Şeytanın insanoğlunu zehirlediği bir
vesvesedir!
Oysa
ne akıl ne de bilimin bedence ortaya çıkan kuvvetler olmadığı, doğrudan ruhun
güdümünde etkileşen erkler oldukları pratik hayatla kanıtlıdır. Çünkü ruhsuz ya
da Allahsız bir akıl ve bilimin eceli geldiğinde nasıl çerçöp olduğu
tartışmasız bir gerçektir.
Bedeni
bir akıl ve bilim, özgür ve mutlak bir güç değil, beden öncesi yaratılmış olan
ruhun direktifindedir. Böylece yaratıcı
Allah’ın etkisi ve yönlendirmesi altında olan yaratılmış akılların bağımsız
olabilmeleri, özgürce düşünüp karar verebilmeleri, dilediğini yapabilecek hür
bir iradeye sahip olabilmeleri, bilimi üretebilmeleri kabul edilebilir
değildir. Çünkü içinde yaşanılan dünya hatta kâinat laboratuarı tamamen aksini
ortaya koymaktadır.
Akılcılık, tek başına vahye zıt düşen ve inkâr eden beşer
egemenli fiziki bilgiyi, atomculuğu, kuantumculuğu, genetikçiliği, beyinciliği,
pozitivistliği ve rasyonalizmi savunur. Ayrıca, bilimi var edenin vahiy olduğu
gerçeği bir türlü kabul edilmek istenmez. Tıpkı meniden oluşan bir yaratığın, yaratıcısı
Allah’ı reddetmesi misali!
Pozitif bilim; aklı, düşünceyi, duyguları, maddeyi,
bilgileri, mucizeleri, fiziği ve kendine uyarlayabildiği her şeyi sahiplenerek,
ütopik teorileriyle yalan ve yanlışı kamufle eder. Ortaya attığı prensipleriyle
abartılarını uzlaştırarak doktrinleşmesi, pratikte zerre kadar bir işe yaramamaktadır.
Etkin Aklın ya da Etkin Ruh veya Mutlak irade’nin Darwinizm’i,
Freudizm’i, Ateizm’i, Sekülerizm’i, Laisizm’i, Pozitivizm’i ve Rasyonalizm’i
ters yüz ederek, programladığı ruhları nasıl bilgilendirdiği ve yönlendirerek
dilediği Hak yahut batıl düzenleri biçimlendirmek suretiyle konumlandırdığı aşikârdır.
Bu gerçek, vahyi ve Mutlak İrade’nin üstünlüğünü reddedip, bedeni, beyni, mantığı
ve iradeyi öne çıkararak maddeyi ve fiziği egemen kılmaya çalışan mühürlülere
verilen bir cevaptır. Her olayda olduğu gibi!
Özellikle vahiy referanslı müminlerin rasyonalizmi, pozitivizmi,
laikliği, özgürlüğü ve demokrasiyi sindirerek himaye edebilmeleri akıl almaz
sapkınlığın tedavisi olanaksız özürlüleridir.
İnsanın inandığı gibi iman edememesi veya inanmadığı varlığın
esaretinde bir yaşama mecbur kalması, düşündüğünü gerçekleştirememesi, doğruyu
savunup yanlışta ısrar etmesi, demokrasiyi gözetip yıkmaya çalışması, hümanizmi
savunup dehşet saçması ve yarın ne olacağını kestirememesi, tüm beyinci, fizikçi
ve atomcu anlayışları çökertmektedir. Demek ki doğru yola, düşünebilen bir akıl
ve olmayan özgür bir iradeyle değil, yaratıcı Allah’ın dilemesiyle erişebileceği
anlaşılmaktadır. Şu halde, insanın hiçbir seçme hakkının bulunmadığı ya da
kaderinin doğrultusunda bir seçime gidebildiği gerçeğinin yaşandığı dünyada
fiziki kanıtlarla yetinilmeyip, ayetlerle de tasdik edilmektedir.
Etkin Ruh, nasıl bedenlere hayatiyet kazandıran ruhları güdüyor
ise, Etkin Akıl ya da Etkin Duygu da, kulsal akıl ve duygulara hükmetmektedir.
Bu sebeple ne akıl ne düşünce ne duygu ne de vicdan; iddia edildiği gibi özgür
ve mutlak değil, yaratıcı Allah’ın etkisi ve yönlendirmesi altındadır. Hiçbir
teorinin bu gerçeği değiştiremediği, yaşamsal kanıtlarla ortadadır.
İnsan aklı ve duyguların özü; bilmek ve hissetmek ise de, insan
her zaman biliyor ve hissediyor yahut bildiğini veya hissettiğini yapıyor demek
değildir. Dolayısıyla insanın bilebilmeye veya hissetmeye yetili olması, mümkün
olmaktan öte iradesel hiçbir şey ifade etmemektedir.
Bir’den bir çıkar!
İlk “bir”, zorunlu varlık yaratıcı Allah’’tır. O’nun varlığı yalnız kendisini
gerektirir. Var olma, Allah’ın özünden gelen gereksimdir. İlk neden ilk
gerçekliktir. Allah’tan ilk ruh ve akıl ortaya çıkar. Çokluk, ruhla ve akılla
başlar. Bundan da felek yani âlem ve nefsin akılları türer. Her akıldan da, o
aklın özü ve cismi yani bedeni oluşur. Akıl cismi yani bedeni ruhsuz hareket
edemeyeceğinden, akıllar sırasının sonunda Etkin Ruh bulunur. Ondan da dünya
ile ilgili nesnelerin maddesi, cisimlerin biçimleri, insan özleri ve bilgileri
doğar. Etkin Akıl, tümünün yöneticisidir. Yaratılış önsüzdür ve yeri de madde
yani bilimdir. Madde, soyut ve tüm varlığın öncesiz olanı, nefsin eylem alanı,
sınırı ve tüm parçaların kaynağıdır. İlk akıl, kendisini ve zorunlu varlığı
bilir. Buradan ikilik doğar. İlk akıl kendinde olanaklı, ilk varlık için ise zorunludur.
Her soyut feleğin ilk kımıldatıcısı vardır. İlk kımıldatıcıları eyleme sokan
ruhtur. Her feleğin de iyiliğini düşünen kımıldatıcı bir nefsi vardır. Nefsin
eylemini Etkin Ruh, şeytan aracılığıyla dürter.
İşte gerçek ile yalanı ortaya koyan doğrular denizi öyle aleni ki,
seküler-laik hezeyanlı akıl ve bilim adına öne sürülen iradesel tüm düzmeceleri
kanıtlamakta; böylece ruhtan koparılmaya çalışılan akıl ve bilimin mezara konan
çürümüş cesetten değil ruhtan, diğer bir ifadeyle Allah’tan çıktığını ispatlamaktadır.
İnsanın akıl ve bilim adına Allah ile yürüttüğü savaş her ne kadar
eğitim ve öğretimle manipüle edilmek suretiyle Allah’ın kayıtsız-şartsız hâkimiyeti
yok sayılmaya çalışılsa da, ne kaderin
ne de ölüm gerçeğinin önüne geçilebilmektedir.
Aydınlanma yani Çağdaşlaşma Çağı’nın
önde gelen bayraktarlarından Alman Filozof G.E.Lessing’in şu ifadesi başkaca
bir kanıta ihtiyaç bırakmamaktadır. "İnsanların olumlu bilim ve akıl ile aydınlatılmasıyla bir
gün dine gerekseme kalmayacaktır."
Yapılan
savaşın özü; eğer akıl ve bilim dinsiz olunca olumlu; dinli olunca olumsuz!
“İşte biz o Kur’an’ı açık seçik ayetler
halinde indirdik. Gerçek şu ki, Allah dilediği kimseyi doğru yola sevk eder.”
Hac16
“Andolsun ki
biz Kur’an’da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir. İşte hakkı tanımayanların
kalplerini Allah böylece mühürler.” Rum 58-59
“Allah’ın izni
olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları
murdar (inkârcı) kılar.” Yunus 100
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder