edebilmekti.
İçlerinden
kimi sultan ve avaneleri şeytanın vesvesesine kanarak Allah yolundan yüz
çevirip batıla sapmış olsalar da Sultan Abdülhamid Han, asla onlardan değildi.
Dolayısıyla devlet hazinesini yani malını kendi zimmetine geçirmeyecek kadar üstün
bir iman ve ahlak sahibi olmasından geçiminin dışında şahsi ne malı ne de
parası mevcuttu. Çünkü onun için
Müslümanlıkla şereflenmiş olması, Allah'ın dinine ve insanlığa hizmet etmesi en
yıkılmaz bir iktidarlık ve tükenmez bir zenginlikti.
Sultan
Abdülhamid Han'ın mirasçıları olarak bugün ortalığa dökülen sözde varisler
kimlerdir biliyor musunuz; Abdülhamid Han'ı tahttan indiren İttihak ve Terakki
mensuplarının fışkırttığı artıklardır.
Din
elden gitmiş; hilafet ilga edilmiş; İslami düzen yıkılmış; Sultan Abdülhamid
tahttan indirilmiş; kardeşi Sultan Mehmed Vahdettin sürgüne gönderilip San Remo'da
vefat etmesi üzerine cenazesine alacakları tarafından haciz konulduğundan ortada
kalmış; borçları eski Suriye Devlet Başkanı Ahmet Nami Bey tarafından ödenerek
Suriye'ye getirilmiş umurlarında değil ama sıra mala gelince aslan olup hak
iddia edebilmektedirler.
Osmanlı
Padişahlarının tek bir mirası vardı; Kur'an ve Sünnet. Eğer illa miras
peşindeyseler, cihada çıkıp fetih yapsınlar ki, istismar ettikleri sözde
dedelerinin rızasını kazansınlar.
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir
şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır.
Hâla akıl erdiremiyor musunuz? “ En'am 32
“Bir
peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz. Kim emanete (devlet malına)
hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak
gelir. Sonra herkese -asla haksızlığa uğratılmaksızın-kazandığı tastamam
verilir.” Al-i İmran 161
“De ki: Ancak
Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır.”
Yunus 58
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder