23 Mart 2013 Cumartesi

Devlet laik, PKK’da laik!


Peki, biz Müslümanlar hangi safta yer almalıyız?

Allah, birçok ayetinde iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden tüm anlayışları batıllıkla yaftalamış, apaçık bir düşman olduklarını buyurmuştur. İslam’dan başka hiçbir düşünce ve rejimin kabul edilmeyeceği, İslam hakim olana dek mücadelenin şart olduğunu ve şehit oluncaya kadar vazgeçilmemesini emretmiştir. 

Devlet Türküm diyor, PKK’da Kürdüm diyor. Böylece kaçınılmaz ırki bir çatışma başlayıp egemenlik hakkı adına silahlar patlıyor, halka kıyılıyor, tehdit ve pazarlıklar havada uçuşuyor.

Ne var ki sokaktaki insanlar Müslüman olup, ırklar savaşında yakılıyor, yıkılıyor ve biçiliyorlar. Her iki tarafta İslam karşıtı ama varlıklarını sağlayan Müslüman halklar! Fakat devlet adına mücadele verenlerin Müslüman, PKK adına cinayet işleyenlerin ateşe tapan Zerdüştler olması, biz Müslümanların kardeşlerinin safında yer almasını mecburi kılıyor.

Atatürkçüler, Apocular, ulusalcılar ve şovenler didişiyor, Allah diyenler nefisleri çerçevesinde ya izliyor ya da bilinçsizce taraf tutuyorlar. Oysa barış, dayanışma ve bütünlüğü sağlayacak nefis değil vahiydir. Dolayısıyla vahye düşman tarafların uzlaşıları samimi değil sinsi bir taktiktir. Tıpkı dolandırıcıların veya seks düşkünlerinin tuzaksı taktiklerinden farksızdır.

Nefsin hüküm sürdüğü bir müzakerenin kalıcı bir barışla sonuçlanabilmesi ne zaman mümkün olmuş ki, bundan böyle olabilsin!

Devlet ne kadar haksız ve adaletsiz olsa da, tabiiyetini taşıdığın müddetçe ihanet edemez ve başkaldıramazsın. Önce tabiiyetinden ayrılmalı, akabinde savaşmalısın. PKK, vekilleri aracılığıyla devletin en üst düzeyine kadar girip hem dokunulmazlık hem de siyaset yapma özgürlüğü elde edecek, sonra da isyan ederek dil, hak, hukuk ve ezilmişlik gerekçeleriyle meşruiyet arayacak.

Allah’ın razı olmadığı bir uzlaşı da bugün susacak silahlar yarının kıyameti olarak geri dönecek, ölen sayılı insanların yerini sayısız ceset dağları alacak!

Silahların susacak ve akan kanın duracak olmasından sevinin, mutlu olun diyorlar. Şehveti kabarmış bir düşkünün arzu ettiği kişiyle berberliği bir sevinç ve mutluluk doğurup akabinde felaketsi musibetlerle karşılaşması misali geçici tatmine umut bağlayanlar, dehşetin acısını en derinlerinde tatmaya mahkumdurlar.

İman, adalet, onur ve şerefini yitirmiş materyalistler için sevindirici olabilir ama haksızlık karşısında susmayı sindiremeyerek şeytan olmayı reddedenler için kabul edilebilmesi imkansızdır.

Karanlık bir dünyada misafir olarak yaşamaktan ise, aydınlık bir ahirette ebedi yaşamayı tercih eden iman sahipleri,  onursuz ve imansızca bir gün daha fazla yaşamayı düşünmezler bile! Asıl yaşamın ve özgürlüğün ahiret olduğa inanan, neden günü kurtarmayı istesin ki?

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” Enam 32

Eğer ırkın, milletin, dilin, rengin ve aslın sana sorulmayacak ise, bu hırs ve isyan niye?

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” Hadid 20

Hiç yorum yok: