Çünkü ALLAH ve Resul’ünün hüküm
verdiği bir şeyi kendi isteklerine göre seçme hakkında bulunarak ALLAH ve
Resul’üne karşı gelmektesin.
Ki, o şey
ister şahsi, ister resmi, ister sosyal, ister siyasi, ister ekonomi, ister askeriye
olsun!
Hele de
yaratılanı yaratandan ötürü sevmek, saygı duymak ve dost edinmek hümanist
odaklı öyle bir küfürdür ki, doğrudan yaratıcı Allah’ı düşman kılarak
ayetlerini inkâr etmektir.
Dolayısıyla ancak Allah’a ve Resul’üne iman eden
Müslümanların dışındakilere herhangi bir hoş görü, sevgi, saygı ve dostluğun
mümkün olamayacağı hem vahiy hem de Ku’an’a muvafık hadislerle hükme
bağlanmıştır.
Zaten
Allah’ın hümanizm ile ilgili hiçbir yaklaşımı olmadığı gibi yarattığı
cehennemle de demokratik bir insan hakkı gütmediği ayetlerle alenidir. Çünkü
Allah için insan hakkı, sadece zatına iman edip hükümlerine kayıtsız-şartsız
itaat etmiş Müslümanlaradır. Bu sebeple Müslüman’dan başkasının insan
sayılmadığı gerçeği ortadayken; insan görünümündeki mahlûklara “insan” denilmemektedir.
Öyle ki,
hizmet adına insana, hayvana, tabiata karşı iyi işler yapanlar Müslüman
değillerse ziyan içinde olup, dünyada yaptıkları iyi ne varsa çabaları boşa
gitmiş kimselerdir. Dolayısıyla yaptıkları hizmetlerden ötürü kendilerine hiçbir
ölçü tutulmayacak; ebedi kalınacak cehennemden affedilerek
kurtulamayacaklardır.
Allah ve Resul’ünün hükümlerine göre değil de
seküler-laik ve demokrasi düşünce düzeyinde insanlığa iyi davranışlarda
bulunarak hizmet eden kâfir ve münafıkların duygu, düşünce ve davranışları
nasıldır bilir misiniz; engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir.
Hatta
gerek dinsel gerek siyasal gerekse bilimsel açıdan yaptıkları iyi işler, engin
çöllerde görünen seraba öyle benzer ki, nasıl ki susamış kimse o serabı su
sanarak yanına vardığında sadece nefsini bulmakla kalıyor ise, Allah ve
Resul’ünün önüne geçilerek yapılan iyiliğin bedeli de ebedi cehennem
olmaktadır.
Kuvvetle
muhtemeldir ki, birçok kimseye bu durum çok ağır gelip kabul edilemez, mantık
dışı veya saçma bulunsa da; karşısındaki yaratıcı Allah olduğu için hükümlerine
boyun eğip hayatın her şart ve koşulunda itaat etmekten başkaca hiçbir çözüm
yoktur.
Şöyle ki;
Allah ve Resul’ünün hükümlerine itaat etmeyen herkesin cehenneme gireceğini
Allah bildiriyor. Mesela bırakın bir ABD’li, Rusyalı ya da Avrupalıyı,
Türkistanlı yahut Azerbaycanlı bir Türk, Türkiye gelmiş olsa; Türk
vatandaşlığına kabul edilmediği sürece profesör olsun, hatta bir Einstein,
Newton ya da Edison gibi bilim adamı olsun, Türk vatandaşına tanınan haklardan
yararlanamaz. Oy kullanamaz, milletvekili olamaz, memur olamaz, askerlik
yapamaz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değildir. Böylece Allah’ın cennete
girebilmek için Müslüman olma şartını koyması adil değil midir?
Lakin
nefsi istek ve düşünceye göre bir Müslümanlık yoktur; vahiy ile devleti ayırmak
mümkün değildir; Kur’an ile siyaseti bölen bir düşüncenin Müslümanlık ahkâmı
geçersizdir; Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen Müslüman değildir; Allah’tan
ziyade ben ya da beşer bilir dercesine anayasa yapan Müslüman değildir; Kur’an
yerine beşeri esaslara dayalı hükümleri yol edinen Müslüman değildir; Allah ve
Resulü dışında başka birilerini rehber edinen yahut ölçü alan Müslüman
değildir.
Dolayısıyla her kim
Allah ve Resul’ünün hükümlerine itaat etmeyerek doğrudan yahut dolaylı olarak karşı
geliyor ise, o SAPIKTIR! Bu sebeple
cinsel sapıklar daha masumdurlar.
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek
ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve
Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
Ahzab 36
“De ki:
Size, (yaptıkları) işler
bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?
(Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde,
dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.
İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden (ya da eğip büken), bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir
ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız. “
Kehf 103-104-105
"Kâfirlerin (ya da münafıkların) iyi işleri engin çöllerde görünen seraba
benzer. Susayan kimse onu uzaktan su sanır; ama yanına varınca, umduğunu
bulamaz." Nur 39
“Yahut (o kafirlerin duygu, düşünce
ve davranışları) engin bir denizdeki
yoğun karanlıklar gibidir; (öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut... Birbiri üstüne
karanlıklar... İnsan, elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez. Bir
kimseye Allah nûr vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.”
Nur 40
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder