Sınav yahut imtihan ile ilgili ateistler
ile ilahiyatçıların taşıdıkları kuşku ve yargı birbirlerinden farklı değildir. Bir
taraf iman ettiğini iddia ettiği halde özü kavrayamamakta, diğeri ise inkarının
getirdiği mantıkla çelişki olduğunu ileri sürerek Allah’ı yargılamaktadır.
Ateistler, inançsızlıkları gereği der ki:
“Bize en çok tekrarlanan telkinlerden biri
de dünyanın bir sınav yeri olduğudur. Bu görüşe göre Tanrı insanları dünyada sınamakta
ve bu sınavın sonucuna göre ahrette onlara ceza veya ödül vermektedir. Ancak bu
doğru olamaz. Zira bizzat teizmin (iman) ilkelerine göre Tanrı sonsuz güçlüdür
ve sonsuz bilgiye sahiptir. Ne sınavı bu; neyin sınavı? Bir sınav seviye
belirlemek için yapılır. Sınav sonucunda önceden bilinmeyen yeni bilgiler elde
edilir. Tanrı’nın bilmediği bir şey var mıdır ki sınav yapıyor? Bize "Tanrı
önümüze yollar koymuştur ve biz o yollardan birini seçeriz" deniliyor.
Ancak bu noktada ortaya çıkan bir soruya hiç kimse cevap vermiyor: Tanrı bizim
hangi yolu seçeceğimizi tahmin edemiyor mu? Eğer ediyorsa bu "sınav"
ne için? Formalite mi? Eğer edemiyorsa bu Tanrı’nın "sonsuz bilgili"
sıfatını zedelemez mi?”
Bu
sorgulama ilk bakışta ateist düşüncenin mantık boyutunda haklılığını ortaya
koymakta ise de, maalesef ilahiyatçılar tek tanrı olan Allah’ı
tanıyamamalarından ikna edici yanıtı verememekte, dolayısıyla içlerinde dahi
paradoks yaşamaktadırlar.
Öncelikle
yeryüzündeki her şey ruhsaldır. Madde ve insanın fiziki varlığı, tıpkı Young
Deneyindeki yarım bardak suya konulan bir kalemin kırık görüntüsü misali özdeki
bir yanılgıdır. Yaratıcı Allah’ın ve görevli meleklerin ruhsal oluşu etkin gücü
kanıtlasa da, fiziğin yanılgısı ruhsal iktidarı perdelemektedir. Böylece
tumturaklı iman etmiş olanların dışında fizik, ruhun önüne geçirilmekte ve tek
egemen güç olarak kabul edilmektedir.
Madde
ve bedenin varlığı her ne kadar başta Allah olmak üzere ruhsal olan tüm
mevcudiyeti yok saydırsa da, ruhun bedenden çıkmasıyla gerçekleşen ölüm, neden
ruhun tartışılmaz gücünü kavramada etkili olamıyor? Öğüt alabilmeleri Allah
tarafından dilenmediği için, ruhun fiziksel aparatları olan ve ölüme neden
gösterilen beyin, kalp, vs gibi organlarla sonuca gidiyorlar.
“Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar
öğüt alamazlar. Sakınılmaya layık olan da O'dur, mağfiret sahibi de O'dur.” Müddessir 56
İnsanoğlu
bedenen yaratılmadan önce yaratılan ruhlar, en ince detayına kadar
programlanması akabinde tayin edildiği gün ve saniyede fizikken güncelleşerek
insan yaratılmıştır. Ancak insanın öncesinde ruhsal âlemde yaratıldığı ve
Allah’ın bilinmeyen bir bilgisine göre sınavdan geçirilerek fiziki yaşama
döndürüldüğü, iman zafiyetinden anlaşılmamaktadır. Yoksa insanın bedenen
yaratılmasıyla “o kitap”’ta takdir edilmiş kaderi asla değişmemekte, hakkındaki
iyi veya kötü hükmü iradesiyle yönlenmemektedir.
İşte
sorun; madem her şey “o kitap”’ta yazılmış ise, insanın iradesiyle bir şeyi
değiştirip değiştiremeyeceğidir. Dolayısıyla ateizm de bu sorgunun üzerine
giderek; sınavın seviyeye göre değerlendirilip değerlendirilmediğidir. Ki, bu
sorgu, insanın zengin fakir, güzel çirkin, zayıf güçlü, sağlıklı hastalıklı
gibi düalitelere götürür ki, “her şey benim dileğime göre gerçekleşmektedir”
buyuran Allah, özgür yahut cüz’i irade iddiasını geçersiz kılmaktadır.
“Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz
dileyemezsiniz.” Tekvir 29
“Sizler ancak Rabbinizin dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz. Şüphesiz
Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. “ İnsan
30
Hiçbir
yoruma ihtiyaç bırakmaksızın açıkça anlaşılacağı üzere; özgür yahut cüz’i
iradeyi savunanların ateistten hiçbir farkları bulunmamaktadır.
Yaşamdaki
tüm oluşumlar, sonuçlar ve sebeplerin “bir bilgi”’ye göre gerçekleştiği, bu
yüzden tahakküm altında bulunan insanların kader akışı içinde seçme haklarının
ve iradesel özgürlüklerinin bulunmadığı açıkça belirtilmektedir. Zaten fiziki
hayat bunun bir kanıtı değil midir? Bu, öylesine bir sırdır ki, “o kitap”’ı yazan
melekler dâhil hiçbir canlı “bir bilgi”’nin ne olduğunu bilmemektedir.
Kâinattaki
gizem, yaratılan ruhlar, melek, cin, insan, hayvan, keşfedilmiş veya edilememiş
tüm canlı-cansız varlıkların yaratılışları, gayeleri, kabiliyetleri, düşünceleri,
dilekleri, davranışları, bilgileri, farklılıkları ve imtihan olarak
nitelendirilen nedenler, aralarındaki denge, etkileşim, ceza ve mükâfatı sağlayan
sebepler ve daha birçok oluşum, söz konusu “bir bilgi”’ye göre düzenlenmiş ve “o
kitap”’ta mevcut kılınmıştır.
“Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa
hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar.
Allah her şeye hakkiyle kadirdir.” Maide 40
Doğru
düşünebilen bir mantığın ve muhakeme edebilen bir aklın kendi iradesiyle Yaratıcı’ya
meydan okuyabilmesi asla mümkün değildir. Tıpkı şeytanın Araf Süresi 16.
Ayetinde buyrulduğu; “İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de
onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım” gibi! İnsanoğlunun benliğinde varolan yaratıcı ve egemen
olabilme hırsı, Yaratıcı’nın tıpkı şeytanı saptırması misali dilediği kimseleri
de saptırtarak kendine rakip ettirme ve üstün göstertme dileğinden
kaynaklanmaktadır. Çünkü kâinatın ve düzenin sahibi kendisi olduğu için, “bir
bilgi”’ye göre birbirine zıt olan olayları iyi veya kötü, doğru veya yanlış,
güzel veya çirkin, sevgi veya nefret ayırımı yapıp ruhlar arasında tasnif
ederek paylaştırmıştır. Buna göre, kendi düzeni ve dileği doğrultusunda “bir bilgi”
gizemi içinde imtihan söz konusudur ve öncesinde yapıldığından fiziki
güncelleşme yanılgıya neden olmamalıdır.
Eğer
görev paylaştırma, rızık dağıtma, şifa verme ve egemen olma gücü insanoğlunun
hâkimiyetinde olsaydı, tıpkı Allah dilediğini yaparken nasıl zerre kadar zarar
görmüyorsa, insanoğlu da kurduğu düzen içinde hiçbir acı ve sıkıntı yaşamaz,
belâ ve kayba da uğramazdı. Bu sebeple insanın hakir bir meniden oluşması,
hiçbir şey bilmezken çok şey bilir hale gelmesi, bilgisi, keşfi ve yükselişinin
ardından her şeyini zamanla kaybedip alçalmasıyla ilgili evre dikkatle
irdelediğinde, iddia ettiği gibi egemen olmadığı, iradesiyle hiçbir gelişme
kaydetmediği ve sahip olduklarını mutlak iradenin sonucu elde ettiği anlaşılacaktır.
Yeryüzünde ne cevapsız bir soru ne de sebepsiz bir olay vardır! Yalnızca düşler
âleminde tutuklu hayalperest mühürlülerin kavrayamadığı ve anlayamadığı gerçek
bir yaşam vardır.
Cehennemin
bile insanoğlu yaratılmadan önce yaratılarak, bilinen anlamdaki imtihan sonucu
beklenilmeden doldurulacağına karar verilmiş olması, imtihanın öncesinde
yapıldığına kanıttır. Yaşadığımız olaylar bunun açık bir belgesi değil midir?
“Biz dilesek elbette herkese
hidayet verirdik. Fakat, ‘Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla
dolduracağım’ diye benden kesin söz çıkmıştır.” Secde 13
Yaratıcı,
sebepleri öylesine dengeli yönlendirmiş ki, lanetlediği insanları, mükâfatlandırdığı
kimselere musallat ederek bir imtihan ortamı oluşturmuş, buna göre cennet ve
cehennem sürecini başlatmıştır. Tıpkı şeytanın ve peygamberlerin
görevlendirilmeleri misali! Zaten Yaratıcı’nın izni olmadan insanların
birbirlerini cezalandırması, ödüllendirmesi veya herhangi bir yaptırım
uygulaması mümkün değildir. Her şartta süreci işleterek akışı sağlayan ve
sebepler doğrultusunda insanları birbirine aracı kılarak ya cezalandıran ya da
mükâfatlandıran O değil midir? Dindar bir Hıristiyan olan eski ABD Başkanı
Henry Ford’un kader ile örtüşen ancak İncil’e aykırı şu sözü; “Tanrı’nın
olayları yönettiğine ve benim önerilerime ihtiyaç duymadığına inanıyorum. Tanrı iş başında olunca,
sonuçta her şeyin en iyi şekilde biteceğine inanıyorum.”
Demokrasi,
özgürlük ve bağımsızlık adına insanı egemen kılan benlikçi ateist anlayışlar,
tüm çabalarına karşın aleyhlerine vuku bulan olaylara mani olamıyor ve merkezi
kontrolün egemenliğini ele geçiremiyorlar. Düşüncelerinde projelendirdikleri sanal
plânlarını hayata geçirememeleri, tüm iddia ve düzenlerini yalanlamakta ve iradeleri
olmadıkları gerçeğini ortaya koymaktadır. Yaratıcı, insanların iyiyle kötü ve
gerçekle yalanı ayırt edebilmeleri için birbirine aykırı çeşitli fikirler ve
sistemler oluşturarak bir imtihan ortamı sağlıyor ve sonra, kendinde saklı “bir
bilgi”’ye göre dilediği gibi yönlendiriyor. Sahne arkasındaki tek hâkim güç
olarak zihindeki düşünceler, uykudaki rüyalar ve kalpteki duyguları önce
olgunlaştırıyor, sonra şekillendiriyor, daha sonra eyleme dönüşmelerine ya izin
veriyor ya iptal ediyor ya da değişime uğratarak bambaşka bir gidişata uğratıyor.
Ancak bunları yaparken insanları ve yarattığı her şeyi bir araç olarak kullanıyor,
birbirleriyle ya uzlaştırıyor ya da çatıştırarak üstün kıldırıyor. Herkes
senaryonun bir figüranı olduğunu bilmekten aciz bir benlikle böbürleniyor, geçici
güçlerinin ve gurursal kıymetlerinin aldatıcılığına kapılarak düşündükleri hedefe
ulaştıklarını yahut ulaşabileceklerini zannediyorlar. Gerçek senaristin ve
prodüktörün kurguladığı kader doğrultusunda olaylar gelişerek sonuçlanınca,
ahkâm kesen figüranların nasıl kaçıştıklarını seyrediyor ve geriye özgür irade
ile egemenlik yalanları kalıyor.
Ne var
ki kadersel senaryonun farkında olmayan veya olsa da elinden bir şey gelmeyen
insanoğlu, ısrar ve inatla birbirleriyle yarışıyor ve üstün gelebilmek adına
karşı çıktığı kötü fiilleri dahi bizzat işlemekten geri kalmıyor. İşte bu
yüzden dünyanın bir oyun, süs ve aldatmadan ibaret olduğunu özellikle
vurgulayan Yaratıcı, kazanç ve kaybın, şan ve şöhretin, önemsiz ve geçici
olduğunu ısrarla belirtiyor. Çünkü övünülen iktidarın ve dövünülen acziyetin
aynı akıbete uğrayarak nasıl birkaç saniye içinde yön değişebildiği dikkate
alındığında, ortada egemenlik gibi bir anlayışın ve gücün varlığı da kalmıyor.
Gerçekler karşısında duyarsızlığını ve ölü taklidini sürdüren insanoğlunun
anormal davranışlarına sebep olan faktör, kalpsizleşmelerine, körleşmelerine ve
sağırlaşmalarına neden olan mührün Yaratıcı tarafından vurularak açılabilmesine
olanak tanınmamasıdır.
“Hevasını (kötü duygularını)
tanrı edinen ve Allah’ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini
mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu
Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” Casiye 23
Peygamberlerin bile kurtarabilme yetkileri yok
iken, politikacılar, güvenlik birimleri, bilim veya din adamlarının kurtarıcı
olabilmeleri mümkün müdür? Eğer o kadar güçlülerse önce kendilerini kurtarsınlar
ve değiştirsinler de, sonra başkalarına sıra gelsin.
“Ey Muhammed! Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş
kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?” Zümer 19
İnsan ne kadar inkâr etse ya
da kendine bir irade edinse de bir kuldur, dolayısıyla yaratıcısı Allah’a hesap
soramaz.
“Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar
ise sorguya çekileceklerdir.” Enbiya 23
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder