Çünkü hak olan İslam,
batıla karşı gelmiş bir savaştır.
İslam
ile birlikte inen hakkı yok sayan batıl düşünceler, doğru ve yanlışları
nefislerin istek ve arzularına bırakmalarından kötülük doğmuş, böylece insanlık
lağvedilmesinden iyilik adına en sert mücadeleler meşru kılınmıştır.
Yaratıcı
Allah’ın yarattığı iyi ve kötü kulları için getirdiği hükümler, insani manipülasyonlarla
şeytani vesveselere peşkeş çekilmesiyle birlikte insanlık bozulmuş ve insan,
batıla uymuş en korkunç yaratık haline dönüşebilmiştir.
İnsan,
yaratıcısını ve tartışmasız bir kul olduğu gerçeğini eğip bükmesiyle din, bilim
ve siyaset hakkında ya doğrudan ya da dolaylı ahkâm kesmiş, varlığını kusursuz
sürdürebileceği ve toplumları yönlendirip idare edebileceği batıl düşüncesiyle “ben daha iyi bilirim” kibri, kendi
elleriyle inşa ettiği düzende boğulmasına neden olmuştur.
Vahyin
egemen olmaması adına nefislerin tatmini yoluna gidilmiş, seküler bazlı
düşüncelerle insanlık öyle kıyılmış ki, yanlışların kabulüyle tedavisi imkânsız
zehirler kazanılmıştır. Zehrin arındırılması ve yayılmasını önlemek maksadıyla tıp
benzeri operasyonlar şart olmuş; Hak ve halk için batıl yani kötü veya nefsi
olan her şeyin ortadan kaldırılması zaruri kılınmıştır.
Yaratıcı
Allah’ın hâkimiyetine karşı yaratık beşeri egemen kılabilmek için ortaya çıkarılan
sekülerizm odaklı demokrasi öyle bir zehirdir ki, kötülüğü meşrulaştıran yegâne
kuvvettir.
Demokrasi
her ne kadar çoğunluğun söz sahipliği, gücü veya iktidarlığı olarak tanımlansa da,
aslında “Allah yerine hümanite, İslam yerine demokrasi” manipülasyonlarıyla
elde ne din ne iman ne insanlık ne barış ne ahlak ne de adalet bırakmıştır.
Kaynağını
batıllıktan alan demokrasi; nefse galebe çaldıran her düşünce ve davranıştır.
Öyle ki, Allah’ın yasak kıldığı haramları meşrulaştıran bir cehennem kapısıdır.
Dolayısıyla demokraside azan her nefsin söz hakkı bulunmasından insanlık,
insanlığı yiyip bitiren teşviklerle doludur.
Doymak
bilmez nefisleri yan, şeytanı memnun edebilmenin yolu demokrasiden geçer.
Böylece yasalar gayri vahyi suçları hazırlar, suçluyu da işlemesi için
azmettirir. Dikkat edilirse suçluları teşvik eden demokratik yasalar, insani
yasaların yanında daha çoktur. Dolayısıyla demokratik yani nefsi yasalar,
adaletsizliğin ve zulmün en berbat şeklidir.
“Neye göre
iyi; neye göre ahlaklı; neye göre doğru; neye göre yanlış; neye göre adil”
kararını yaratıcı Allah mı yoksa nefisler mi vermeli sorgusu, muhakeme edebilen
her insan için yeterli bir anahtardır.
İnsanlık,
demokrasi gereği yaratıcısını ve insani değerlerini yontarak öyle ucube bir yaratığa
dönüşmüş ki, organını eline alan havarilerin sokaklara dökülerek daha fazla
özgürlük, daha fazla demokrasi ulumalarıyla naralar atmaları gibi. Oysa daha
fazlası ancak Allah hâkimiyetini teoriyle değil, pratikle olarak ortadan kaldırmakla
mümkündür. Dolayısıyla ancak kaderin tanıdığı izin kadar ahkâm
kesilebilmektedir.
İslam’da
nefse göre seçme hakkı yoktur. Herhangi bir Müslüman’ın kendi istek ve
düşüncelerine göre inisiyatifte bulunamaz. Hiçbir Müslüman; Kur’an karşıtı bir
fikre, davranışa ve iktidarlığa geçit veremez; talep edilen bir özgürlüğü,
sekülerizm, laiklik ve demokrasiyi kabul edemez. Çünkü Allah, hiçbir şart ve
koşulda kabul edilmemesini emretmektedir.
Ancak
kendilerine pranga vurdurarak ve boyunduruk taktırmak suretiyle paryalığı kabul
ederek yaratıcılarını az bir bedel karşılığı satmış olan Müslüman kimlikler
yüzünden hak ve tek din İslam batıla peşkeş çekilebilmiştir.
Neden Müslümanlara demokratik
tüm haklar gayrimeşru ve seçildikleri hükümetler batıllar tarafından geri alınmak
istenmektedir; hiç düşündünüz mü? Çünkü İslam, demokrasi karşıtı bir
egemenliktir!
İslam,
Allah iradesi ve hükümlerine kayıtsız ve şartsız teslimiyet; şeytanın temsil
ettiği batıllığa ve kötülüklere karşı mücadele; hak ve adaletin tesisi için
cihad; Allah nezdinde ki suçlulara ceza, adaletin egemen olabilmesi için ırk,
din, sınıf ve mevki ayırımı yapmaksızın hukuk önünde eşitlik, zenginin yoksulu
gözetmesini emreden bir düzendir. Kötülüklerin elçisi şeytan ile iyiliklerin
elçisi Peygamberlerin vahyi hükümler çerçevesinde mücadelelerini meşrulaştıran
âlemşümul bir düzendir.
Fitne,
kötülük, haksızlık ve adaletsizliklerin ortadan kalkabilmesi için şeytanla yani
batılla cihad zorunluluğu tartışılmaz bir kural olup; şeytanın kıyamete kadar
misyonunu sürdürecek olmasından dolayı kötülüklere karşı mücadele için gerekli
olan savaş, iyinin var olabilmesi adına mutlaktır. Dolayısıyla İslam, batılla
yani şeytanla diyalogu reddeder; sertliği ve cengi şart koşar.
“Ancak Müslümanlar
kardeştir” hükmü
gereği, Müslüman olmayanlarla kardeşlik, birlik, beraberlik hatta dostluk
çatısı altında bütünleşmek yasaklanmış ve haram kabul edilmiştir.
Barış,
ancak İslam hükümlerinin egemen olduğu bir doğrultuda geçerlidir.
Peygamberimizin müşriklerle yaptığı ilk Hudeybiye barış anlaşması, İslam hukuk
devletinin egemenliği altında yapılmıştı. Vahyin temel mesajı, yeryüzünde fitne
kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar batıllarla ve
işbirlikçilerle savaşmak, farz kılınmıştır. Ayrıca Allah ve Resulüne karşı
savaşanların ve Allah’ın indirdiği hak düzeni bozmaya çalışanların nasıl
cezalandırılacağı da Maide Suresi 33.
Ayetinde açıkça emrolunduğu halde, Allah’ın gücünden ve yaptırımından değil de
batıl güçlerden korkanların “barış ve kardeşlik” söylemleri, ancak ürkek
sefillerin siperlendikleri bir örümcek kalkanıdır. Onlar barış ve kardeşlik
dedikçe batıllar cesaretlenip daha da vurmakta, dolayısıyla ne yakarışları ne
de teslimiyetleri bir fayda vermektedir.
“Fitne ortadan
kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (Batıllığa) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların
yaptıklarını çok iyi görür.” Enfal 39
“Allah ve
Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak)
düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya
asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi,
yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır.
Onlar için ahirette de büyük azap vardır” Maide 33
“Allah’ın
ayetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsi istekleri) satın aldılar da (insanları)
O’nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne
kötüdür.” Tevbe 9
“Allah
içinizden cihad edenleri belli etmeden ve felaketlere karşı sabredenleri ortaya
çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız.” Al-i İmran 142
“Aralarında
Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana
indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer yüz
çevirirlerse bil ki Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela
etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.” Maide
49
“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında
satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür
veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.”
Nisa 7
“Artık Allah
yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu
tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle
size zarar vermelerini önler). Allah'ın
gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.” Nisa 84
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman,
inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.
Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36