Bu sebeple mezhep denilen
ekoller apaçık dinlerdir! Dolayısıyla
dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen düşmanlık, çatışma ve savaşlar
mezhep değil din savaşlarıdır.
Allah’ın vahiyle indirdiği Kur’an’da hiçbir ayrılık
bulunmadığı ve son derece açık ve anlaşılabilir olduğu ümmi bir peygamber olan
Hz. Muhammed’in resullüğüyle kanıtlıdır.
Mezhepler anlayış, görüş ve yorumlarıyla Kur’an
ve sünnet üzerinde öyle bir otorite sahibi olup haddi aşmışlardır ki, metod ve
görüş adına beşeri fikirler sünnet manipülasyonuyla vahiyle özdeşleştirilmiş
hatta öne geçirilmiştir.
Sanki Allah Resulü, Kuran dışı bir ahkâm vermiş
yahut Kitabullah’a muvafık olmayan tek bir görüş ve tefsirde
bulunmuş gibi ayet ile sünnet farklı kuvvetlermişçesine alttan alta ayrılmış;
dolayısıyla Hıristiyanlık ve Yahudilikte olduğu gibi Allah’ın dini
İslam, mezhepler adına bozulmaya çalışılmıştır. Bozulmuştur demiyorum; çünkü
İslam, Allah’ın koruması altındadır!
Hem ayetler hem de ayetlere muvafık hadisler öyle
alenidir ki, içlerinden çıkarılacak hiçbir gizlilik veya muamma bulunmamaktadır.
Zaten rahip ve hahamlarda İncil ve Tevrat’a müdahale ederek aynı gerekçelerle
bozmamışlar mıydı?
Bir âlimi değil bir ümmiyi zatına resul seçen
Allah, olabilecek fitnelenin küfre yol açabileceği ve vahiyden uzaklaşıp
bölünmelere ve karışıklıklara neden olabileceği hesabıyla insanları her ne
kadar uyarmış ise de, şeytan vesvese sokarak inananları öyle saptırmıştır ki,
ortaya çıkan müctehidler de din kurucuları haline gelmişlerdir.
İslam, bir Hıristiyanlık ve
Yahudilik değildir ki, mezhepler İslam dininin bir gerekliliği olabilsin! Zaten Peygamber Efendimiz zamanında olmayan mezhepsi
inançların nasıl hurafeler oldukları açıkça anlaşılabilmektedir. Ki, ne Kur’an ne de
sünnette kesinlikle yer almayan mezhepleri Allah ve Resul’ünün hükmü olarak
kabul etmek mümkün değildir.
İslam’la şereflenmek ancak Kur’an’a
iman ve itaatle mümkündür. Dolayısıyla tüm ibadet ve amellerin Kur’an’ı Kerim’e göre olması tartışmasız bir
zorunluluktur. İslam ile ilgili her sorunun cevabı mutlaka Kur’an’da mevcuttur ve hiçbir yoruma ihtiyaç duyulmayacak
aşikârlıktadır. Gerçi hadis ve sünnetlerde Kur’an’daki ayetlerin ta kendisidir
ancak ezan, namaz ve abdestin nasıl okunarak kılınacağı ve alınacağı ile ilgili
fiziki ibadetler sünnetle muteberdir ise de, onlarda da bir ittifak sağlanmayıp
farklı içtihadlar içerdiği hatta birbirlerinin ardına kıldıkları namazı daha
sonra tekerrür ederek kendi mezhebi inançlarına göre ifa ettikleri malumdur.
Her ne kadar Kur’an’ın
vahiy olduğuna iman ediyor olsak da, Peygamber Efendimiz aracılığıyla
bildirilmesinden dolayı fiziki açıdan hadistir. Bu sebeple Allah Resulü,
vahiyle kendisine indirilen hükümler üstünde hiçbir katkıda bulunmamış; ne
ilavede ne eksiltmede ne de herhangi bir inisiyatife kalkışarak hüküm
vermiştir.
Ayet, hadis ve sünnetlerin farklı kesimlerce yorumlanmasıyla
ortaya çıkan görüş ayrılıkları fitnedir; dolayısıyla
İslam’a atfedilen mezhepler nefsidir hatta
küfürdürler.
Hıristiyanlık ve
Yahudilik dinlerinde mezheplerin bulunmaları, esasları itibariyle olağandır. Çünkü
kitapları İncil ve Tevrat’a müdahale etmiş olmalarından ve Kur’an’ın vuku
bulunmasından lağvedilmişler;
dolayısıyla kaynakları mezhep anlayışını geçerli kılmıştır.
İslam dini yorumlarla
anlaşılamaz. Önce iman gereklidir; iman da doğrudan Allah’ın hidayetiyle mümkün olduğundan beşeri hiçbir katkı etki
yapamaz. İmansız bir ilim, ruhsuz bir beden gibidir! Çünkü doğru yola ulaşabilmek için
canı gönülden bir teslimiyet ve ayetlere kayıtsız-şartız iman etmekle hüviyet
kazanılabilir.
Mezheplerin Kur’an’a aykırı, muvafık olmayan, hadis ve sünnetle örtüşmeyen
sözleri karşısında esas olan Allah ve Resul’üne iman öylesine kadük bırakılmaktadır
ki, İslam’a inanan bir kimse Müslümanlık yüceliğine erişememektedir. Ayet ve
sünnetleri âlimlerin dışında sıradan bir Müslüman’ın anlayamayacağı yargılarla
peşin hüküm doğmuş; böylece fevkalade kolay ve anlaşılır olan Kur’an’i
gerçekler gizlenilmiştir.
Oysa Allah,
birçok ayetinde Kur’an’ı kolay ve anlaşılabilir bir üslupla açık ve net olarak
gönderdiğini bildirmiştir. Eğer Kur’an’ın kavranabilmesi için herhangi bir
ayette müçtehidlere inisiyatif verilip şart koşulmamışlar ise, iman
derecesindeki gereksimleri nedendir? Sadece öğretiden ibaret ise, neden
insanlar ’anlamaz denilerek’ aşağılanırcasına ayetlerden uzaklaştırılıp
hurafesel sözde hadislerle iğfal edilmektedirler? Allah’ın Kur’an’da
anlatamadığını müçtehidler mi başarmıştır? Yahut Kur’an anlaşılamıyor da, Risale-i
Nur gibi kitaplar mı kolaylaştırıyor? Öyleyse Allah (haşa) aciz midir?
İman edememiş
tefsirci ve akademisyen nice müctehidlere şahit olunduğu bir dünyada, asıl olan
iman mıdır; müctehidlik midir? İctihad sahibi yalnızca müctehidler ise, sıradan
Müslümanlar imana ulaşıp hükümleri yerine getiremezler mi?
Yahut imanın şartı büyük bir İslam âlimi ya da kendisine
mürid olmak mıdır ki, Allah’ın hükümleri anlaşılamamakta; böylece iman edilememektedir?
Öyleyse (haşa)
Allah yalan mı söylemektedir? Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed bir ümmi değil
de âlim miydi ki, ayetlerin yüksek manalarını anlayabilmek için müctehidlerin zaruriyetlerine
ihtiyaç duyulabilmektedir?
Neden kitabın
esası olan muhkem ayetlere değil de, peygamberlerin dahi bilemediği müteşabih
ayetlere tevil yani yorum getirmek suretiyle kolay zorlaştırılıyor; âlimler
peygamber hatta Allah seviyesine yükseltilip daha bilgili ve ehven kabul
edilebiliyorlar?
“ (Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait
değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak
harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah'ın
rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa,
karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.” Bakara 272
“Allah kimi doğru yola
iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse göğe
çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle
murdarlık verir.”
Enam 125
“Doğru yolu göstermek bize aittir. Şüphesiz ahiret
de dünya da bizimdir.” Leyl 12- 13
“Sana Kitab'ı indiren O'dur.
Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri
muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde
eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih
âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde
yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler.
(Bu inceliği) ancak aklıselim
sahipleri düşünüp anlar. “ Al-i İmran 7
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği
zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı
yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş
olur.” Ahzab 36
“Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!)
Onları ancak fasıklar inkâr eder.” Bakara
99
“İndirdiğimiz açık delilleri
ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok
mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.”
Bakara 159
“Andolsun biz Kur'an'ı
öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?” Kamer 17
“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden
uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri
görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat
azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi
yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.”
Araf 146
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder